“Muhabbetten, Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?”
Hz. Muhammed (sav); Allah’tan (cc) sonra bizim en çok sevmemiz, değer vermemiz gereken şahsiyettir. O; yaratılmışların en değerlisi, şereflisidir. Tüm zamanların Efendisi, son peygamberdir. Bir peygamber olarak, kendinden önce gelen ve güzel vasıfları belirtilen tüm peygamberlerin sahip olduğu üstün meziyetlere sahip mükemmel bir insandır. Deyim yerindeyse, peygamberlerde olan tüm vasıflar onda toplanmıştır. Bazı peygamberleri vasıflarına baktığımız zaman şunu görürüz: Hz. Nuh; inatçı kavmine karşı sabır ve tahammül örneğiydi. Hz. Eyüp; kişisel olarak yaşadığı ağır hastalığına rağmen sabrın sembolü idi. Hz. İbrahim; tevhid ve teslimiyet sembolü, halim, cömert ve iyiliksever idi. Hz. Davud; hükümdar peygamber, yiğit, elinin emeğiyle geçinen, nimetlere şükür eden biriydi. Hz. Yusuf; mükemmel bir fiziğe sahip, çile ile nimetleri birlikte yaşamıştı. Hz. Musa; cesur ve sert, en büyük zalim ve topluluğa karşı mücadele vermişti. Hz. Harun; aynı topluma karşı mücadele vermiş ama yumuşak huylu bir örnekti. Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa; şehvet ve dünyevi imkânlardan sıyrılmış, ibret dolu bir yaşam sunmuş şahsiyetlerdi. Hâsılı, her bir peygamberin üstün pek çok vasfı bulunakta ve biz mü’minlere örnek olarak sunulmaktadır. İşte Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa da tüm bu özellikleri barındıran en mükemmel şahsiyettir. Bu yüzden O’nu, Allah’tan sonra çok severiz. O; bizim en güzel örneğimiz ve Allâh’ın sevgilisidir. Şu fani âlemde, nefsimize hoş gelen onca şey içinde, bizi çevreleyen pek çok insan içinde her şeyden ve herkesten, mallarımızdan, çocuklarımızdan, anne ve babalarımızdan çok sevmemiz gereken varlık O’dur. O’nu sevmek Allâh’ın emridir. Peygamberimizin (sav) özel arzusudur. Mü’min olmanın bir gereğidir. Çünkü O; bizleri küfrün karanlığından İslam’ın aydınlığına çıkarmaya vesile olan zattır. O oldu ki, bugün yeryüzünde milyarı aşan tevhid ehli oldu. Rabbine secde eden inananlar oldu. Dünyayı huzur ve selam (barış)a çağıran yürek ehli insanlar oldu. Hz. Muhammed’i Sevmek Allâh’ı Sevmektir Kur’ân’da Yüce Rabbimiz, Allâh’ı sevmenin yolunun Resûlü’nü sevip, yolundan gitmekle mümkün olduğunu belirtmektedir. “De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 31.) Biz mü’minler Allah Resûlü’nü tüm varlığımızdan önce ve çok sevmeliyiz. “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allâh’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 24.) Yakınlarımız, çocuklarımız, mallarımız, bizi bu fani dünyaya bağlayan her ne var ise hepsi peygamberin bir zerresi hükmünde bile değildir. Eğer O’na olan sevgimiz kendi nefsimizden bile fazla değilse geçersizdir. Abdullah b. Hişam (ra) anlatıyor: Allah Resûlü ile beraberdik, Ömer’in (ra) elinden tutmuştu. Hz. Ömer dedi ki: - Ey Allâh’ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç her şeyden daha sevimlisin. Resûlullah (sav) hemen şu cevabı verdi: - Hayır ey Ömer. Nefsimi elimde tutan Allâh’a yemin ederim ki, ben sana nefsinden daha sevgili olmadıkça olmaz (imanın eksiktir). Hz. Ömer: - Bundan sonra Sen bana nefsimden de daha sevgilisin! Bunun üzerine Allah Resûlü (sav): - İşte şimdi oldu (kâmil imana erdin) ey Ömer, buyurdu. (Buhari, İbrahim Canan, Kütübü Sitte 12/398 H.No: 4356) Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz’i (sav), kendimizden bile çok sevmemiz, kâmil bir imanın gereğidir. Bu aşkla zaten sahabe-i kiram, O’nun ayaklarına bir dikenin bile batmasına razı olmazlardı. O’nun en ufak bir yerinin bile incinmesine rıza göstermezlerdi. Bunları biz de istemeyeceğiz. Ama sadece bunları istemek yeterli midir? Bir müslümanın Peygamberini sevdiği nasıl anlaşılır, bunu nasıl ortaya koyar? Hz. Muhammed’i (sav) Seven Ne Yapar? “Biz Allah Resûlü’nü, susamış bir kimsenin, soğuk suya olan arzu ve isteğinden daha çok arzu eder, severdik.” Hz. Ali (ra) Elbette bir davanın edebiyatını yapmak ayrı, onu uygulamak ayrı bir haldir. Söylediklerinde samimiyet barındırmayan, fedakârlıktan, bağlılıktan yoksun iddia sahipleri, dünyada da ahrette de hüsrana uğrayanlardan olur. Özü sözü bir olması gereken mü’minler; Peygamber sevgisinde de samimi ve içten davranmalıdırlar. Samimi bir Peygamber sevdalısı nasıl davranır? Ana hatlarıyla bakalım: Vahye İman Eder Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’i (sav) seven, bağlanan, inanan bir mü’min; O’nun Allah adına getirdiği, sunduğu tüm bilgileri kabul edip inanır. Bilir ki Allah adına söylediği her şey hak ve doğrudur. Allah neyi bildirmişse onu tebliğ etmiş, neleri yapmasını istemişse onu uygulamıştır. Sünnetine Tabi Olur Sünnet; Allah Resûlü’nün inanç, ibadet, ahlak, eğitim, siyaset, sosyal hayat çerçevesinde, Allah’tan aldığı esaslar (vahiy) doğrultusunda belirlediği ilkeler ve yaşam biçimidir. Peygamberi seven bir mü’min; O’nun eşsiz yaşam biçimini, sünneti seniyyelerini, kendi hayatına tatbik etmenin azami gayreti içinde olur. Çünkü O, bizim en güzel örneğimizdir. Mü’min, hem O’nu örnek alır hem de O’na mal edilen uydurmalardan da kaçınır. Çünkü onun söylemediği ve yapmadığı bir şeyi, söylemiş ve yapmış gibi konuşmak, davranmak sevgi değil, tahrif ve düşmanlıktır. “Ey oğulcuğum! Kim benim sünnetimi ihya ederse beni sevmiştir. Beni seven kimse de cennette benimle birlikte olur.” (Tirmizi, İlim,16) Salâvat Getirir Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’a salât ve selamda bulunmak da sevgimizi sunmanın bir sonucudur. Kuranı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salât etmektedirler. Ey iman edenler! Siz de Ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzap, 56.) Allah (cc); rahmeti ile şanını yüce kılması ve onu hoşnud etmesiyle salât etmiştir. Melekler; duâ ve istiğfar ederek salât etmektedirler. Mü’minler de; her zaman tazim, hürmet ve saygı ile Efendimize salât getirirler. Namazlarda okunan salâvatların dışında günde belli sayıda salâvat getirecek, ona layık bir ümmet olmanın şuurunu yaşarlar. Ehli Beyt’i Sever Ehli Beyt; Allah Resûlünün ailesidir. Peygamber Efendimizin hatıraları, gözbebekleri, ciğerpâreleri, soyunun devam ettiricileri ve bizlere emanetleridir. Kendi çocuklarını, torunlarını ve ümmetin çocuklarını çok seven Allah Resûlü, bizim de onları sevmemizi ister. “Nimetleriyle bizi beslediği için Allâh’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehli beytimi de benim sevgim için seviniz.” (Tirmizi, Menakib) Ashabını Sever Sahabe-i Kiram; dünya gözüyle Efendimizi görmüş, Onunla sohbet etmiş, iman mücadelesi vermiş, İslam’ı kıtalara yaymış, davanın çilesini çekmiş ve Allâh’ın rızasına ermiş şerefli bir nesildir. Bizim yaptığımız tüm hayırlarda bile onlara ecir vardır. Sahabeyi sevmek, Peygamberi sevmenin bir sonucudur. “Kim ashabımı severse beni sevdiğinden dolayı sevmiştir. Kim ki onlardan buğz ederse, bana buğzettiğinden dolayı onlara buğz etmiştir.” (Tirmizi) Sevdiklerini Sever Mü’minler; Allah Resûlünün sevdiklerini de sever. Zaten sevgide bunun muhakkak olması gerekir. Sevgide; duygu ve his bütünleşmesi, aynîleşmesi de gerektiğinden bu önemlidir. Tabi söz konusu ola Efendimiz (as) ise her şey Ona göre olur. Enes (sa) anlatıyor: “Resûlullah’ın, tabağın içindeki kabakları özellikle severek yediğini gördüm. O günden sonra ben de kabak yemeğini sevmeğe başladım.” Allah Resûlü’nün Hz. Aişe’ye yaptığı şu emir/tavsiye ne kadar önemlidir: “Ey Aişe! Usame’yi sev! Çünkü ben onu seviyorum.” (Tirmizi, Menakıb) Hz. Ebubekir ile Ömer de, belli aralıklarla Ümmü Eymen’i ziyaret ederlerdi. Buna gerekçe olarak da şöyle derlerdi: “Allah Resûlü de hayattayken onu sever ve ziyaret ederlerdi.” Hatıralarına Saygılı Olur Mü’min kul, Efendimizden bize kalan manevi mirasa olduğu gibi maddi mirasa da sahip çıkar, onlara hürmet eder. Mekke, Medine ve diğer mekânlarda bulunan kutsal emanetlere saygı gösterdiği gibi Peygamber Efendimizin mübarek sakalı şerifine ve diğer emanetlerine de hürmet eder. Bu da; sevginin bir parçasıdır. Ancak bunlara olan sevgisini gösterirken ölçüsüzce hareketlerde bulunmaz. Allah Resûlünü hatırlar, sünneti hatırlar, yolunda yürümesi gerektiğini düşünür. Yavuz Sultan Selim, Mısır’dan kutsal emanetleri getirttiğinde, yirmi dört saat hafızlara Kuran okuturdu. Sultan Abdulaziz, Mekke’den gelen mektubu, hasta olmasına rağmen oturmuş, edeple dinlemişti. “Allah Resûlü’nün komşularının talepleri, yatarak dinlenmez.” Demişti. Yine Medine Müdafii Fahreddin Paşa; Mescidi Nebevi’yi tamir eden ustalara şu talimatı vermişti: -Çivi çakacağınız zaman, çekiçlere keçe sarın. Resûlullah’ın ruhaniyeti incinmesi, rahatsız olmasın. Hayatını Öğrenir Allah Resûlünü seven kişi; O’nun hayatını, mücadelesini, en geniş anlamıyla öğrenerek, ders ve ibretler çıkarır. Piyasada Resûlullah’ın hayatını anlatan eserlerden kendi anlayış ve seviyemize uygun olanlardan en az birkaç tanesini okur. Bilir ki; Peygamber sevgisi sadece kuru bir sevda değildir, kulaktan dolma ilgilerle yeterli sevgi oluşamaz. Hadislerini Öğrenir Âlimlerimizin titiz araştırmaları ve süzmeleri sonucu elde edilen, kayıtlara geçen sahih hadis-i şerifleri okur, arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde mutala eder, kavramaya çalışır. Sadece kendisi okumakla kalmaz aynı zamanda ailece öğrenmeye, okumaya çalışır. Her bir hadisle yolunu belirlemeye, Efendimizi örnek almaya gayret eder. Hz. Ömer ve arkadaşı hem yeni gelen vahiyleri öğrenmek hem de Efendimizin yaptığı açıklamaları kavramak amacıyla her gün dönüşümlü olarak Mescidi Nebevi’de nöbet tutarlardı. Bugün elimizde bulunan hadisleri özümsemek için bizler de hassasiyet göstermeliyiz. O’nun Ahlakıyla Ahlaklanır Allah ve Resûlü, ahlaklı mü’mini sever. Ahlaklı bir mü’min de Allah ve Resûlü’ nü sever.Bir mü’min hayatı boyunca Kurandaki ahlaki ilkeleri esas alır. Peygamber Efendimizin güzel ahlakını örnek alır. Seven kişi, sevdiğinin istediği gibi hareket eder. Bir mü’min de, güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen ve Rabbimizin terbiyesi ile eğitilen Efendimiz nasıl bir hayat sürerse öyle davranır. “Aranızda bana en sevimli gelen ve kıyamet günü benim en yakınımda bulunacak kimse, ahlaken en yüce olanınızdır. Aranızda bana en sevimsiz gelen ve ahrette en uzağımda oturacak kimseler, boş ve faydasız işlerle uğraşan (ahlaksız) kimselerdir.” Âhirette Birlikte Olmayı Arzu Eder, Şefaatini Umar Müslüman; bu dünyada Allah Resûlünün yolu üzerinde bulunur ve böylece ahrette de onunla birlikte olmayı arzu eder. İlahi rahmeti, Efendimizin şefaatini ve cennette Kevser’in etrafında buluşmayı ister. Bir adam Resûlullah’a gelerek, kendisini çok sevdiğini, bu dünyada olduğu gibi âhirette de ayrılmak istemediğini ama bir peygamberle cennette buluşamama korkusuyla çok üzüldüğünü söyleyince, Efendimiz bir müddet düşündü ve şu ayeti okudu: “Kim Allaha ve Resûlüne itaat ederse, onlar, Allâh’ın kendisine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle birlikte olur. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 69.) Sevgide Ölçülü Olur Allah Resûlüyle ilgili iki zıt ve yanlış anlayıştan kaçınmaya çalışır. O’nu, ne Allah ile kulları arsında sıradan bir aracı, postacı olarak görür, ne de, hayatını ve mücadelesini olağanüstü ilahi vasıflarla yüklü olarak görür. Yani Efendimiz, hâşâ sıradan bir insan da değildi ama Hıristiyanların inandığı gibi bir ilahi varlık da değildir. Bu yüzden, Yüce Allâh’ın Kur’ân’da ve Efendimiz’in (sav) hadislerde belirttiği ölçü ve kıvam üzerinde bir bağlılık içinde olur. “Hıristiyanların İsa ile ilgili aşırıya kaçtıkları gibi, beni övmek hususunda aşırıya kaçıp haddi aşmayın. Ben sadece Allâh’ın kulu ve Peygamberiyim.” O’nu Seven Ne Kazanır? Allah Resûlünü seven kişi, elbette başta Allâh’ın sevgisini kazanır. Peygamber Efendimiz kendisinden razı olur. Amellerinin kabûlüne vesile olur. Âhirette Allâh’ın rahmetine, ilahi mağfirete nail olması, ermesi umulur. Peygamber Efendimizin şefaatine kavuşması temenni edilir. Dini yaşama arzusu ve iradesi güçlü olur. Dünyada Cenâb-ı Allâh’ın yardımına mazhar olur. Özetle… Peygamberi sevmek; ölümü göze alarak onun döşeğinde yatmaktır. Savaşta ölüm kusan oklara, mızraklara hedef olmaktır. Atılan taşlara siper olmaktır. Evini, barkını, sevdiklerini terk edebilmektir. Davası uğrunda canını verebilmektir. Söylediklerine kayıtsız bir teslimiyettir. Onun yolunu izlemek, sünnetini ihya etmek, dinini yaymaktır.
Haziran 2018, sayfa no: 38-39-40-41-42
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak