Bir kere Yüce Yaratıcı hiçbir şeyi boşuna ve anlamsız yaratmamıştır. Adı, şekli, mâhiyeti, konumu ne olursa olsun yaratılan her varlık O’nun varlığının ve birliğinin şâhididir. Her varlıkta O’nun erişilmez kudretinin yansımaları vardır. Kur’ân pek çok âyetinde hem yaratılış hârikası varlıklara hem de yaşanan hâdiselere ibret nazarıyla bakmayı emreder.
Göklerin ve yerin hükümranlığını, Allâh’ın yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimâlini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze inanacaklar?1
Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur. Allâh’a yönelen her kula öğüt ve bir belge olarak yeryüzünü yaydık, oraya sâbit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden yetiştirdik.2
Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?3
Göklerde ve yerde neler var, bir bakın, de. İnanmayacak bir millete âyetler ve uyarmalar fayda vermez.4
Yeryüzünde dolaşın; Allâh’ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün.5
Yeryüzünde gezin de yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın.6
Âyetlerde yerlerin ve göklerin yaratılışı, bu ikisi içerisindeki varlıkların yaratılışına ibret nazarıyla bakmamız, bunların üzerinde derinlemesine düşünüp Yüce Yaratıcı’nın erişilmez kudretini fark etmemiz istenmektedir. Son âyette ise yeryüzünde yaşanan olaylara bakmamız ve olanlardan ibret almamız istenmektedir. Demek ki hem varlıkların varoluşundaki eşsiz kudret âyetlerini, hem de yaşanmış ve yaşanmakta olan olaylardaki hikmetleri görmek gereklidir. Yâni hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır, meydana gelen hiçbir şey de anlamsız değildir. Onun için var olanlardaki sayısız hikmeti kavramaya çalışmak, olan her şeyde hayır olduğunu bilmek ve başımıza gelenleri hayra dönüştürmek mü’mince bir bakış açısıdır. Hastalık, kaza gibi olumsuz gibi görünen şeyler bile çoğu zaman uyanmamıza, kendimize gelmemize, bize olduğu kadar başkalarının da ibret almasına vesîle olan uyarıcılardır. Dolayısıyla onlarda bile sayısız hikmet vardır, onlar dahî rahmetin farklı yansımalarıdır. Şâirin dediği gibi:
Deme şu niçin şöyle. Yerindedir ol öyle. Bak sonuna seyreyle. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.
Vallâhi güzel etmiş. Billâhi güzel etmiş. Tallâhi güzel etmiş. Allah görelim n'etmiş. N'etmişse güzel etmiş.
Varlıklara Yansıyan İlâhî Rahmet!
Şu bir âyet de genel olarak Yüce Allâh’ın her şeyi kuşatan rahmetinin izlerini görüp üzerinde düşünmeye çağırıyor:
Allâh’ın rahmetinin belirtilerine bir bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphesiz ölüleri O diriltir. O her şeye Kādir'dir.7
Bu âyetten önceki ve sonraki âyetlerde Yüce Allâh’ın erişilmez güç ve kudretinin delilleri cümlesinden O’nun rüzgarları estirip oluşturduğu yağmur bulutlarından rahmet yağmurları yağdırması ve böylece ölmüş yeryüzünü yeniden diriltmesi sayılmakta ve O’nun her şeye kādir olduğuna dikkat çekilmektedir. Gerçekten de insanın sâhip olduğu her şey O’nun insana bahşettiği lütuf ve kereminin, evrene yaydığı ve tüm her şeyi kuşatan rahmetinin birer tecellîsi ve göstergesidir. Yağmur gibi maddî ikramlar da vahiy gibi mânevî ikramlar da O’nun rahmetinin eserleridir. Zîrâ yağmurun ölü arzı diriltişi gibi, Allah katından inen vahiy de ölü kalpleri diriltmektedir. Yağmurla yeniden dirilen kâinat da öldükten sonra dirilişin şâhididir. Yüce Rabbin katından inen âyetler de diriliş gününü bize hatırlatırlar.
İnsan O’nun rahmet sıfatının yeryüzünde tecellîsi sâyesinde düşünüp üretmekte ve O’nun sayısız nîmetlerinden çeşitli şekillerde faydalanabilmektedir. O’nun rahmetiyle varız, O’nun rahmetiyle varlığımızı sürdürebiliyoruz. Yürümemiz durmamız, oturup kalkmamız, konuşmamız duymamız, bakmamız görmemiz hep O’nun rahmetiyledir. Nitekim âyetlerde “Allâh’ın size olan lütuf ve rahmeti olmasaydı hâliniz nice olurdu!”8 buyurulmuştur.
Eşyâya ve Olanlara Gönül Gözüyle Bakabilmek!
Bakmak yalnızca baş gözüyle yüzeysel bir bakış değildir. Kalp gözüyle ibret nazarıyla bakıp görme, anlama, kavrama ve yorumlamadır. Onun için görenedir görene, köre nedir köre ne? denilmiştir. Bu yüzden Kur’ân, Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir.9 diye uyarmakta sonra da pek çok âyetinde gerçeği göremeyenleri/görmek istemeyenleri körler diye nitelemektedir:
O inanmayanlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler.10
İnkâr edenlerin durumu, çağırma ve bağırmadan başkasını duymayarak haykıran gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.11
(O Allâh’a verdikleri sözden cayan İsrailoğulları) bir fitne kopmayacağını sandılar, körleştiler, sağırlaştılar…12
Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide berâberinde olanları kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları suda boğduk, çünkü onlar kör bir toplumdu.13
Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?14 Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir.15
Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl sâhipleri ibret alırlar.16
Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim.17
Bu dünyâda kalbi kör olan, âhirette de kör ve daha şaşkındır.18
Benim Kitâb'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyâmet günü de onu kör olarak haşr ederiz. O zaman: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşr ettin? Oysa ben gören bir kimseydim» der. Allah: «Böyledir, âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun» der. İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları böylece cezâlandıracağız. Hem, âhiretin azâbı bu dünyâ azâbından daha şiddetli ve daha devamlıdır.19
Rahmân’ın kulları kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.20
Âyetlerde bahsedilen körlük ve sağırlık, fizikî bir görememe yâhut işitememe değildir. Söz konusu edilen körlük ve sağırlık gören gözü olduğu halde gerçekleri görmeyenlerin, işiten kulağı olduğu halde hakîkatleri duymazdan gelenlerin durumudur. Bu sebeple Kur’ân bize eşyâya ve olanlara nasıl bakacağımızın yollarını öğretir. Onlardaki ilâhî kudreti görmemizi, anlamamızı, kavramamızı ister. Bunun için de derinlikli düşünme şarttır. Ön yargıdan uzak bir hakîkat arayışı içerisinde bir bakış açısına sâhip olmak şarttır.
İşte bu bakışıyla bakan kimse eşyânın hakîkatini fark eder, eşyânın yaratılışındaki hikmetleri görür. Bu dünyâ hayâtının geçici bir sınav yeri olduğunu bilir, asıl kalıcı yurdun âhiret yurdu olduğunun bilincinde hareket eder. Kendisine bahşedilen sınırlı dünyâ hayâtını, âhiret yurdunu kazanma uğruna değerlendirir. Hizmetine verilen zaman, mekân, ömür, nefes, hava, su, gıdâlar, imkân ve fırsatları birer emânet nîmet olarak algılar ve onları yerli yerinde kullanmaya gayret eder. Zîrâ bizler, her şeyimizle O’na āitiz. Sâhipmişiz gibi gözüken şeylerin asıl sâhibi Yüce Rabbimiz’dir. Bizler, mecâzî olarak sâhip olduklarımızın emânetçileriyiz. Emânete riāyet etmekten sorgulanacağımızı biliriz.
Dipnotlar:
1 A’râf 7/185.
2 Kāf 50-6-8.
3 Ğâşiye 88/17-20.
4 Yûnus 10/101.
5 Ankebût 29/20.
6 Âlu Imrân 3/137, En’âm 6/11, Nahl 16/36, Neml 27/69, Rûm 30/42
7 Rûm 30/50.
8 Bakara 2/64; Nisâ 4/83, 113; Nûr 24/10, 14, 20, 21.
9 Hac 22/46.
10 Bakara 2/18.
11 Bakara 2/171.
12 Mâide 5/71.
13 A’râf 7/64.
14 Ra’d 13/16.
15 Fâtır 35/19-21.
16 Ra’d 13/19.
17 En’âm 6/104.
18 İsrâ 17/72.
19 Tâhâ 20/124-127.
20 Furkân 25/73.
Ekim 2024, sayfa no: 10-11-12
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak