İbâdetlerimiz önemini bu ibâdetleri bize emreden mercîden almaktadır. O da Rabbimizdir. Emrin O’ndan gelmesi bizim için yeterlidir. Onun emrinin başımızın üstünde yeri vardır. Onun için emir ve yasakların hikmetlerini araştırmanın dışında niçin ve neden sorularını sormadan “İşittik ve itâat ettik” demek ve gereğini yerine getirmek zorundayız. Emri kabûle karar verme anlamında sorgulama yapamayız. Çünkü Mü’min ve Müslüman oluşumuz bunu gerektirir.
İbâdetlerimiz aynı zamanda birer göstergedir. Kalbimizdeki îmânın göstergesi, dışa yansımasıdır. Organlarımızla sembolik olarak ifâde ettiğimiz ibâdetlerimizi değerli kılan, Kalbimizdeki îmanla bağlantılı olmasıdır. O Îmânın ibâdetlerle dışarı yansımasıdır. Namaz kılan birisinin, namazıyla ben Müslümanım demesidir. Oruç tutan, zekât veren, hac ibâdetini yerine getiren ve Kelime-i Şehâdeti söyleyen de aynı şeyi söylemektedir.
Her ibâdetimiz ile elde ettiğimiz belli kazanımlar vardır. Biz bu yazımızda sâdece oruç ibâdetininkinden bahsedeceğiz. O da orucun koruyucu olmasıdır. Peygamber Efendimizin (as) “Oruç kalkandır.” hadîsi bunu işâret etmektedir. Şüphesiz orucumuz, namazımız ve diğer ibâdetlerimizin bizi haramlardan korumaları gerekmektedir. Eğer ibâdetlerimiz bizi haramdan alıkoymuyorlarsa bu, ibâdetlerin bizden istendiği şekilde yapılmadığını gösterir. Bu da ibâdetin şekilde kalması demektir.
İblis, ibâdetlerimizi yerine getirmeyelim diye bütün enerjisini harcayarak bizi ibâdetlerden alıkoymaya çalışır. Bunun için de insanın içindekiyle yâni nefsiyle işbirliği yapar. O zaman bizim bu ikisinin irtibâtını bozmamız gerekir. Bu da nefse hâkimiyeti gerektirir. Nefsimize hâkim olmak zor bir iştir. Oruç ibâdeti ise nefse hâkimiyeti kolaylaştıran ibâdetlerin başında gelir. Oruca niyet ettiğimiz andan itibâren o güne kadar belli saatlerde yaptığımız birtakım alışkanlıkları terk ediyoruz. Etmek zorundayız. Yeme içme ve nefsin diğer bâzı arzuları gibi. İşte oruç tutan bir Müslüman âdetâ nefsine “Kusura bakma ey nefsim! Niyetli olduğum zaman diliminde orucuma zarar verecek hiçbir şeyi sana vermeyeceğim.” der. Ya da demelidir. Nefsin karşısındaki bu kararlı duruştan dolayı birçok tiryâkinin, oruç ibâdeti sâyesinde bu alışkanlıklarını terk ettiklerini görüyoruz.
Oruç ibâdetimiz bize sabrı kazandırmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Oruç kalkandır. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın).” (Müslim, Sıyam 164) Oruç tutan bizlerin sâdece bedenlerimizin alışkanlıklarına değil aynı zamanda nefsimizde mevcut bâzı ahlâkî anlayışlarımıza hâkim olmamızı emretmektedir. Kızmak, sinirlenmek gibi. Peygamber Efendimiz bizden, oruçlu iken nefsimizi gemlememizi istemektedir. Aksi takdirde fevrî bir davranış orucumuzu boşa götürebilir. Dolayısıyla oruç bize sabrı kazandırmalıdır. Hacc ibâdetindeki, fusuk, cidal ve şehvetin terki gibi.
Oruç ibâdeti ile nefse hâkimiyeti kuran Müslüman, organlarını da harama karşı koruma melekesi kazanır. O zaman gözünü harama bakmaktan, kulağını haram dinlemekten, dilini haram konuşmaktan (gıybet, iftira, yalan, dedikodudan) daha rahat muhafaza edecektir. Peygamber Efendimizin: "Kim oruçlu iken yalan konuşmaktan ve kötü hareketlerden vazgeçmezse, bilsin ki Allâh'ın onun yemeyi ve içmeyi bırakmasına ihtiyâcı yoktur.” hadîsi orucun aç kalmak demek olmadığını -eğer öyle olsaydı her aç kalmaya oruç denirdi-, aynı zamanda hem rûhen hem de ahlâken bize kazandırması gereken davranışların olduğuna dikkatimizi çekmiştir.
Zâten Allâhımız orucu bize emrederken şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183.) O halde bizi haramdan alıkoymayan bir oruç veya namaz sembolden öteye geçmemektedir. Aynı gerekçeler namazımız, zekâtımız ve haccımız için de geçerlidir. Yaptığımız ibâdetlerimizin bizi Allâh’a yaklaştırması gerekmektedir. Eğer bu maksat hâsıl olmuyorsa ibâdet şekilde kalıyor demektir. Kur’ân’ımızın ifâdesiyle “Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 44.) ve yine hacc için: “Azıklanın, şüphesiz azıkların en hayırlısı takvâdır.” (Bakara, 197.) derken ibâdette asıl olanın şekil değil mânâ boyutu olduğu vurgulamaktadır.
Oruç ibâdeti kul ile Allah arasında bir ibâdet olduğu için bu özelliğin oruçta daha çok hissedilmesi ve kendini göstermesi gerekir. Çünkü Efendimiz’in (as) ifâdesine göre Allâh’ımız: “Oruç benim içindir; onun karşılığını da Ben vereceğim” buyurmuştur. (Buhari, Savm,2,9) Kastımız orucun gizlik boyutudur. Çünkü gizli ibâdetlere riyâ kolay kolay bulaşmaz. Onun için Allâh’ımız orucun mükâfâtını açıklamamıştır.
Sâdece O’nun için tutulan bir oruç, yiyecek sıkıntısı çeken fakir insanların hâlini bize yaşatır. Tok hâlimizle aklımıza gelmeyen fakir fukara, orucumuzla berâber incelen hislerimize kendini daha çok hissettirir. Bunun topluma yansıması yardımlaşma ve kardeşlik duygularını güçlendirir. Ramazan aylarında yapılan yardımların çok ciddi meblağlara ulaşması da bunu göstermektedir.
Bunun yanında orucumuz da diğer ibâdetlerimiz gibi rûhumuzun gıdâsıdır. Rûhumuzu dinlendirir. Tıpkı bir yıl boyunca çalışan bedenimizin ve organlarımızın oruç ayında dinlendiği ve bakıma girdiği gibi. Bunun da sağlığımıza çok büyük katkısı vardır. Bunu doktorlar da ifâde etmektedirler. Bilhassa karaciğerin oruçla berâber kendini yenilediği ve fazla toksinleri vücûdumuzdan attığını belirtmektedirler. Kısaca, orucumuz hem ruh hem de beden sağlığımızda önemli bir etkiye sahiptir.
Asrımızın berâberinde getirdiği maddeye yâni dünyânın geçici nimetlerine aşırı düşkünlük ruh dünyâmızı karartmakta ve günümüz insanını mutsuzlaştırmaktadır. Bu ise daha çok kazanma hırsımızı tetiklemekte ve bize ruh dünyâmızı unutturmaktadır. Hâlbuki insan çift boyutlu yaratılmıştır. Ruh ve beden. Birisine yüklenildiği zaman denge bozulur. İşte gerek orucumuz ve gerekse diğer ibâdetlerimiz rûhumuzu dinlendirerek hayâtımızda bir denge oluşturmaktadır. Onun için Oruç ibâdeti de bize emredilen bütün ibâdetler de önemlidir.
İbâdetlerimiz aynı zamanda, sâhip olduğumuz Müslüman kimliğimizle yaşamamızın ortaya konmasıdır.
Ayrıca; ibâdetlerimizin hayâtımızda görünmesi îmânımızın kuvvetini gösterdiği gibi, ibâdetin hayâtımızda görünmemesi îmânın zaafını göstermektedir. Allâhımız rızâsına uygun ibâdet yapmayı bizlere nasîb eylesin.
Servet Yalçın (Haziran 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak