Ara

Osmanlı Cihan Devleti'nin Mayası: Söğüt

Osmanlı Cihan Devleti'nin Mayası: Söğüt

Memleketin her karış toprağı kutsaldır, değerlidir, kıymetlidir. Ancak bazı yerlerin mânevî/sembolik olarak yeri, değeri daha farklıdır. Söz gelimi Kubbetü'l-İslâm olarak ün yapan Ahlat, Anadolu'da İslâm ordularının ilk fethettiği şehirlerden biridir. Türklere Anadolu'nun kapısı buradan açılmıştır. Kayı boyu ve Hanedan boyu 170 yıl boyunca Ahlat’ta kalmıştır. Türk medeniyetinin altın çağı olan Osmanlı Cihân Devleti'nin kurucusu Osman Gâzî’nin babası Ertuğrul Gâzî ve onun babası Süleyman Şah burada dünyâya gelmiştir. Abdulhamîd Han'ın, Ahlat için Ermenilerle ilgili görüşmelerde: “İstanbul’dan kıymetlidir. Ceddim Âl-i Osman Ahlat’ta yatar. Ahlat’ı vermem İstanbul’u veririm.” diyerek Ahlat’ın kıymetini açıklayan ifâdeleri olmuştur. Bilecik, Söğüt de böyledir. Osmanlı Beyliği’nin ilk dönemlerine beşiklik yapan, cihan devletinin mayası Söğüt’ün “kurucu şehir” olarak devlet zihin kodlarında ve millet vicdânında apayrı yeri vardır. Belde, kuruluş döneminin izlerini yansıtan bazı târihî ve kültürel eserlere ev sâhipliği yapar. Bu eserlerin başında da Söğüt ile âdetâ bütünleşmiş olan Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Gâzî'nin babası ve Selçuklu Uçbeyi Ertuğrul Gâzî'nin türbesi gelir. İlçe merkezine yaklaşık bir kilometre uzaklıkta, meyilli bir arazi üzerine konumlanmıştır. İlk olarak Orhan Gâzî tarafından inşâ ettirilen türbe, çam ağaçlarının gölgelendirdiği geniş bir bahçenin içinde yer alır. Altıgen planlı ve kubbeli bir gövde ile dikdörtgen planlı ve beşik çatılı bir giriş bölümünden oluşur. Defalarca elden geçirilen türbe son olarak II. Abdülhamîd Han döneminde esaslı bir onarıma tâbi tutulmuş, mezarlığın giriş kısmına da iki adet çeşme yaptırılmıştır. M. Baha Tanman’ın verdiği bilgilere göre bu onarım sırasında türbenin yakınına ziyâretçiler için misâfirhane niteliğinde bir han ile bir imârethâne inşâ edilmiş, ancak bu yapılar günümüze ulaşmamıştır. Bahçede, türbenin doğusunda Ertuğrul Gâzî’nin eşi hâlime Hâtun’un, batısında kardeşi Dündar Bey ile oğullarından Savcı Bey’in kabirleri, az ötesinde de Osman Gâzî’nin makam-kabri yer alır. Ertuğrul Gâzî Türbesi, Yunan işgâlinde tahrip edilmiş, mezarı parçalanmış ve kurşunlanmıştır. Türbenin duvar ve pencerelerindeki kurşun izlerini bugün dahi görebilmek mümkün.

 

İki gün sürecek bölge ziyâretlerimizin ilk ayağını oluşturan Bilecik, Söğüt ziyâretine bismillâh diyerek başladık. Bilecik merkezinden saat başı kalkan minibüs dolmuşlarıyla ulaşım sağlayıp sabah erken saatlerde yaptığımız Ertuğrul Gâzî türbe ziyâretinden sonra yürüyerek tekrardan ilçe merkezine geri dönüyoruz. İki günlük ziyâretimizi aracımız olmadığı için yürüyerek yapıyoruz. Bu, hakîkaten biraz yorucu lâkin böyle olmasa pek çok güzellikten mahrum kalacağız, nasîbimizi alamayacağız. Gezip dolaştığımız yerlerin toprağına basmak, havasını koklamak, insanlarıyla yüz yüze gelip, konuşup, tanışmak önemli ve kıymetli. Öbür türlü yaptığımız her faaliyet yüzeysel kalıyor. Bu vesîleyle türbe ziyâreti dönüşü yaşadığım kısa bir diyaloğu burada paylaşmak isterim. Ağustos ayı kavun, karpuz, incir ve üzüm mevsimi. Yöre sâkinlerinden bazıları bahçesinde yetiştirdiği ürünleri evlerinin önünde sergiye koymuş satıyor. Bir ninemizin kasasında da üzüm vardı. Memleketimin üzümlerine benzettim. Tâneleri küçük, salkımlar dolu dolu, üzerleri buğulanmış görüntüleriyle canım çekti. “Nene ordan küçük bir salkım üzüm ver de giderken yiyeyim, hava çok sıcak belki serinlerim” dedim. Ninemiz en az bir kiloluk üzüm salkımını bana doğru uzatmaz mı? “Nene bu çok büyük yiyemem, isrâf olur, küçük bir salkım alayım.” dedim ve küçük bir salkım aldım. Bir miktar parayı uzattım. Nine parayı kabûl etmedi. “Bir salkım üzüm nedir ki para alayım, âfiyet şeker olsun evlâdım, duâ edersin” dedi. Israrla parayı verdim. Bu sefer ilk başta verdiği büyük salkımı tekrardan bana uzattı ve “Bunu da yersin ya da yolda birilerine verirsin” dedi. Sırtımda yeteri miktarda yük olduğunu, elimde muhafaza edemeyeceğimi söyleyerek biraz zorlandım lâkin iknâ ettim. Bu kısa diyalogdan sonra bizi kurtaracak yegâne şeyin saf iyilik, samîmiyet olduğunu müşâhede ettim ve Söğüt'ün neden “Söğüt” olduğunu o gün daha iyi idrâk ettim.

 

Meydana vardığımızda çınar ağaçları altında hoş bir câmi bizi selâmlıyor. Medeniyetimizin sembol ağaçları; dalları gökyüzünü kucaklayan çınar ağacı; elif gibi dimdik duruşuyla, sabrı, temkîni ve tevhîdi sembolize eden servi ağacı. Vaktiyle hiçbir mîmârî eserimiz yoktur ki onun yanına çınar ağacı, hiçbir hazire/kabristan yoktur ki bünyesine servi ağacı dikilmemiş olsun. Her yerde aynı güzellik. Fakat buradaki çınar ağaçları daha bir başka. Bunlar sanki insanla konuşuyor. Evet, çınar ağaçları altındaki bu mâbed Çelebi Mehmed Câmi-i Şerîfi’dir. Söğüt’teki en eski târihli eserlerdendir. İlk inşâsı itibâriyle 1414-1420 yıllarına târihlendiriliyor. Yapılan tâdilatlarla yapı genişletilmiş ve Sultan II. Abdülhamîd Han devrinde yapılan restorasyon çalışmalarıyla günümüzdeki hâlini almıştır. Çift yönlü merdiven sistemiyle çıkılan ahşap hanımlar mahfeli olağanüstü güzelliğe sâhiptir.

 

Câmi avlusunda Kaymakam Çeşmesi yer alır. Kaymakam Sait Bey Çeşmesi olarak da bilinir. 1917 yılında ilçe kaymakamı Sait Bey tarafından yaptırılmıştır. Güzellikler meşheri diyebileceğimiz, neoklasik mîmârî özelliklerini taşıyan eser dört cephelidir. Çinili motiflerle süslü çeşmenin üç cephesinde de su ile ilgili Âyet-i Kerîmeler yazılıdır. Hükümet konağını sağımıza alıp cadde boyunca yürüdüğümüzde Hamidiye Külliyesi ile karşılaşırız. II. Abdülhamîd Han döneminde inşâ edilen Câmi-i Şerîf, İdâdi/Lise ve Dârüleytam yapıları ile küçük bir külliye oluşturan bu yapı topluluğu, tıpkı Ertuğrul Gâzî Türbesi gibi Osmanlı Hânedânı'nın kuruluş beşiği Söğüt'e verdiği önemi göstermesi bakımından pek kıymetli, pek mânidardır. Zîrâ küçük sayılabilecek böyle bir beldeye hatırı sayılır oranda yatırım yapılmıştır. Anadolu'nun başka bir yerinde, bu ölçekteki bir beldeye bu kadar îmar faaliyetinde bulunulmamıştır. Balkan ve I. Dünya savaşlarında kimsesiz kalan çocukları barındırmak ve bir meslek edindirmek amacıyla kurulan müesseselere Dârüleytam deniyor.

 

Hamidiye Külliyesi'ni ziyâret ettikten sonra şehrin bittiği yerde, meyilli bir arâzide konumlanan şehidlik ve merkez kabristanını ziyâret ettik. Mezarlık alanları yurdun her yerinde aynı manzaraya sâhip. Yeni mezar yeri açmak için eski kabirleri yok saymak. Yok olmalarına göz yummak! Koskoca târihî mezarlıkta Osmanlı dönemine âit bir tâne mezar taşı bulduk. O da kırık, dökük. Belden aşağısı yok olmuş vaziyette. Söğüt’te, yol üzerinde veya içeri kısımlarda şüphesiz ziyâret edilecek daha başka ziyâret yerleri de var. Ertuğrul Gâzî tarafından yaptırılmış yegâne mîmârî eser olan, XIX. yüzyılın sonlarında Hacı Hüseyin adında bir hayır sâhibince ilk hâlinden tamâmen farklı bir biçimde yeni baştan inşâ ettirilen, “Kuyulu Câmi-i Şerîfi” olarak da bilinen Ertuğrul Gâzî Câmi-i Şerîfi ve Dursun Fakıh Türbesi gibi. Lâkin zamânımız kısıtlı olduğu için gördüklerimizle, ziyâret ettiklerimizle şimdilik iktifâ ediyoruz. Öğle yemeğimizi yedikten sonra tekrar Bilecik'e geri dönüyoruz.

 

Söğüt ziyâretimizi tamamladıktan sonra Bilecik şehir merkezi girişinde, Hisarlık Mevkii’nde bulunan Şeyh Edebali Hazretleri türbelerini ziyâret edeceğiz. Burası, Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunanlılar’ın çıkardığı yangından sonra terk edilen eski şehrin sınırında, çevreye hâkim, kayalık bir tepenin üzerinde yer alır. Türbenin bulunduğu tepenin dibinde bir câmi bulunur. Burası Orhan Gâzî Câmi-i Şerîfi'dir. Orhan Gâzî'nin diğer eserleriyle birlikte 14'üncü yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Şeyh Edebali Türbesi'ne 50 metre uzaklıktadır. Asıl minâresinin ana binâdan 30 metre uzakta, bir kayanın üzerine inşâ edilmiş olması câminin ilginç bir özelliğidir. II. Abdülhamîd Han zamânında önemli bir onarım görmüştür. İki yanında câminin gövdesine bitişik bulunan minâreler, bu tâdilat zamânında câmiye eklenmiştir. Orhan Gâzî Câmi-i Şerîfi, kimi araştırmacılar tarafından Osmanlı Devri Türk mîmârî sanatının dînî mîmârî alanında “kubbeli yapı denemesinin ilk örneği” olarak gösterilir. Kubbe üzeri restorasyon sırasında kurşunla kaplandığı için Kurşunlu Câmi-i Şerîfi adıyla da bilinir. Pencere üstlerinde Esmâ-ül Hüsnâ’dan bazı yazı örnekleri, duvarlarda dikdörtgen formunda büyük boyutlarda duâ yazıları bulunur. Câmi civârında, her pazar sabahı, sabah namazını müteâkiben çorba ikrâmı yapılmaktadır.

 

Orhan Gâzî Câmi-i Şerîfi'nin yanı başından merdivenlerle yukarı çıktığımızda tepelik alanda, kartal yuvası gibi konumlarıyla Şeyh Edebâlî Türbesi ve zâviyesi bulunur. Şeyh Edebâlî, mutasavvıf ilk Osmanlı kadısı ve müftüsüdür. Osman Gâzî'nin hocası ve kayınpederi, Orhan Gâzî'nin ise dedesidir. Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecinde çok büyük katkıları vardır. Türbe ve yanındaki zâviyenin babasının vasiyeti üzerine ilk olarak Orhan Gâzî devrinde inşâ edildiği kabûl edilir. Şeyh Edebâlî türbesinde Şeyh Edebâlî ile birlikte, şeyhin neslinden altı büyük ve dört küçük sanduka vardır. Türbe ve zâviye, Sultan II. Abdülhamîd Han döneminde ve son olarak da 2012 yılında tâdilat görmüş. Türbenin hemen yanında aynı târihlerde inşâ edildiği tahmîn edilen, Osman Gâzî’nin eşi Bâlâ Hâtun ve annesinin sandukalarının bulunduğu bir türbe daha bulunur. Şeyh Edebâlî türbesi civârında küçük bir hazire içinde ayakta kalmayı başarabilmiş birkaç tâne de mezar taşı vardır.

 

Vâdiden çıkıp şehir merkezine doğru yürürken, zincirli kayanın az ötesinde sâdece minâresi kalmış bir câmiye rastlıyoruz. Burası Osman Gâzî Câmi-i Şerîfi'dir. Bilecik, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından defalarca yakılıp yıkıldı, geriye âdetâ enkaz yığını kaldı. Taş-tuğla malzemeden inşâ edildikleri için minârelerin çoğu sağlam kaldı. Bu minârelerden birisi de Osman Gâzî Câmi-i Şerîfi minâresidir. Âdetâ o günlerin canlı şâhidi gibi. Bu sebeple denmiştir ki: “Târih bir milletin hâfızası, bir devletin haysiyeti, geçmişle gelecek arasında kurulmuş bir hakîkat köprüsüdür. Târih yoksa hâtıra yoktur, kök yoktur, hedef yoktur, kaynak kupkurudur." Cenâb-ı Mevlâmız cümlemizi ibret alarak hayâtını buna göre tanzîm edenlerden eylesin inşâallah.

 

Bilecik'te akşam Verenel Derneği misâfirhânesinde konaklayıp sabah erkenden Osmaneli’ye hareket ettik. Bu vesîleyle konaklama husûsunda yardımcı olan dergimiz genel yayın yönetmeni Hasan Hafif‘e ve Bilecik'te mihmandarlığımızı yapan Abdülhekim beye teşekkür ediyoruz. Buradan Anadolu Selçukluları'na başkentlik yapmış, çinileriyle meşhur İznik şehrine gitmeyi planlıyoruz. Vezir Han’a uğrayıp saat 10.00 civârında Osmaneli'ne ulaştık. Burası, yeşillikler arasında, gâyet sessiz ve sâkin bir belde. Burada evvelâ Rüstem Paşa Câmi-i Şerîfi'ni ziyâret ettik. Mâbed, Ulu Câmi-i Şerîfi olarak da bilinir. İlk olarak Kânûnî Sultan Süleyman Hân'ın dâmâdı Rüstem Paşa tarafından 1516 yılında yaptırılmış, klasik üslupta inşâ edilmiştir. Mîmar Sinan’ın çıraklarından biri tarafından yapıldığı tahmîn edilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen plan içeren câminin duvarları kesme taştan örülmüştür. Ülkemizde sınırlı sayıda bulunan Kâbe tasvirli çini panolarından birisi de rivâyetlere göre Rüstem Paşa Câmi-i Şerîfi bünyesindedir. Câmi kilit altında bulunduğu için 17. yüzyıla âit bu eseri maalesef gözlemleme fırsatımız olmadı. Notumuzu aldık, inşâallah başka bir seferde görmek nasîp olur.

 

Osmaneli şehir dokusunun, kültürel envanterinin en önemli kalemlerinden birisi de günümüze kadar ulaşan sivil mîmârî örnekleri, geleneksel evleridir. Belediye işlevsel hâle getirip, şehir hâfızasını, kültürel belleği geleceğe taşımak adına bu evler üzerinde restorasyon çalışması başlatmış. Bunu bütün köylerde, kasabalarda yaygınlaştırmak lâzım. Çeşit çeşit, rengârenk bu târihî konakların arasından geçerek daha yukarılarda bulunan Yıldırım Beyazıt Câmi-i Şerîfi’ne ulaşıyoruz. Rivâyetlere göre Yıldırım Beyazıt, eşi Hamide Hâtun’u güvenlik sebebiyle Osmaneli’ne yerleştirmişti. Hamide Hâtun da Şaban Ağa ile birlikte burada bir câmi yapımına başladı. İnşaatın bittiğini görmeden ikisi de vefât ettiler. Câmi daha sonraları tamamlandı. 1550 yılında Rüstem Paşa Câmi-i Şerîfi inşaatından kalanlarla câmi yenilenmiştir. Yakın zamanda restorasyona tâbi tutularak yeniden ihyâ edilmiş. İbâdete açık vaziyettedir. Şâyet bir gün yolunuz Osmaneli'ne düşerse ve kale civârındaki seyir terasına da çıkma imkânınız yoksa Sakarya nehri kenarında çay içmeyi yapılacaklar listesine ekleyebilirsiniz.

Eylül 2024, sayfa no: 62-63-64-65-66

 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak