Ara

Önce Şekil Vardı Sonra Ruh Verildi

Önce Şekil Vardı Sonra Ruh Verildi

Yüce Rabbimizin bir ismi de el-Hakîm’dir. O’nun her söyleminde, her eyleminde sayısız hikmet vardır ve O hükmedendir. O’nun söylem, hüküm ve eylemlerindeki hikmetin bir kısmını bilebiliriz, bir kısmını da görmekten kavramaktan āciz kalırız. O’nun hikmet tecellîlerinden biri de yeryüzünün en şerefli, en donanımlı varlığı insanı yaratmasıdır. 

O, önce insanın şeklini yarattı. Onu kendi elleriyle yarattı ve ona en güzel şekli verdi. Önce şekil var oldu, hemen ardından ona ruh üfürüldü, can verildi. Demek ki şekil öncedir, ruh sonradır. Ne tek başına şekil insandır ne de tek başına ruh. İnsan, şekil ve rûhuyla birlikte insandır. Konuyla ilgili âyetlerde şöyle buyrulur:

And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Âdem'e secde edin» dedik…1 Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp rûhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın» demişti.2 Sizin için yeri durak, göğü binâ eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!3 Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip rûhundan ona üfleyen Allah'tır.4 Gökleri ve yeri gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş O'nadır.5

İlk insanın topraktan yaratılma aşaması böyledir. Onun ana rahmine düşüp dünyâya gelmesi de buna benzer. Hadislerden öğreniyoruz ki ana rahmine düşen insanın da önce şekli oluşmaya başlar. Ruh ise ona rahme düştükten günler sonra (40 veya 120 gün sonra) üfürülür.

Aslında şekil-ruh, madde-mānâ, sûret-sîret birbirlerini tamamlayan şeylerdir. Onlar birbirinin alternatifi değildir. Şekil rûha mānî değildir, ruh da şekle. Ama biz bunun hikmetini tam olarak kavrayamadık. Önce rûhu kaybettik, ardından şekil de yok oldu. Elbette ruh önemliydi, ancak şekil gereksiz değildi. Sözgelimi ilmihallerimiz, ağırlıklı olarak abdest ve namaz ibâdetinin şekli üzerinde durdu. Abdest ve namazın rûhu pek gündeme getirilmedi. Namazda şekillerde bir eksiklik yâhut aksama olduğunda onları telâfî etmek için sehiv secdeleri vardı, ancak namazın rûhu kaybedilirse yâhut namazda ruh eksik olursa bunun telâfîsi yoktu, belki de bu hiç gündeme getirilmedi. Sözgelimi dört rek’atlı bir namaz rükunlarından biri eksik yâhut üç rek’at kılındıysa, iādesi gerekti. Ama ruhsuz, huşu’suz, huzu’suz kılındıysa bunun iādesi üzerinde durulmadı. Bugün düzenli namaz kılanlarımızın oranı yüzde yirmilerin altında seyrediyorsa, bu önce namaz rûhunu kaybedişimizin sonucudur. Namazı kılmanın amacını, hikmetini, rûhunu kaybedince şekli de ötelenir, ertelenir ve terkedilir olmuştur. 

O halde mâdem ki önce şekil var oldu sonra ruh, biz de kaybettiklerimizi önce şekil olarak inşâ edeceğiz, sonra ona ruh ilâve edeceğiz. Önce sûretlerimizi, ardından sîretlerimizi düzenleyeceğiz. Zîrâ şekli yapmak ve yerine getirmek daha kolaydır. Şekli yapamayan, rûhu hiç yapamayacaktır. Secde etmeden, secde izleri sûret ve sîretlerimize yansımayacaktır.

Çocuklarımızı ibâdet hayâtına hazırlarken önce şekilden başlayacağız. Onlar yedi yaşına gelmeden önce güle oynaya namaz kılmaya başlayacaklar, yedi yaşından sonra namaz kılmaya başlayacaklar, buluğ çağına erdiklerinde de bir yükümlü olarak namaz ibâdetini edâ edeceklerdir. Elbette küçük yaşlarında da onlara namazı Yüce Yaratıcı için kılınan, bunca nīmetleri karşısında O’na teşekkür ifâdesi olan, O’na sevgimizi gösteren bir ibâdet olduğunu anlatacağız. O’nun huzūrunda durduğumuzun bilincinde namaz kılmamız gerektiğini açıklayacağız. Namazda ne dediğimizi ve ne yaptığımızı bir bir anlatıp öğreteceğiz. Namazın günlük hayâtımıza, sosyal hayâtımıza nasıl yansıdığını anlatacağız. Bu konuda kendimiz örneklik edeceğiz. Elbette namazın şeklini önemseyeceğiz, bütün her şeyimizle kıbleye yönelip kıyamda dimdik durmanın, rükûda sırtı düz tutmanın, secdede kolları yere sermemenin gereğini, namazda ellerimizin durumunu, gözlerimizin hangi rükunda nereye bakacağını, duā ve sûrelerin hakkını vererek düzgünce okumamızın gereğini öğreteceğiz. Onlara yönelik namaz derslerimiz olacak, kısa fakat periyodik süren namaz sohbetlerimiz olacak. Bütün bunların yanında namaz rûhunu onlara anlatıp, bilinçli namaz kılmanın ne olduğunu öğreteceğiz. Namazda kimin huzūrunda durduğumuzun, kiminle konuştuğumuzun farkında olmayı öğreteceğiz. Namazın mānevî bir dolum ameliyesi olduğuna dikkat çekeceğiz. Namazsız olmanın, şarj kaynağından kopmak demek olduğunu tekrarlayacağız. Ezanın, tekbirin, namazda tekrarlanan diğer cümlelerin mānâlarını hep gündeme getireceğiz. Allah Rasûlü başta olmak üzere İslâm büyüklerinin nasıl namaz kıldıklarını anlatıp namazın hayâta nasıl yansıyacağını anlatacağız. 

Elbette bu yalnızca namaz ibâdeti için geçerli değildir. Diğer ibâdetler ve dînin emir ve yasakları için de durum böyledir. Onun için kaynaklarımız, bir hükmün konuluşundaki teşrî’ hikmetini müstakil başlıklarda anlatırlar. Sözgelimi abdest ve namazın teşri hikmeti, zekât-oruç-haccın teşri hikmeti vb. Aslında ahlâkī değerleri anlatırken de izlenmesi gereken yol aynıdır. Sözgelimi dürüstlüğü anlatırken, niçin dürüst olmamız gerektiğini; affedici olmamız gerekirken niçin affedici olmamızın gerektiğini enine boyuna anlatmalıyız. İnsan yetiştirme, bir kısım emir ve yasaklarla karşımızdakine, robot gibi bilgi yüklemek değildir. Biz bilgiyi içselleştirerek öğretmeliyiz. Her şeyde hikmet boyutunu öncelemeliyiz.

İşte tesettür konusu ve Müslümanların bu konudaki savrulmaları. Anadolu’da tesettürün şekli vardı, ancak çoğu Müslüman bunun içini dolduramadı, tesettürün kadın ve erkek için Yüce Allâh’ın emri olduğu, her insanın önce Yaratıcının emri olduğu için giyinip örtünmesinin gerekli olduğu, ilk insanın eşiyle birlikte cennet elbiseleriyle giyinip kuşandığı ve tesettürün diğer hikmetleri unutuldu. Tesettür rûhu, tesettür bilinci kaybedildi. Sonunda ruh da gitti, şekil de gitti. Ruh gidince, şekilde yozlaşmalar başladı, kızımız oğlumuz bize āit olmayan kültürlerin etkisiyle giyinip kuşanmaya yâhut giyinik çıplaklar olmaya başladı. 

Kalbim Temiz Sen Ona Bak!

Bütün bu savrulmaları temize çıkarmak için geliştirilen savunma mekanizmalarından biri de ben dînin emirlerini yerine getiremiyorsam, dînin ölçülerine göre yaşayamıyorsam da benim kalbim temizdir şeklindeki sözdür. Halbuki kalp temizliği öncelikle, bizim görüp fark edebileceğimiz bir şey değildir. Zîrâ kalplere bakacak olan ve kalplerdekini bütün yönleriyle en iyi bilen Yüce Allah’tır. Ama bizler kalbin temiz olup olmadığını yâhut ne kadar temiz-kirli olduğunu insanın davranışlarından anlayabiliriz. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur: Vücutta bir et parçası vardır. O, iyi olduğunda bütün beden iyi olur. Şâyet o bozulursa bedenin diğer organları da bozulur.”6 Peki, kalp ne zaman iyi-temiz olur, onu da hadisten öğreniyoruz: Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günâhından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tevbe etmeyip günah işlemeye devâm ederse, o siyah nokta artar ve kalbi istîlâ eder. İşte Yüce Allâh’ın Kur’ân’da zikrettiği kalp kirlenmesi, budur”.7 Demek ki işlenen hatālar, kalbe siyah noktalar olarak yansır; yapılan iyilik ve güzellikler de kalbe beyaz noktalar olarak yansır. Dolayısıyla kalp temizliği, kuru bir iddiadan ibâret değildir. İç dünyâ dış dünyânın temelidir, dış dünyâ da iç dünyânın aynasıdır. Fikir zikre yansır, zikir de fikri oluşturur. 

Hz. Mevlânâ, insanı testiye benzeterek şöyle der: Anlayış sudur, bedense testi. Testi kırılınca içindeki su dökülür gider! Bu testinin beş tâne büyük deliği vardır, anlayış suyu onlardan akıp gittiğinde içinde ne su durur ne de akıl kârı!8Ondaki beş delik de iki göz, iki kulak ve bir ağız olmak üzere beş duyudur. Hak yolunda yürüyen kişi, beden testisini nefsânî taşlarla kırmaktan, beş duyu musluklarını anlayışsız kişilere açmaktan sakınmalıdır.9 Bu temsîle göre testinin içindeki su da mānâlardır. Mānâların toplanması ve taşınması için testiye ihtiyaç vardır. Bu yüzden testi de kırılmaktan korunmalıdır. Zîrâ testinin kırılması ile, mānâlar akar gider. Testiyi kıran ise nefis ve şeytan kaynaklı tutkulardır. Ama insana düşen, testinin dışı ile, onun yüzeyindeki nakışlarla fazla ilgilenmemesi, içindeki suya ulaşmasıdır. Testiyi taşımaktan maksat suya erişmektir, lâkin testi olmadan da su dolmaz! Testinin dış güzelliği de ihmâl edilmemelidir.O halde dîni şekil ve ruh olarak birlikte görmeli, şekil ve rûhun birbirini tamamlayan iki temel unsur olduğunu bilmeli, şekli gerçekleştirmenin daha kolay olduğundan hareketle şekli gerçekleştirip içerisini ruh ile doldurmalı, şeklin ruhla birlikte canlı kalacağı ve yaşayacağı unutulmamalıdır. Anne-babalar başta olmak üzere tüm eğitimcilerimizin bu gerçekler doğrultusunda hareket etmeleri, başarıya ulaşmak için elzemdir. 

Dipnotlar:

1 7 A’râf 11.

2 15 Hıcr 29, 38 Sâd 72.

3 40 Ğâfir 64.

4 32 Secde 7-9.

5 64 Teğâbün 3.

6 Buhārî, İman 39; İbn Mâce, Fiten 14.

7 İbn Mâce, Zühd, 29.

8 Mesnevî, III, 2099-2100.

9 Can Şefik, Mesnevî Tercümesi, III, 184.

Şubat 2022, sayfa no: 12-13-14-15

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak