Ara

Okul Sıralarından Çanakkale’ye: Gidip De Dönmeyenler

İsmail Çolak   Çanakkale, kimliğimizin, benliğimizin ve mukaddesatımızın kodlarının saklı tutulduğu kutsal mekânlardandır. Anadolu’daki varlık mücadelemizin en ağır imtihanlarından birini burada verdik. Çanakkale Savaşı’nın bir din, iman ve mukaddesat savaşı olduğuna şüphe yoktur. Bu savaşta, Osmanlı’nın “irfan ordusu” ve “genç mektepliler” de kahramanca mücadele etti. Bir hilâl uğruna, hayatının baharını idrak eden nice civanmert genç cümle varlığını feda etti.   MAHŞERİN KALEMLİ SAVAŞÇILARI O çetin kader savaşında İstanbul, Çanakkale ve çevre illerdeki lise ve üniversite gençliği; muallimi, tekke ve medrese talebesi; şeyhi ve müderrisi ile topyekûn maarif ordusu da yerini aldı. Savaşın başlamasıyla birlikte birçok seçkin lisenin yanı sıra Darülfünun’da da eğitime ara verildi. Okullar en az bir yıl kapalı kaldı. Tahsil çağındaki gençlerimiz, Anadolu’nun dört bir köşesinden okullarını, kalemlerini ve ideallerini geride bırakarak, ülkesini, mukaddesatını ve medeniyetini müdafaa etme şuuruyla cepheye koştular.   Savaş sırasında devlet, cepheye asker yetiştiremiyordu. 15 yaşın üstündeki gençlerin bile cepheye sevk edilmeleri normal bir hadise olmuştu. Askeri Mükellefiyet Kanunu’na göre askerlikten tecilli tutulan sultanî ve idadî (lise) talebeleri, baş gösteren asker ihtiyacı sebebiyle zamanla silâhaltına alındı. Liselerde 1900 doğumlular dahi mecburen cepheye gitti.   PAYİTAHTIN ZOR GÜNLERİ Savaşın başladığı ilk zamanlarda, İstanbul’da birbirini tutmayan söylentiler dolaşıyordu. Bir söylenti de, düşmanın İstanbul’a doğru yürüdüğü ve hedefin payitaht olduğu haberiydi. Mart ayında, Çanakkale’ye yapılan donanma saldırısını umursamayan İstanbullular, düşman Gelibolu’ya çıkarma yapınca heyecanlanmış ve paniğe kapılmışlardı. Hükümetin Anadolu’ya taşınacağına ilişkin haberler ve bu iş için trenlerin hazırlanması halkı iyice tedirgin etmişti. Mayıs ayının 25’inde İstanbul, savaşın sıcaklığını ve tehditkâr bir hal aldığını birden anlayıverdi. Çünkü Boğaz’da bir İngiliz denizaltısı belirmişti.   Çanakkale gibi, insanın adeta “öğütüldüğü” bir savaşta yeni asker gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’ya ilanlar asılıyor ve gönüllü asker çağrıları yapılıyordu. Taze kan talebine, büyük bir iştiyakla ilk karşılık veren kesimlerden biri de “Mektepli Mehmetler” olmuştu. İstanbul’un işgal edilip payitahtın düşeceği sözlerinin her gün ortalıkta dolaştığı bir durumda İstanbul ve taşrada eğitimlerine devam eden lise ve üniversite talebeleri elbette ki rahat oturamazlardı; vatan müdafaası için onlar da bir şeyler yapmalı ve üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmelilerdi.   CEPHENİN YOLUNU TUTAN MEKTEPLİ MEHMETLER Gerek Balkan Savaşları gerekse I. Dünya Savaşı’nın hâsıl ettiği ağır şartlar, İstanbul ve Anadolu’daki okulların neredeyse tamamının düzenli bir eğitim sürdürmesini engellemiştir. Savaş dönemlerinde, öğrencilerin ekseriyetinin askere gitmesi sebebiyle okulların tamamına yakını boşalmış; hastane, karargâh gibi çeşitli yan hizmetlerde kullanılmıştır. Seferberlik yıllarında, askerlik çağındaki bütün gençler gibi üniversite öğrencileri de silahaltına alınmış ve “gönüllü, öğrenci veya Dar’ülfünun taburları” adıyla çeşitli cephelerde çarpışmışlardır.   Savaşın başladığı günlerde İstanbul’un münevveri/okumuşu akın akın Çanakkale’ye gönüllü gitmenin yollarını arıyorlardı. Üniversiteler boşalmış, yaşlı hocaların sınıflarda ders verecek öğrenci bulmaları zorlaşmıştı. Liselerin son sınıf öğrencileri ve öğretmenler, bölük bölük askerlik şubelerinin önlerinde sıraya girerek bir an önce Çanakkale’ye gidebilmenin heyecan ve sabırsızlığını yaşıyorlardı. Bilhassa, Galatasaray, İstanbul, Vefa Liseleri neredeyse tamamen boşalmıştı. Mektep idarecileri ve velilerin, çocuklara söz geçirmesi ve onları İstanbul’da tutmaları mümkün olmuyordu.   MAARİFİN ÖDEDİĞİ BEDEL Çanakkale’de yaptığımız büyük fedakârlıklardan biri de geleceğin aydın, ilim adamı, âlim ve yönetici zümresini teşkil edecek olan havas tabakayı feda etmek oldu. Cephede şehit düşen genç mekteplilerin on binlercesi, yüksek seviyede ilim ve irfana sahip medrese öğrencisiydi. Şehadete yürüyen gençlerin sayısı, hangi mektep, medrese ve tekkeden geldikleri ve askerlik kayıtları Harbiye Nezareti’ne düzenli bir biçimde ulaşmadığından tam olarak bilinmemektedir.   Eğitim kurumlarının kayıtları incelendiğinde, lise birinci sınıf haricinde kalan öğrencilerin çoğunun savaşa katıldıkları ve ekseriyetin geri dönmeyi başaramadığı; liselerin iki yıl süre ile (1915-1916) öğrenci mezun edemediği anlaşılmaktadır. Kesin olmayan rakamlara göre sadece Çanakkale’de şehit olanların 10 binden fazlasının yüksek tahsilli, 70 bin kadarının da rüştiye (ortaokul) mezunu olduğu tahmin edilmektedir.   Bu noktada bilhassa Çanakkale Savaşı’nda, eskilere göre daha eğitimli ve idealist olan genç kuşağın ve öğretmen neslinin kaybedildiği tespiti yapılmaktadır. Çanakkale; Osmanlı’nın geleceği olan, eğitimli bir nesli sinesine çekmiştir. Onlar ülkenin beyin takımı, aydın tabakasıydı. Savaştaki aydın kaybı sonraki dönemlerde Osmanlı’yı ve genç Türk Devleti’ni derinden etkiledi. Bu süreçte zuhur eden, kaht-ı rical ve aydın taifesi yokluğu en menfi tezahürlerdendi.1   ÇANAKKALE’DEKİ GENÇLİK RUHU Çoğunun bıyıkları henüz terlememişti bile; hayatlarının baharındaydılar ve her genç gibi onların da tatlı hülyaları ve idealleri vardı. Kısa bir talimden sonra cephenin yolunu tutmuş, mahşerin cehennemî atmosferini bir miktar teneffüs ettikten sonra ebediyete kanat çırpmışlardı. O öpülesi kınalı başlarını, o terütaze bedenlerini bir hilâl uğruna kurban etmekte tereddüt göstermemişlerdi. Diplomalarını, şehitlik beraatı olarak inşallah Cennet’te alacaklardı.   Onlar, hür bir vatanda, özgür bir hayata ve geleceğe kavuşmamız için adanmış bir adak, ödenmiş bir diyet, yatırılmış bir teminattı. Vatanın nadide yetişmiş birçok seçkin, yiğit evladı, cetlerinin mezarını torunlarının beşiği ile birleştirmek için, din, vatan, millet, hürriyet ve istikbal uğruna hayatın kendisine sunduğu her hakkı, zevki, emeli, daha da mühimi gençliğini ve ideallerini cömertçe feda etti. Bu yüzden dünya durdukça tarih, onların bu destansı kahramanlık ve fedakârlıklarını hep takdirle anacak ve genç kuşaklara her daim örnek gösterecektir. Onlar, mübarek bedenlerini vatanımızın tapu senedine çevirip bize armağan ettiler. Hâlâ muhtaç, hâlâ hasret değil miyiz onların sergiledikleri “Çanakkale Ruhu”na?   Şu halde bize düşen başlıca görev, onların taşıdığı vatan sevgisi, tarih bilinci ve ruh yüceliği ile donanmak ve uğruna canlarını adadıkları kutsal emanete ve değerlere sahip çıkmaktır. Ruhlarını şad etmeye yarayacak en güzel icraat; gelecek yüzyıllara, dünya üzerinde söz sahibi bir “Büyük Türkiye” ile girmek ve güzel yurdumuzu ebedî vatan kılmaktır.   Bu genç bahadırların yazdıkları Çanakkale destanı ve hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar ulvî kahramanlıkları karşısında üzerimize düşen vazifeler hakkında söylenebilecek en anlamlı sözlerden biri de, Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) müderrislerinden İsmail Hakkı Bey’in şu sözlerinde mündemiçtir: “Çanakkale müdafaası yapılmış, kazanılmıştır. Lakin vazife yalnız askerler ve kumandanlar için bitmiştir. Bizim için bitmemiş, hatta başlamamıştır bile! Herkes bilsin ki, burada kanlarını akıtanlar hep bu tarih, bu namus ve fazilet için öldüler. Onların kan borcunu ödemek lazımdır. Şairler destanlarını yazsınlar, ressamlar levhalarını çizsinler, heykeltıraşlar abidelerini ortaya koysunlar, muharrirler (yazarlar) hikâyelerini yazsınlar, sağ kalanlar rahmet okusunlar...”   GENÇLERE O RUHU NASIL AŞILARIZ? Son yıllarda Çanakkale ile ilgili yayımlanan kitapların, film, belgesel ve dizilerin sayılarında bir artış olduğu inkâr edilemez. Lakin bunların yeterli kemiyet ve keyfiyeti yakaladığını henüz söyleyemeyiz. Basılan kitaplara baktığımızda, her şeyiyle çocuklara ve gençlere hitap eden, içlerindeki millî, manevî ve tarihî his, şuur ve melekeleri canlandırıp açığa çıkaracak nitelikte olmadıklarını görüyoruz. Yayınevlerimiz, Çanakkale’nin değişik cephelerini, yaşanan kahramanlıkları ve bilinmeyen yönlerini ele alan, hedef kitlenin seviyesine uygun roman, hikâye ve diğer türde kitapların basımı hususunda daha fazla gayret göstermeliler. Hazırlanan eserler, onların ilgi ve dikkatini çekmeli, dili, üslubu ve kurgusu ile sürükleyici olmalıdır. Bu eserlerde anlatılan destansı olaylar ve kahramanlıklar, genç kuşakların iç âleminde, hayali, soyut ve tarihte kalmış masalımsı hikâyeler olarak kalmamalı, onların his ve fikir dünyasını şekillendirip zenginleştiren; kimlik ve kişiliğini dokuyan; hayatına, geleceğine, dünyadaki hedef ve misyonuna istikamet veren bir mahiyette olmalıdır.   Diğer taraftan okullarımızdaki tarih derslerinin ve ders kitaplarının ne yazık ki ihtiyacı karşılamadığı, çocukların/gençlerin ilgi ve merakını kamçılamaya, kalp ve kafalarını doyurmaya yetmediği de bir hakikattir. Ders kitaplarındaki kısımlar oldukça kısa, kuru, ruhsuz ve belli konularla sınırlıdır. Kitaplarda Çanakkale’ye daha kapsamlı yer verilmeli, müstakil bir bölüm ayrılmalıdır. Burada anlatılanlar, Çanakkale’nin sadece tarihimizdeki önemini vurgulayan kuru bilgilerden ibaret olmamalı; orada sergilenen ruh, gaye ve şuuru, ruh ve kalplerde uyandıran, bugünü ve geleceği inşa etmeye yarayacak dersleri/kazanımları da içermelidir.   Yanı sıra Çanakkale Haftası daha verimli, ciddi ve doyurucu bir program ve faaliyet zenginliği çerçevesinde kutlanmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı ve Milli Eğitim Müdürlükleri kanalıyla okulların/öğrencilerin Çanakkale’yi ziyaret etmeleri teşvik edilmeli ve hatta ücretsiz turlar düzenlenmelidir. Japonların okullarında, tarih derslerinde, gençlerin bellek, hayat ve geleceklerinde Hiroşima ve Nagazaki’ye verdikleri önemi, keza Anzakların nesilden nesile ciddiyetle aktardıkları Çanakkale duyarlılığını, saygı ve vefayı, en az onlar kadar biz de genç kuşaklara aşılamalı, hafızalarında ve hayatlarında silinmez izler bırakmalıyız. Bu noktada Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü olan 18 Mart gününü, 30 Ağustos Zafer Bayramı gibi bir zafer bayramı veya “Yeniden Diriliş Bayramı” olarak kutlayabiliriz.   Son olarak Çanakkale ile ilgili nitelikli, eğitici, mesaj içeren film, belgesel ve televizyon dizilerinin sayıları da artırılmalıdır. Bunların çocuklar ve gençlerin ruh, hayal ve zihin dünyasında kalıcı izler bırakacağı şüphesizdir. Milli Eğitim ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bunun için bütçe ayırmalı ve film yapımcılarını destekleyerek Çanakkale’ye yaraşır filmler çektirmelidir. “120” benzeri filmler yapılmalı, onların emsali gençlerin, çocukların ve öğrencilerin savaştaki kahramanlık öyküleri sinemaya aktarılmalıdır. Ayrıca TRT’de yayınlanan “Kınalı Kuzular”, “Dur Yolcu” gibi diziler devam etmeli ve sayıları çoğalmalıdır.    

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak