“Canını, canan eğer isterse, minnet canıma
Can nedirkim ânı kurban etmeyem cananıma”
Yüce Rabbimizin, Önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) vasıtasıyla bizlere ikram ettiği ve bizim de en güzel bir şekilde değerlendirmeye çalıştığımız kutlu mevsimin ikincisini idrak edeceğiz inşallah.
Ramazan ayı boyunca yaşadığımız mânevî, ilâhi ikramın lezzeti henüz ruhumuzu, bedenimizi diri tutarken, yeni bir ikramla karşı karşıyayız. Bu ikram; Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle tertemiz bir hatıradan bize ulaşan mânevî bir hediyedir.
Bir Babanın Rüyası
Bir baba rüya görür bir gece.
Heyecanla uyanır. Tefekkür eder.
Daha sonra yine aynı rüyayı görür.
Ve ardından üçüncü kez aynı rüyayı görür.
Yorum ve tefekkür, onu bir noktaya götürür…
O bir peygamberdi ve peygamberlerin gördüğü rüyalar, apaçık hakikatti.
Talimatlar, yerine getirilmesi gerekirdi. Görülen rüya, rüyayı sadıktı. Gelen emir, vahyin bir başka şekliydi. Rüyayı gören, Allâh’ın dostu Hz. İbrahim’di.
Evlada geç kavuşan İbrahim (as); acaba yavrusunu erkenden kaybedecek, yine çocuk hasretiyle kıvranacak, nesli devam etmeyecek miydi?
Tüm bunlar kendisine meçhuldü.
…
İbrahim (as) Allâh’ın emrini yerine getirmek için harekete geçti.
Oğlunu yanına alıp bölge dışına çıkan İbrahim (as); Şeytanın kendisini vazgeçirme çabalarına rest çekti, onu huzurundan kovdu.
“Ey Allâh’ın düşmanı! Ben Allâh’ın emrini bu vadide yerine getireceğim.”
Bir Annenin Yüreği
Babadan istediği cevabı alamayan şeytan, hassas duygulu anneye yöneldi. Onun şefkat ve merhamet dolu yüreğini istismar etmek istedi.
Bir anne; evladının, biricik yavrusunun yok oluşuna, ölümüne, hele hele bir baba tarafından olmasına râzı olamazdı. Anneyi bu damardan yakalayabilirdi. Ve durumdan habersiz anneye yöneldi, onu alabildiğince kışkırttı.
Ama karşısındaki Hacer’di. Çilekeş kadın Hacer.
O Hacer ki, daha minicik yavrusuyla birlikte, ıssız Mekke topraklarında yalnız, daha doğrusu Rabbiyle kalmıştı. Peygamber eğitiminden geçmişti. İlâhi lütuflara mazhar olmuştu. Rabbinin kendilerini terk etmediğini, beklemediği anda, beklemediği yerden nimetlerin geldiğini görmüştü.
Bu yüzden cevabı açık ve net oldu:
“Onu bana bağışlayan Allah’tır. Dilerse Ona kurban etmek de vazifemizdir. Oğlumuzun ardından biz de kurban olabiliriz.”
Yavrusu bebekken, onu kaybetmemek için tepeler arasında mekik dokuyan Hacer validemiz, Allâh’ın emri karşısında, kendisini de feda edebileceğini söylüyordu.
Şeytan oradan da eli boş döndü. Son bir umutla İsmail’e yöneldi.
Peygamber Oğlu Peygamber: Bir Delikanlının Teslimiyeti
İsmail çocukluk döneminden yeni çıkmıştı. Artık doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, rahmani olanı şeytani olandan ayırt edebilecek yaştaydı.
Nebevî terbiyeyle büyümüş, aldanmayacak bir kıvamdaydı.
Bir peygamber oğluydu, ileride peygamber olacaktı.
Yanlışa, şeytana ve itaatsizliğe kapalıydı.
Şeytanın kendisini kandırma amaçlı sözlerine karşı verdiği cevap, bir peygamber oğluna, itaatkâr kula yakışan cevaptı.
“Babam, Rabbimin kendisine emrettiği şeyi yapsın. Onun her nerede olursa olsun, Rabbine boyun eğmesi, buyruğunu yerine getirmesi daha iyidir. Ben de emri dinler ve ona boyun eğerim.” (Geniş bilgi için: M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi c.1 sh.186-191)…
Büyük bir imtihan veren, Allâh’a olan sevgisi, çocuğuna olan sevgisiyle mukayese edilemeyecek olan Hz. İbrahim, oğluyla konuşmasının zamanı geldi diye düşündü:
“Oğulcağızım, dedi; ben seni rüyamda boğazlıyor olarak görüyorum. Bak artık ne düşünürsün. Bu konudaki görüşün nedir?” (Saffat 37/102)
İstenen can idi.
Bir baba, oğlunun canını istiyordu. Ama kendisi için değil, Allah için.
Aslında canı veren onu kendi yolunda geri istiyordu. Emanetin iadesi isteniyordu.
Ama bu öylesine kolay bir iş değildi. Can tatlı, hayat tatlı, dünya tatlıydı.
Fakat İsmail için en tatlı şey; Allâh’a olan teslimiyet, zorluk karşısında göstermesi gereken sabır idi. Bu yüzden cevabı açık ve net oldu:
“Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.” (Saffat 37/102)
Şunları da ekledi:
“Babacığım! Ellerimi ayaklarımı bağla ki fazla çırpınmayayım. Elbiselerimi topla ki kan sıçrayıp kirletmesin, annem görür ve üzülür. Bıçağı şiddetle çal ki, ölüm kolay olsun.
Beni yüzümün üzerine yatır. Yüzüme bakarsan bana acırsın. Ayrıca ben de bıçağı görmeyeyim, belki korkarım.
Annemin yanına vardığında selamımı söyle…”
Allahu Ekber!
İbrahim (as) emrolunduğu işi yapmaya başladı. Oğlunun gözlerini bağladı, alnı üzere yatırdı, bıçağı alıp boğazına sürdü. Ama iş, düşündüğü gibi sonlanmadı.
Sanki zaman dondu, mekân dondu ve daha önce ateşi kendisini yakmadığı gibi, bıçak da İsmail’i kesmedi.
Artık imtihan kazanılmıştı.
Baba, anne ve evladın bu teslimiyetine, ancak; “Allahu Ekber!” denirdi.
Ve öyle dedi melek. Elinde bir koçla geldi melek:
“Allahu Ekber! Allahu Ekber!”
İbrahim (as) devam etti:
“Lailâhe illalahu vallahu ekber.”
İsmail (as) de kurtuluşunu hamd ederek ifade etti:
“Allahu ekber velillahil hamd.”
Rabbimiz olayı kısaca şöyle anlatır: “Böylece ikisi de (Allâh'a) teslim olunca, (İbrâhîm) onu alnı üzerine yatırdı. Ve ona "Ey İbrâhîm!" diye nida ettik (seslendik). Sen rüyaya sadık kaldın (emri yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, Muhsinleri (iyi kulları) işte böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır. Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik. Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı, hatıra) bıraktık. İbrâhîm (as)'e selâm olsun. Biz iyilik yapanları, ihsan derecesine ulaşanları böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki o bizim mümin kullarımızdandır.” (Saffat 37/103-111)
İsmail (as) Bir Modeldir
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan kıssalardan bizim çıkaracağımız pek çok ders ve ibretler vardır. Yukarıda kısmen değindiğimiz kıssada da hepimiz için ibretler vardır. İsmail (as)’ın yaşamında ise özellikle gençlerimize model olacak tavırlar vardır. Bu yüzden “İsmâilî Tavır” hepimizin üzerinde durması ve sonuçlar çıkarması gereken bir tavır ve duruştur.
Bir yazar; “Herkesin kıymeti yaptığı işin kıymeti kadardır. Herkesin kıymeti, ideali kadardır. Herkesin kıymeti, tayin ettiği hedefi kadardır.” der haklı olarak. Bizler de her şeyimizi Rabbimiz için düşünmeli ve yapmalıyız.
Ölümle İki Defa İmtihan
İsmail (as) biri bebekken diğeri de delikanlılık dönemine adım atarken ölümün eşiğine gelmişti. Her iki ölüm sınavının sonunda kendisi kurtulmuş ve biz müminlere büyük bir rahmet vesilesi olmuştu.
Birinci kurtuluşundaki büyük bir rahmet; olarak zemzemin çıkması şeklinde tecelli etmişti. Asırlardan bu yana müminlere cennet serinliği ve şifa veren zemzem, o günün hatırasını da taşımaktadır.
İkinci kurtuluşunda ise; bir fidye olarak kurbanın verilmesine vesile olmuş, belki de sadece kendisi değil bizler için de bir kurtuluş aracı olmuştu.
Bir yazarın ifadesiyle, Rabbimizin “hükmünde hikmet, hikmetinde rahmet” vardır.
Teslimiyet Abidesi
Hz. İsmail, ölüme teslim olmakla, Allâh’a teslimiyetin yaşının, zaman ve mekânının, kayıt ve şartının, mazeret üretmenin, ertelemelere sığınmanın olmayacağını göstermiştir.
Bir Müslüman ilahi emir doğrultusunda aynı fedakârlığı göstermelidir. Ayeti kerime bunun varlığına işaret eder: “Müminler içinde Allah`a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab 33/23)
Mabed Hizmetkârı
İsmail olmaya niyetlenenlerin göz önünde bulundurmaları gereken bir husus da, Onun mabed hizmetkârı oluşudur. Hz. Âdem tarafından yapılan ilk mabed olan Kâbe asırlar sonra Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından inşa edildi. İsmail’in delikanlı olduğu günlerde İbrahim (as) Mekke’ye gelmiş ve Kâbe’yi birlikte inşa etmeleri emrini iletmişti.
Ve o da babasına bir kalfa gibi yardım etmişti.
“Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.” (Bakara 2/127)
İsmail olmak, Kâbe’yle olmak, Kâbe’ye hizmet etmek demektir.
Soyuna Sahip Çıkan, Dua Eden Baba Oğul
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in yapmış olduğu duâ da çok dikkat çekicidir.
Onlar sadece kendi güvenlik ve kurtuluşlarını düşünmemişlerdi. Kendilerinden sonra gelecek nesillerinin de hidayet ve selamet üzere olmaları için duâ etmişlerdi.
“Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin. Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.” (Bakara 2/128)
Biz Müslümanlar, tüm dualarımıza, neslimizin ıslahını, hidayetini eklemeliyiz.
Özetle…
İsmail (as), hayatının ilkbaharında, aldatıcı güzelliklere aldanmamıştır.
İdrak ve anlayışını ilahi rıza doğrultusunda kullanmıştır.
Çocukluktan henüz çıkmışken çocukça davranmamış, delikanlılığa adım atarken delilik yapmamıştır.
Kendisini kurban edeceğini söyleyen babasına kötü söz söylememiş, isyan ve itiraz etmemiş, güler yüz göstererek işini kolaylaştırmıştır.
Bozulmamış fıtratın sınırsız itaatini göstermiştir.
Ve yaptıklarıyla asaletini ortaya koymuştur.
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve onların yolunda yürüyenlere de selam olsun.
Mehmet Nezir Gül
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak