Ara

Peygamber Efendimiz’in (sav) İnfâk Hassâsiyeti

Peygamber Efendimiz’in (sav) İnfâk Hassâsiyeti

İslâmiyet cemiyet içerisinde yaşanan bir dindir. İslâm toplumunda hak ve sorumluluklar esastır. Toplum içerisinde farklı kesimlerin yakınlaşmasını, zenginlerle fakirler arasında köprü kurulmasını, hiyerarşik cemiyet yapısını değil dayanışma rûhunu esas alan bir toplum modelini geliştirmiştir.1 Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde en çok teşvîk edilen ve fazîletinden en çok bahsedilen ibâdet, infaktır. Kullarına olan lütfu sonucu Allah infak ve hayır yollarını geniş tutmuş ve kolaylaştırmıştır. Bu anlayışla Peygamber Efendimiz (sav), bir kimsenin sevap umarak âilesinin nafakası için harcadığı malının,2 diktiği ağaçtan yenen meyvelerin, malından çalınan ve eksiltilen şeylerin onun için sadaka olacağını müjdelemiştir.3 Dünyâ malı hiç gözünde olmayan Peygamber Efendimiz (sav), infak konusunda insanların en eli açık olanı idi. O’nun bu yönünü Enes (ra) şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber Efendimiz, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen birisine iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti… Adam kabîlesine dönünce:

– Ey milletim! (Koşun,) Müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.

Kimileri, sırf dünyâlık elde etmek için Müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden Müslümanlık onların gözünde, dünyâdan ve üzerindeki her şeyden daha değerli bir hâle gelirdi.”4

Medîneli Müslümanlardan bir kısmı Peygamber Efendimiz’den (sav) bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Efendimiz, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince, onlara şöyle hitâb etti: “Yanımda bir şey olsaydı, sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir ve iffetli davranırsa, Allâh onun iffetini artırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allâh onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allâh ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”5

İmam Bûsirî Kasîde-i Bürde’sinde Peygamber Efendimiz’in (sav) infak husûsiyetini şu şekilde ifâde etmektedir: “Bizim peygamberimiz iyiliği emreden ve kötülüğü nehyedendir. Fakat «hayır»ı da «evet»i de ondan daha tatlı söyleyen başka bir kimse yoktur.”

Peygamber Efendimiz (sav) aslî ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, fazla olan malını biriktirmeden ihtiyaç sâhiplerine verirdi. Âhiret zengini olabilmek için ihtiyaç fazlası malın, fakirlere ve darda kalmışlara bir an önce ulaştırılmasını arzulardı. Zîrâ o: “Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka vermen, senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sâhip olmaktan dolayı, Allâh katında sorumlu tutulmazsın. İnfâka, bakmakla yükümlü olduklarından başla! Zîrâ veren el, alan elden üstündür.”6 buyurarak âhiretini düşünen ve hesâbının kolay olmasını isteyen kimselerin “veren el” olmalarını tavsiye ederdi. Çünkü âhiret için, infâk kadar bereketli bir hazırlık yoktur. Arap edebiyâtının ustalarından biri olan Harîrî, infâk ederek âhiret hazırlığı yapmak isteyenlere, acele davranmalarını söyleyerek şöyle hitâb eder:

“Ey kürkler içinde salınan servet sâhipleri! Kime dünyâlık verildiyse muhtaçlara dağıtsın ve gücü yetenler elinden gelen yardımı esirgemesin. Zîrâ dünyâ gaddardır, zaman vefâsızdır. Kuvvet ve kudret bir rüyâya, fırsat da yaz bulutuna benzer. Vallâhi ben, çok kere kışı, bütün ihtiyaçlarını tedârik ederek karşılar, o gelmeden önce gereken şeyleri hazırlardım.”

Peygamber Efendimiz’in (sav) infak yolunda ve hayır işlerinde ne denli acele ettiğini, hayırda yarışmayı tavsiye ettiğini Ukbe b. Hâris (ra) şu şekilde ifâde etmektedir: “Bir keresinde, Medîne’de İki Cihân Güneşi Efendimiz’in arkasında ikindi namazı kılmıştım. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, selâm verip namazı bitirdi ve sür’atle yerinden kalktı. Safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemâat, onun bu telâşından endîşe ettiler. Sevgili Peygamberimiz kısa bir müddet sonra döndü. Ashâbının meraklanmış olduğunu gördü ve davranışının sebebini açıklayarak: ‘Odamızda biraz altın olduğunu hatırladım da beni (hayırda acele etmekten) alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını emrettim’ buyurdu.”7

Peygamber Efendimiz (sav) ihtiyaç sâhiplerini kendine tercîh eder ve onlara infâkta bulunurdu. Muhtaç olduğu hâlinden açıkça belli olan kimseleri görünce, Peygamber Efendimiz’in (sav) rahmet dolu yüreğinin hiç dayanamadığını, onların yaralarını sarmak için çırpındığını Cerir b. Abdullâh (ra) şöyle anlatmaktadır: “Bir gün erken vakitlerde Peygamber Efendimiz’in (sav) huzûrunda idik. O esnâda Mudar kabîlesinden, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise ve abalarını delerek başlarından geçirmiş, neredeyse çıplak vaziyette olan, kılıçlarını kuşanmış bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce Efendimiz’in yüzünün rengi değişti. Hemen eve girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezân okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kâmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe irâd ederek şu âyet-i kerîmeyi okudu: ‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Allâh şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir’ (Nisâ 4/1). Sonra da Haşr sûresinin sonundaki şu âyeti okudu: ‘Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın!’ (Haşr 59/18) Daha sonra: ‘Her bir ferd, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin!’ buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu.”8

Peygamber Efendimiz’in irtihâli öncesindeki rahatsızlığı günlerinde evinde bir miktar para bulunuyordu. Hz. Âişe Annemiz’den bunları fakirlere dağıtmasını istemişti. Âişe Annemiz hastalık ânının sıkıntısından onları henüz fakirlere dağıtamamıştı. Baygınlığı geçip ayıldığı zaman Peygamber Efendimiz:

“– Dînarları ne yaptın? Fakirlere dağıttın mı?” diye sordu. Hz. Âişe:

Hayır! Vallâhi Sen’in hastalığın beni meşgûl etti! dedi. Peygamberimiz onları isteyip getirtti, avucuna aldı ve:

“– Bu dînarlar yanında bulunduğu halde ölüp Allâh’a kavuşacak olursa, Allâh’ın Peygamberi Muhammed’in hâli nice olur?!” buyurdu. Onların hepsini Ensâr fakirlerinden beş ev halkına bölüştürdükten sonra:

“– İşte şimdi rahatladım!” buyurdu ve tekrar uyudu.”9

Bu rivâyet çerçevesinde İmam Kastallânî şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Âlemlerin Rabbi olan Allâh Teâlâ’nın Habîbi, peygamberlerin en yücesi, geçmişteki ve gelecekteki kusurları bağışlanmış bulunan Resûlullâh (sav) böyle düşünürse, üzerlerinde Müslümanların kanları ve kendilerine harâm olan malları bulunduğu halde Allâh’a kavuşanların halleri nasıl olur, bir düşün!”10

Allâh’ın (cc) kullarını koruyup kollayan, ihtiyaç sâhiplerine destek olan, toplum içerisinde gariplerin yuvasını yapan hayırsever kullarına Allah (cc), fazlından verdikçe verir, rızkını ummadığı yerden lütfeder. Peygamber Efendimiz (sav) yeminle söyleyerek sadaka vermekle kulun malının eksilmeyeceğini söylemektedir.11 İnfâk edenlerin malı eksilmez, infâk edenin yuvasında bolluk ve bereket hâsıl olur. Cömertliği, fedâkârlığı ve infak ahlâkıyla tanınan Kays b. Sel’ (ra) kendi mânevî tecrübesinden şu şekilde bahsetmektedir:

“Kardeşlerim, malımı saçıp savurduğumu ve bol bol dağıttığımı söyleyek beni Allâh Resûlü’ne şikâyet ettiler. Ben:

– Yâ Resûlallâh! Hurmalardan payıma düşeni alıyor, Allâh yolunda ve berâberimde bulunan kimselere infâk ediyorum, dedim. Efendimiz göğsüme vurdu ve üç kez:

‘İnfâk et ki Allâh da sana infâk etsin!’ buyurdu. Bu hâdiseden sonra, Allâh yolunda bir savaşa katılmak üzere yola çıktığımda, diğerleri yaya giderken benim hem binitim vardı hem de onların en varlıklısıydım.”12

İnfak kültüründe esas olan samîmiyyet ve ihlâstır. İnfak ehlinin en önemli özelliği Allah yolunda harcaması, riyâ, süm’a ve gösterişten uzak olmasıdır. Yaptığı infak, verdiği sadaka, yaptığı hayırlar Allah (cc) için verilir, sağ elin verdiğini sol eli duymayacak şekilde verir. Bu gerçeği ifâde sadedinde bir defasında Peygamber Efendimiz (sav), yeryüzünün yaratılışından bahsetmiş ve dağların onu sağlamlaştırmak üzere dikildiğini söylemişti. Melekler dağlardan daha güçlü bir şey olup olmadığını Cenâb-ı Hakk’a sorduklarında Allah Teâlâ, sırasıyla demiri, ondan daha güçlü olarak ateşi, daha sonra suyu, son olarak da rüzgârı yarattığını belirtti. Bütün bunlardan daha güçlü olarak da insanı yarattığını bildirerek şöyle buyurdu: “Eğer o, sağ eliyle sadaka verir ve bunu sol eli görmeyecek kadar gizlerse, bunların hepsinden daha güçlü olur.” buyurdu.13

Allah rızâsı için sadaka veren ve infakta bulunan kimsenin hiçbir zaman mahrum kalmayacağını, Allâh’ın (cc) çok değişik ikram ve lûtuflarıyla karşılaşacağını, infâkın mala bereket getirdiğini Peygamber Efendimiz şöyle açıklamıştır:

“Sahrâda yolculuk yapmakta olan bir adam, bu esnâda semâdaki bir buluttan ‘Falanın bahçesini sula!’ diye bir ses duydu. Bundan sonra o bulut, kara taşlık bir yere saptı ve oraya suyunu boşalttı. Adam, suyun tamâmının bir derede toplandığını hayretle gördü ve suyu tâkîb etti. Bir de baktı ki, adamın biri, elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirerek bahçesini suluyor. Ona:

– Ey Allâh’ın kulu! Adın nedir? diye sordu. Adam, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi, peşinden de:

– Ey Allâh’ın kulu! Adımı niçin soruyorsun? dedi. O da:

– Ben şu suyu yağdıran buluttan, senin adını vererek, «Falanın bahçesini sula!» diye bir ses duymuştum da onun için sordum. Sen ne yapıyorsun ki bu lutfa mazhar oldun? dedi. Bahçe sâhibi:

– Mâdem ki merâk ediyorsun söyleyeyim. Ben bu bahçenin ürününü hesâb ederim; üçte birini sadaka olarak dağıtırım, üçte birini çoluk-çocuğumla birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım, dedi.”14

Bu bahtiyâr zât sırf cömertliği sâyesinde, çöl gibi suyun çok az bulunduğu bir yerde Cenâb-ı Hakk’ın (cc) eşsiz lutfu sâyesinde, müstesnâ bir şekilde bahçesini sulayabilmekte ve bereketli mahsûller elde edebilmektedir.

Sadaka ve zekât, ilâhî rahmeti harekete geçirmesi sebebiyle Allâh Teâlâ’nın gazabını söndürür, cimrilik için takdîr olunan âhiret azâbını affettirir ve semâ sâkinlerinin o kula hayır duâ etmelerini sağlar. Bu duâlar bereketiyle kul, hüsn-i hâtime ile âhirete göç etme bahtiyarlığına nâil olur. Peygamber Efendimiz (sav): “Sadaka, Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertarâf eder.”15 hadisleriyle bu gerçeği ifâde etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) bir taraftan infâkı teşvîk ederken, öte yandan da dilenciliği şiddetle yasaklamış, dünyâ ve âhiretteki zararlarını bildirmiştir. Bu sebeple ümmetinin iffetli ve sabırlı olmalarını tavsiye etmiştir.

İnfâkın en güzel ve en kazançlı şeklini Peygamber Efendimiz’e (sav) soran ashâb-ı kirâm:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Hangi sadakanın sevâbı daha büyüktür? diye sordu. Peygamber Efendimiz de:

– “Güçlü-kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerindeyken, fakir düşmekten endişe etmekteyken ve daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevâbı daha büyüktür. Bu işi can boğaza gelip de; ‘Falana şu kadar, filana bu kadar.’ demeye bırakma! Zaten o mal, artık vârislerden şunun veya bunun olmuştur.”16 buyurarak sıkıntılı anlarda verilen sadakanın, rahat ve bolluk zamanlarında, gelecek endişesi yokken verilenden daha kıymetli olduğunu ifâde etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav), ashâbına cömert olmalarını ve sıkıntı duymadan rahatça mallarını vermelerini öğretmiş ve: “İnfâk et, bol bol ver, malını sayıp durma! Böyle yaparsan Allah da sana karşı nîmetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allâh da senden saklar.”17 buyurarak cimri kimselerin bu yaptıkları hareketin kendilerine zarar verdiğini anlatmıştır.

Hudeybiye’de Kureyş müşrikleriyle yapılan muâhede gereğince, bir yıl sonra yapılacak Umre’nin zamânı gelmişti. Yedinci yılın Zilkâde ayı girince Efendimiz, Hudeybiye seferine katılanların tamâmının umreye hazırlanmalarını emretti. Halka da hazırlık yapmaları için seslenildi. Civârdan gelip de o sırada Medîne’de bulunan Araplar:

– Vallâhi yâ Resûlallâh, bizim ne azığımız ne de bizi doyuracak bir kimsemiz var! dediler. Peygamberimiz Medîne halkından, ihtiyâcı olanlara Allâh için sadaka vermelerini ve onlara bakmalarını istedi. Onlardan yardım ellerini çektikleri takdirde, helâk olacaklarını bildirdi. Onlar da:

– Yâ Resûlallâh! Biz sadaka olarak neyi verelim, hiçbir şey bulamıyoruz ki? dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“– Neyiniz varsa! İsterse yarım hurma olsun…” buyurdu.18 Peygamber Efendimiz’in (sav) nazarında cömertlik, çok vermekten ibâret değildir. Asıl cömertlik insanın gücü ölçüsünde elini açmayı ve az olsun çok olsun bir şeyler verebilmeyi alışkanlık hâline getirmesidir.

Peygamber Efendimiz (sav) Müslümanları Tebük seferine çıkacak orduya yardım etmeye çağırdığı gün, fakir Müslümanlardan Ulbe bin Zeyd (ra) gecenin bir kısmı geçince kalktı namaz kıldı ve şöyle yalvardı:

“Ey Allâhım! Sen cihâda çıkmayı emr ve teşvîk ettin. Hâlbuki beni üzerine binip Resûlünle birlikte cihâda çıkabileceğim bir hayvana sâhip kılmadın! Resûlünün elinde de beni üzerine bindirecek bir hayvan bulundurmadın! Ben her zaman mal, beden ve metâdan üzerime düşen sadakayı vermişimdir. Ey Allâhım! Kullarından bana nasîb ettiğin şu bir parça eşyâmı tasadduk ediyorum!”

Sabah olunca Resûlullâh (sav)’in yanına gelip:

– Yâ Resûlallâh! Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Şu bir parça eşyâmı tasadduk ediyorum! Bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen, ya da benimle alay eden kimseye de hakkım helâl olsun! dedi. Sevgili Peygamberimiz aşk, muhabbet ve sehâvetle dolu olduğu kadar, af ve merhametle de yüklü olan bu sözler karşısında sâdece:

“– Allâh sadakanı kabûl etsin!” buyurdu ve başka bir şey söylemedi. Ertesi gün bir münâdî:

– Dün gece tasaddukta bulunan kişi nerededir? diyerek seslendi. Kimse çıkmadı. Peygamber (sav) de:

“– Şu gece tasaddukta bulunmuş olan kişi nerededir?” diye sordu. Hiç kimse ayağa kalkmadı. Allâh Resûlü tekrar:

“– O sadaka veren kimse nerede ise ayağa kalksın.” buyurdu. Ulbe (ra) ayağa kalktı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona:

“– Ben senin sadakanı kabûl ettim. Seni müjdelerim! Muhammed’in varlığı kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki sen sadakası kabûl olunanların divânına yazıldın.” buyurdu.19

Ensâr’dan Ebû Akîl (ra) Tebük seferine çıkacak orduya yardım için bir ölçek hurma getirmişti ki kendisi buna herkesten daha çok muhtaçtı. Ebû Akîl:

– Yâ Resûlallâh! İki ölçek hurma karşılığında bütün gece sırtımla su çektim. Bir ölçeğini evimin ihtiyâcı için alıkoydum, diğerini de Rabbımın rızâsını kazanmak için Sana getirdim! dedi. Rasûl-i Ekrem:

“– Allâh senin getirip verdiğini de, alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti.20

Allâh’ın (cc) kabûl edeceği temiz kazançtan bir tek hurma kadar dahî tasadduk edilse, Allâh Teâlâ’nın onu alacağı ve sonra onu sâhibi için dağ gibi oluncaya kadar bereketlendirip büyüteceği bildirilmiştir.21

Allah (cc) yolunda harcama yaparken insanın içerisinde bulunduğu hâlet-i rûhiye oldukça önemlidir. İnfâk eden şahsiyetin kalbinde taşıdığı niyet önemlidir. İnfâk edilirken kendi ihtiyaç ve arzularımızın en güzel yerinden ve en kaliteli cinsinden bol bol verilmelidir. Allah (cc) için verdiği yere, kıymetsiz ve sevmediği taraflarından zorla veren kimse, Allah katındaki kıymet ve değerinin ne kadar az olduğunu kendi kendine ortaya koymuş olur. Konuyu bu husûsu izah eden Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ra) (ö.638/1240) şu tesbitiyle bitirmek istiyorum:

“Fakirin biri, bir şahıstan kendisine Allâh rızâsı için sadaka vermesini istedi. O da, içinde küçüklü büyüklü gümüş paralar bulunan bir kese çıkardı ve eliyle bozuk para aramaya başladı. Bu sûfî fakir ise onu izliyordu. Sonra bana döndü ve:

– Sadaka verecek olan bu adamın ne aradığını biliyor musun, dedi.

– Hayır, dedim. Bunun üzerine:

– Allâh katındaki mertebesini arıyor. Çünkü Allâh rızâsı için verecek. Büyük bir para görünce vaz geçiyor ve hâl diliyle: “Allâh’ın indinde bu kadarı bana eşit olamaz.” diyor. O küçük bir para buluncaya kadar aramaya devam edecek, dedi.

Adam küçük bir para bulup bu fakire verince, fakir de ona:

– Allâh’ın indinde senin kıymetin işte bu para kadardır, dedi.22

Dipnotlar:
1 Makâlemizi Üsve-i Hasene (Kullukta-Ahlâkta-Âdâbda) En Güzel İnsan –sallallâhu aleyhi ve sellem- (Erkam Yayınları, İstanbul 2003) isimli eserin verilerinden istifâde ederek hazırladık.
2 Buhârî, Îman, 41.
3 Müslim, Müsâkât, 7.
4 Müslim, Fezâil, 57-58.
5 Buhârî, Zekât, 50;Müslim, Zekât, 124.
6 Müslim, Zekât 97.
7 Buhârî, Ezân 158.
8 Müslim, Zekât, 69.
9 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,İstanbul 1992, c. VI, s. 104.
10 Kastallânî, el-Mevâhibu’l-ledünniyye,Mısır 1281, c. II, s. 480-481
11 Tirmizî, Zühd, 17.
12 Heysemî, III, 128.
13 Tirmizî, Tefsir, 113-117.
14 Müslim, Zühd 45.
15 Tirmizî, Zekât 28.
16 Müslim, Zekât 92.
17 Buhârî, Zekât 21; Müslim, Zekât 88
18 Vâkidî, Meğâzî,Beyrut 1989, c. II, s. 732.
19 İbn-i Hacer el-Askalânî, Şihâbüddîn Ahmed bin Ali, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,Mısır 1379, c. II, s. 500; İbn-i Kesîr, İmâdüddin Ebû’l-Fidâ, es-Sîretü’n-Nebeviyye,Kâhire 1966, c. IV, s. 9.
20 Ebû Câfer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,Beyrut 1995, c. X, s. 251.
21 Buhârî, Zekât 8.
22 Nihat Keklik, Muhyiddîn-i Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları,İstanbul 1974, s. 172.

Şubat 2019, sayfa no: 12-13-14-15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak