Ara

Olanda Hayır Görmeli ve Olanları Hayra Dönüştürmeli

Olanda Hayır Görmeli ve Olanları Hayra Dönüştürmeli

Bizlere ömür takdîr eden Yüce Rabbimizdir. O’nun her eylediğinde ve her söylediğinde sayısız hikmet vardır. Biz bu hikmetleri kimi zaman görüp anlayabiliriz, kimi zaman da tam mânâsıyla fark edemeyebiliriz. Ama biliriz ve inanırız ki O hakîmdir, her yaptığında sayısız hikmet vardır. O, hiçbir şeyi boşuna, yersiz, gereksiz ve anlamsız olarak yapmamış, yaratmamıştır.

Sözgelimi O, dilediği kimseye çocuk verir, dilediğine vermez. Dilediğine kız çocuğu verir, dilediğine erkek. Dilediğine ikiz verir, dilediğini kısır bırakır. Bunların hepsi Yüce Yaratıcı’nın takdîri ve yaratmasıdır. Hepsi yerindedir, hepsinde hikmet vardır. Dolayısıyla hiç kimse benim niye çocuğum olmuyor yâhud benim niye kızım oluyor da oğlum olmuyor yâhud benim niçin oğlum oluyor da kızım olmuyor diyemez, dememeli, olanda hayrı görmeye çalışmalıdır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:

Göklerin ve yerin hükümranlığı Allâh’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. Yâhud hem kız hem erkek çocuk verir, dilediğini de kısır kılar. O, bilendir, her şeye Kadîr'dir.1

Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler hâlinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap’tadır. Doğrusu bu Allâh’a kolaydır.2 Demek ki olacak olan her şey ilâhî ilimde önceden takdîr edilmiştir. Her şey planlı ve programlıdır. Hiçbir şey rastgele değildir. Herkes için belirlenen ömür süreleri ve ölüm târihleri aslâ değişmeyecektir. Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler.3 O halde yapılması gereken bize verilene râzı olmak ve verileni en güzel şekilde değerlendirmektir. Ömrün uzun olmasının bizim için hayır yâhud şer olacağı kesin değildir. Önemli olan ömrü bereketli bir şekilde, o ömrü bize emânet edenin ölçüleri doğrultusunda kullanmaktır. Zâten ömrü değerli kılacak olan da onun Allâh’ın ölçüleri doğrultusunda kullanılmasıdır.

Uzun ömürlü yaptığımızın hilkatini tersine çevirmişizdir. Akletmezler mi?4Uzun ömür tek başına hayır değildir. Değerlendiremeyenler için uzun ömür vebaldir. Hem insan bilemez ki, ömrünün ilerleyen yılları belki de onun günahlar işlemesine sebep olacak. Yâhud da insan, ömrünün ilerleyen zamanlarında eski gücünü kaybedecek, hastalanacak, bildiklerini unutacak, ayakta duramayacak, vazîfelerini lâyıkıyla yapamayacak. İlerleyen yaşında çocukluk günlerine tekrar dönecek, konuşamayacak, yürüyemeyecek, kendi işini kendisi göremeyecek, yaşadıkları ömrünün en rezil günleri olacak! Onun için yapılması gereken Allah’tan hayırlısını istemek ve verilenleri hayra dönüştürmek için gayret etmektir.

Ölümün yüzü soğuktur, ölümü kimse istemez; her insan uzun yaşamak ister. Ölümsüzlük insanda bir tutkudur. İlk insanın cennette yasağı çiğnemesindeki temel etken bu tutku değil midir? Ölümsüzlük ağacı, eskimeyen mülk, kalıcı melik yâhud melek olma ümîdiyle yasak ağaçtan yemedi mi?

İnsan, kendisine verilen süre içerisinde tâbi tutulduğu sınavdan sorumludur. Bir insanın kendisine verilen süreyi iyi değerlendiremeyip bana daha uzun süre verilseydi demesi tutarlı değildir. Zîrâ, verilen süreyi değerlendiremeyen bir kimseden, verilecek olan süreyi değerlendirmesi nasıl beklenebilir? Aslında bu, kendisine verilen ömrü lâyıkıyla değerlendiremeyen kimselerin sığınmaya çalıştıkları bir durumdur. Böyleleri şöyle diyerek suçlarını örtbas etmeye çalışırlar: And olsun ki, onların hayâta diğer insanlardan ve hattâ Allâh’a eş koşanlardan da daha düşkün olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa üzün ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür.5

Hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyen, kimseye yapamayacağı şeyleri emretmeyen Yüce Rabbimiz, imtihâna tâbi tuttuğu her insana düşünüp aklını kullanacağı bir süre verdiğini beyan eder: İnkâr edenler cehennemde: ‘Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim’ diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: ‘Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azâbı tadınız, zâlimlerin yardımcısı olmaz.’6Gerçekten de mükellef çağını yaşayan her insan, aklını kullanıp öğüt alacağı bir süreyi yaşamıştır, karşısına çıkan pek çok kişi yâhud olaylar ona uyarılarda bulunmuş, hatırlatmalar yapmıştır. Ama bütün bunları değerlendiren değerlendirmiş, değerlendiremeyen de kaybedip gitmiştir. Yaşanan acı-tatlı olaylar, vâdesini doldurup aramızdan birer ikişer ayrılıp gidenler, dökülen saçlar, ağaran sakallar, buruşan yüzler, kaybedilen güç ve kuvvet, geride kalan gençlik günleri… Gece gündüz, doğan ve batan güneşler, yeşerip kuruyan ağaçlar… Bunların hepsi akıllı insan için birer haberci, birer uyarıcıdır. Anlayan için bunlardan birkaçı bile yeter. Anlamaya niyetli olmayanlar için ise, milyonlarca uyarıcı âyet gelse yine azdır.

O halde bizler, bize verilen ve bizim için uygun görülen ömrü ilâhî bir nîmet ve emânet olarak görüp değerlendirmeye çalışmalıyız. Her an ölebileceğimizin şuurunda kendimizi âhiret yurduna hazır etmeliyiz. Kendimizi o büyük randevuya hazır etmeliyiz. Şâirin şu sözleri ne kadar anlamlıdır! Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutun tahtası, bilsem hangi ağaçta?

Sual: Ey velî, insan nasıl olmalı, söyle!/Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle...

Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir! Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!

Not: Ayrı bir sayfaya konabilir!

Siftah Senden Bereket Allah’tan

Adam, sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra dükkânının yolunu tuttu. Sabah namazından sonra yatmak âdeti değildi. Öyle görmüştü büyüklerinden, sabah uykusunun rızka bir pusu olduğunu duymuştu onlardan. Dükkâna gitmeyip evinde kaldığı Pazar günleri bile yatmazdı sabah namazından sonra. Câmiden gelince kahvaltı saatine kadar Kur’ân’ını okurdu. Evin penceresini açmayı da ihmâl etmezdi, sabahın bereketli vaktinde melekler gelsin diye…

O gün de erken açmıştı dükkânını. Ve işte ilk müşterisi içerideydi. Selâmlaştılar, konuştular ve anlaştılar. Hayırlaştılar. Rızâ pazarlığı ile alım-satım hayırlaşmanın adıydı onların dilinde. Pazarlıktan sonra el sıkıştılar, o müşterisine aldığın malın hayrını gör dedi. Müşterisi de ona sen de aldığın paranın hayrını gör diye karşılık verdi.

Adam, siftah senden bereket Allah’tan diye söylendi ve aldığı parayı yere attı. Bu, onun günün ilk saatinde sürekli yaptığı bir şeydi. Parayı yere atarak ona değer vermediğini, her şeyin paradan ibâret olmadığını, asıl olanın hayırlısı olduğunu söylemek istiyordu. Sonra yerdeki parayı aldı, itinâ ile dürüp cebine koydu. Şimdi kazandığı paranın hayrını görmeyi ve berekete ermeyi bekliyordu…

Dipnotlar:
1 Şûrâ 49-50.
2 Fâtır 11.
3 A’râf 34, 10 Yûnus 49, 16 Nahl 61, 34 Sebe’ 30.
4 Yâsîn 68.
5 Bakara 96.
6 Fâtır 37.
Yenidünya Dergisi Ocak 2019, Sayfa No: 14-15-16

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak