Ara

Özbekistan'da Beş Şehir, Beş Vakit / Fatmanur Öztürk

Özbekistan'da Beş Şehir, Beş Vakit / Fatmanur Öztürk

Sözleştiğimiz gibi, işte yine bir aradayız! İpek Yolu’nun en önemli duraklarından biri olan, resmî adıyla Özbekistan Cumhuriyeti’ndeyiz. Bu kadim topraklar; tarihi derinliği, kültürel zenginliği ve manevi atmosferiyle her adımda farklı bir keşif sunuyor.

Özbekistan; 12 il, 1 özerk cumhuriyet ve 1 bağımsız şehirden oluşuyor. Biz de bu büyüleyici yolculuğumuza, ülkenin nüfus bakımından en büyük ve aynı zamanda başkenti olan Taşkent’ten başlıyoruz.

Taşkent, köklü tarihi milattan önceki yıllara uzanan, adeta yaşayan bir müze şehir. Şehirde yerleşim, antik dönemlerden bu yana kesintisiz devam etmiş; İpek Yolu üzerindeki stratejik konumu sayesinde önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur.

Gezimizin ilk ışıkları, sabah ezanının iç huzur veren sesiyle aydınlanıyor. Bu manevi başlangıçla, son bir yıl içinde halkın hizmetine sunulan Minor Camii’nde namazımızı eda edeceğiz. Bu modern cami, bembeyaz mermerlerin göz alıcı kullanımıyla dikkat çekiyor. İç kısımlarındaki ince el işçiliği ve gökyüzü mavisi kubbeler, adeta bir sanat eseri niteliğinde. Caminin her köşesi, modern mimarinin geleneksel İslami motiflerle nasıl harmanlanabileceğinin mükemmel bir örneğini sunuyor. Minareleri zarif bir şekilde yükselirken, ibadethanenin ferahlığı ve aydınlığı ziyaretçilerine huzurlu bir ortam sağlıyor.

Burası, geleneksel Özbek el sanatlarının çağdaş bir yorumla nasıl hayat bulduğunu gözler önüne seriyor. Beyaz mermerlerin saflığı ve mavi çinilerin dinginliği, ruhani bir atmosfer yaratıyor.

Tespihlerinizi de çektiyseniz, Taşkent’in tarihi dokusunu keşfetmeye devam edelim. Şehir, birçok önemli medreseye ev sahipliği yapıyor. İşte karşınızda Kulkeldaş Medresesi! Taşkent’in en önemli medreselerinden biri olan bu yapı, büyük depremlerden sağ çıkmayı başarmış ve yüzyıllardır ayakta dimdik duran bir tarih anıtı. Medresenin avlusu, geçmişin yankılarını taşıyan bir sükûnet sunuyor. Burası, İslami eğitimin yüzyıllardır sürdüğü, ilim ve irfanın yuvası olmuş bir yer. Medresenin eyvanları ve revakları, dönemin mimari zekâsını gözler önüne seriyor.

Ardından, şehrin modern yüzünü temsil eden Taşkent Televizyon Kulesi’ni, Çar döneminin ihtişamlı izlerini taşıyan Prens Romanov Sarayı’nı ve Özbek edebiyatının büyük ismi Ali Şir Nevai’nin anısını yaşatan Ali Şir Nevai Edebiyat Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. Bu farklı yapılar, Taşkent’in hem tarihi derinliğini hem de modern gelişimini aynı anda gözler önüne seriyor. Müzede, Nevai’nin eserleri ve Orta Asya edebiyatının zenginliği hakkında bilgiler edinirken, şehrin kültürel mirasına bir kez daha hayran kalıyoruz.

Vakit hızla akıp geçiyor, öğle namazına yetişmek için Orta Asya’nın incisi Buhara’ya doğru yola koyulmalıyız. Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biri olan Buhara, İslamiyet’in Mekke ve Kudüs’ten sonra gelen üçüncü önemli merkezi konumunda. Bu şehir, binlerce yıldır âlimleri, şairleri ve düşünürleri ağırlamış; İslam medeniyetinin parlayan yıldızlarından biri olmuştur.

Ezanlar okunuyor, adımlarımızı hızlandıralım. Namazımızı, "büyük cami" anlamına gelen ve muhteşem mimarisiyle göz kamaştıran Kalan Camii'nde kılacağız. Krem ve turkuaz çinileriyle henüz içeri girmeden büyüleyici bir görüntüye sahip olan bu cami, Buhara’nın simgelerinden biri. Caminin avlusu, ibadete gelen yüzlerce kişiyle dolup taşarken, her köşesi ayrı bir hikâye fısıldıyor.

İçeri girdiğimizde, cemaatin arasında tanıdık bir sima ile karşılaşıyoruz: Bahaeddin Nakşibend! Buhara’da dünyaya gelen Nakşibend Hazretleri, tüm dünyada milyonlarca müridi olan Nakşibendiyye Tarikatı’nın kurucusudur. Onun bu topraklardan çıkmış olması, Buhara’nın manevi önemini bir kez daha vurguluyor. Caminin içinde yükselen minberden okunan ezanlar, ruhlara işliyor ve adeta zamanın durduğu bir an yaşanıyor.

Namaz sonrası, Buhara’nın renkli pazarlarını geziyoruz. Baharatların, kumaşların, el sanatlarının mis gibi kokuları havada asılı kalırken, yüzyıllardır süregelen ticaret geleneğine tanıklık ediyoruz. Bu pazarlar, sadece alışveriş yapılan yerler değil; aynı zamanda şehrin sosyal ve kültürel yaşamının da kalbi. Buradan aldığımız el yapımı hediyelikler, bu eşsiz şehrin anısını evlerimize taşıyacak.

Buhara’dan ayrılma vakti gelince, göz kamaştırıcı mimarisiyle ünlü Semerkant şehrine doğru devam ediyoruz. Önemli bir sanayi şehri olmasının yanı sıra, Semerkant; ihtişamlı mimari yapılarıyla da tüm dünyada adından söz ettirir. Şehir, adeta bir açık hava müzesi gibi, her köşesinde bir sanat eseri barındırıyor.

Bizi ilk karşılayan yer ise Registan Meydanı. Uluğ Bey tarafından kurulan ve üzeri muhteşem karolarla bezenmiş üç ayrı medresenin (Uluğ Bey Medresesi, Şir-Dor Medresesi ve Tilla-Kari Medresesi) bir arada bulunduğu bu meydan, Semerkant’ın kalbi sayılıyor. Her köşesi ayrı güzel olan bu medreseler, insanı kendine uzun uzun baktıran detaylara sahip. Lacivert ve turkuaz renklerin dans ettiği çiniler, İslami sanatın zirvesini temsil ediyor. Medreselerin kapılarındaki kabartmalar, duvarlardaki hat sanatı örnekleri, dönemin en yetenekli ustalarının eserleri.

Registan’ın büyüleyici atmosferinden geçip, ikindi namazı için Bibi Hanım Camii’ne gidiyoruz. Timur’un eşi Bibi Hanım adına yaptırılan bu heybetli cami, zamanının en büyük ve en güzel yapılarından biriydi. Caminin devasa avlusu ve yıkık dahi olsa hâlâ ihtişamını koruyan minaresi, insanı derinden etkiliyor.

Namaz sonrası sanırım biraz acıktık. O zaman, güzel bir restoranda Özbekistan’ın en ünlü geleneksel yemeği olan Palov (namı diğer Özbek pilavı) yiyelim. Pirinç, havuç, et ve baharatlarla harmanlanmış bu lezzet, Özbek mutfağının baş tacıdır. Sizleri bilemem ama ben İstanbul’da Elif Efendi Dergâhı’nda Hatice Abla’mızın bizlere yaptığı Özbek pilavını daha çok beğenmiştim. Bu da gösteriyor ki, her yemeğin kendine özgü bir tadı ve hikâyesi var.

Hız kesmeden Özbekistan’ın kumlarla kaplı tarihi şehri Hiva’ya doğru yol alıyoruz. Hiva, Orta Asya’nın en iyi korunmuş antik şehirlerinden biri olarak biliniyor. Toprak rengi ve kızılın hâkim olduğu şehirde yaşayan insanlar, binlerce yıllık geleneklerini büyük bir özenle koruyorlar. Şehrin her köşesi, adeta zamanda bir yolculuk yapıyormuş hissi uyandırıyor. Daracık sokakları, kerpiç evleri ve tarihi medreseleriyle Hiva, ziyaretçilerini büyülüyor.

Burada, taştan fırınlarda ‘nan’ denilen geleneksel ekmekleri pişiriyorlar. Bu ekmekler, Özbekistan mutfağının ayrılmaz bir parçası. O ekmeklerden yanımıza yolluk alıp, akşam namazı için İslam Hoca Camii’ne doğru adımlayalım. Caminin minaresi, 56 metre yüksekliğinde olup Hiva’nın simgesi hâline gelmiştir. Minare, hardal rengi zemin üzerinde yer alan mavi, turkuaz ve beyaz çinilerin desen ve uyumu ile göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. Minarenin tepesinden bakıldığında, tüm Hiva şehri adeta bir masal diyarını anımsatıyor. Bu minare hem dinî bir yapı hem de bir sanat eseri olarak dikkat çekiyor.

Vakitler birbirini hızlıca kovalarken, son durağımız olan Namangan şehrine doğru gidiyoruz. Burası, Özbekistan’ın ikinci en büyük şehri. İsmini ise Farsça ‘tuz madenleri’ anlamına gelen “namak kan” kelimelerinden alıyor. Namangan, sanayi ve tarımın önemli merkezlerinden biri olmasının yanı sıra, özellikle çiçek festivalleriyle meşhur.

Yatsı namazımızı kılmak için Cuma Camii’ndeyiz. Burası, ülkedeki diğer camilere nazaran daha sade bir cami olmasıyla dikkat çekiyor. Cami, gösterişten uzak sadeliğiyle ibadetin özüne odaklanma imkânı sunuyor.

Çiçek festivalleriyle meşhur olan bu şehirde, güzel çiçeklerin kokusuyla gezimizi tamamlıyoruz. Namangan’ın parkları ve bahçeleri, adeta bir renk cümbüşü sunuyor ve şehrin sakin atmosferi, günün yorgunluğunu üzerimizden atıyor.

Bugün, Özbekistan’ın beş farklı şehrinde, beş vakit namazımızı eda etmek için beş ayrı camiyi ziyaret ettik. Her caminin ayrı ayrı maneviyatı ile gönüllerimiz huşû buldu. Bu süreçte, evlerimizde kıldığımız her vakit namazımızı, bugün Özbekistan’ın muhteşem camilerinde kılmış gibi olduk. Bu manevi yolculuk bize sadece yeni yerler keşfetmekle kalmadı; aynı zamanda ruhumuza da dokundu. Özbekistan’ın derin tarihi, sıcakkanlı insanları ve muhteşem mimarisi, zihnimizde silinmez izler bıraktı. Her bir şehrin kendine özgü atmosferi, bu topraklara olan hayranlığımızı bir kat daha artırdı.

Bakalım bir sonraki sayımızda hangi macera dolu ülkeye yolculuk edeceğiz?

Görüşmek üzere...

Temmuz 2025, sayfa no: 8-9-10

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak