Gönüllerin sürûru Ramazān-ı Şerîf… Yüreğimiz hasret yüklü. İnsanlıkla visâlin her defasında içimizde çağlayan sevinç. Zîrâ gelişin daralan nefeslere derin bir soluk. Karanlık dünyâ hayâtını aydınlatan bir nûr. Gaflet uykusuna dalan ömürlere bir intibah. Nefs-i emmâreye vurulan bir darbe. Hâl dilimiz sana ulaşabilmek için yalvarıyor, yakarıyor. Ömrümüzde yağdırdığın rahmet yağmurları can veriyorken dalımıza, toprağımızı gidişinle çoraklaştıracak olmanın da korkusundadır bu yakarış. Biz senden ayrılamıyor, sana vedâ da edemiyoruz. Nihâyet ömrü Ramazan olanlara ayrılık olmadığını biliyoruz. Berâberinde getirdiğin bereket, huzur, feyiz içimizde rahmet rüzgârları estiriyorken seni bir aya sıkıştırmak değil ‘bütün bir ömrü Ramazanlaştırmak’ lâzım geliyor.
Hoş geldin Ey Şehr-i Ramazan!
Cenâb-ı Hak kâinâtı hadsiz muhtelif nīmetlerle donatmış ve dâimî ikrâmını, ihsânını hizmetimize sunmuştur. Ādetâ ziyâfet sofrasına bizi buyur etmiştir. Bu sonsuz ikram karşısında bizim minnet ve teşekkür nişânemiz dâimî şükürdür. İşte Ramazan samîmî, içten bir şükrün anahtarıdır. Ramazan ile farkına varırız buyur edildiğimiz ziyâfet sofrasının, kıymetini anlarız tek tek bütün nīmetlerin. Nihâyet o zaman bir kez daha farkına varırız ev sāhibi değil de misâfir olduğumuzun...
Ramazān-ı Şerîf, zengin ile fakir arasında kurulan bir muāvenet köprüsüdür. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” buyuran fahr-i kâinât Efendimizin kurduğu gönül köprüsünü sağlamlaştıracak bir çiviyi de senin çakman demektir. Ramazan açın hâlini tokun nefsine tattırarak, onun hâlinden anlatır. İsraflarımızın kaç kişiyi doyuracağını, kaç kişinin susuzluğunu gidereceğini hatırlatır. Ümmet olma bilincine ve hassâsiyetine can verir. Müslüman olma coşkusunu en derinden hissettirir. Ramazan, ‘insanlık’ denilen ulvî mānâ gönüllerden ve yeryüzünden silinmeye yüz tutmuşken insanın insanlığa aç olduğunu anlatır. Ramazan insanlığın kardeşliğe susadığını anlatır. Bunu bize komşunun gönderdiği bir tabak yemekle, ihtiyaç sāhibine ulaşan bir koli erzakla, mutluluğu gözlerinden okunan, mahcûbiyeti sana dokunan bir çocuğun elindeki çikolata ile anlatır. Ve nihâyet Ramazan sana asıl seni hatırlatır..
“Ey îmân edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara, 183.) Oruç, nefsin terbiyecisidir. “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, dâimâ kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf, 53.) Nefis, dünyevî olana bağlanır. Kendini ebedî bilir de tadını kaçıran ölümü hātırına getirmek istemez. Her şeye güç yetireceğini, her istediğini yapacağını düşünür sonsuz zaaflarını ve acziyetini, dâimî olan muhtâciyetini görmezden gelerek. Kendini efendi telakkī eder köle olduğunu unutarak. Oruç ile, ācizliğinin hadsiz olduğunun ve dâimâ O’nun (cc) merhametine, mağfiretine muhtaç olduğunun farkına varır. Oruç, nefsin kesif saldırıları ve süflî istekleri karşısında bir kalkan olur. Dolayısıyla orucu tutmak oruca tutunmaktır.
Orucu tutmak ama nasıl? Orucu dilinle tutmak; yalana, kötü söze, gıybete karşı dilsizleşmek, dilini tövbe ve istiğfâr ile meşgūl etmektir. "Bir kimse oruçlu olduğu halde yalanı, dedikoduyu, yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allâh'ın, onun yemesini, içmesini terk etmesine ihtiyâcı yoktur.” (Buhārî, “Savm”, 8)
Orucu gözünle tutmak; gözü harama, kalbi bozan rûhu karıştıran çirkinliklere karşı köreltmektir.
Orucu kulağınla tutmak; kulağı faydasız sözlere karşı sağırlaştırmak, hak söz Kur’ân’ı dinlemekle meşgūl etmektir.
Orucu elinle tutmak; ihtiyaç sāhiplerine cömertçe uzanan bir el olmaktır, infâkı çoğaltmaktır. Elinin harama uzanmamasıdır.
Orucu kalbinle tutmak; kalbini çürüten duygulardan arındırmak, kalbi taşlaştıran günahlardan alıkoymaktır. Hulâsa orucu sâdece mīdeye değil, tüm bedene tutturmak; orucu tutarken oruca tutunmaktır, iftarı olmayan ömür orucuna tüm varlığını şâhit kılmaktır.
“O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidâyet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” (Bakara, 185.) Kur’ân-ı Kerîm, ezelden gelen bir tercüme, ebedî hidâyet rehberi.. Kur’ân muhteşem bir varlık manifestosu.. Kur’ân-ı Hakîm Ramazan’da nâzil olduğundan Mü’minler, bu nüzûlü lâyıkıyla karşılayabilmek, bu mānevî gıdâ ile tüm zerrelerine can vermek amacıyla Kur’ân’ı okumaya, dinlemeye, yaşamaya, yaşattırmaya çalışırlar. “Hazret-i Cebrâil (as) her Ramazan ayında Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (asm) gelir, Kur’ân-ı Kerîm’in o âna kadar nâzil olan âyetlerini baştan sona, karşılıklı, mukābele tarzında okurlardı”. Her Ramazan ayında yeryüzünün mescid hükmüne geçmesi mü’minlerin bu kudsî geleneğe o âna şâhit olur gibi riāyet etmesiyledir şüphesiz..
İbni Ömer (ra) rivâyet ediyor. Resûlullah (sav) buyurdular ki: “Kıyamet günü oruç ve Kur'ân, kula şefâat edecekler. Oruç şöyle diyecek: "Ey Rabbim! Ben onu gündüzleyin yemesinden ve nefsânî isteklerinden alıkoydum. Hakkında şefâatimi kabûl eyle!" Kur'ân da şöyle diyecek: "Ey Rabbim! Ben onu geceleyin uykusundan alıkoydum. Hakkında şefâatimi kabûl eyle!" İkisinin de şefâati kabûl edilir. Kıyâmet günü oruç ve Kur'ân, kula şefâat edecekler.”
Ey Rabbimiz okuduğumuz Kur’ân’ı, tuttuğumuz orucu bizlere şefâatçi kıl. Bizleri ömrü Ramazan, âhireti bayram olan kullarından eyle. Âmîn
Hamd olsun ālemlerin Rabbi olan Allâh’a..
Nisan 2022, sayfa no: 8-9-10
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak