Ara

O, Yargıç Olarak da Zirvedeydi

O, Yargıç Olarak da Zirvedeydi

Allâh’ın Resûlü’nün (sav) çeşitli özellikleri bulunuyor. O her bir alanda insanoğlunun zirve noktasını temsîl etme zemîninde yer alıyor. Âile babası olarak, komutan olarak, cömertlikte, belâgatte, adâlette, akla gelen her bir alanda O (sav), en üst noktada tecellî ediyor. O’nun (sav) hukukçuluğu da zenit (zirve) noktada tebellür ediyor. O’nun (sav) her bir cümlesi, bir yasa kitabından fırlayıp çıkmış gibidir. Gerek medenî ahvâlde, gerek cezâî ve kamusal alanda verdiği hükümler ve işâret ettiği çözüm yolları evrensel hukuk kurallarının şâhikasını oluşturuyor. Uluslararası ilişkilerde getirdiği hükümlerin bugüne değin aşılması bir yana, onlara henüz yaklaşılmamıştır bile... O’nun (sav) öngördüğü hükümler yürürlüğe konulsa dünyâ barış içinde olurdu. Savaş esirlerine yapılacak muamele hakkındaki hükümler vb. hâlen, yazık ki uygulanmıyor. O’nun (sav) cümleleri belâgatli olduğu için hem lafzî bağlamda tümüyle söylenildiği konuya açıklık getirir hem de mecâzî anlamlara açık bulunur. Bu ikinci özelliği ile de o cümleler tüketilmez yorumlara açık kalır. İşte şu Hadîs-i Şerîf’i alalım: Ümmü Seleme (ra)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Siz dâvâlaşmak üzere benim yanıma geliyorsunuz. Olabilir ki sizden biri delîlini daha güzel anlatır, fakat diğeri böyle yapmaktan âciz kalır. Bu sebeple bir kimseye kardeşinin hakkını vermiş olursam, ancak ona ateşten bir parça koparıp vermiş olurum!” (Buhârî Şehadet 27, Müslim Akdiye 4, Riyâzüssâlihîn’den). Bu cümle, aslında, medenî usûl hukûku alanında evrensel bir kuralı dile getiriyor. Bu kurala göre, medenî ahvâlde, yargıç tarafların beyânıyla bağımlıdır. Onların kendilerini savunmalarında olsun def’ilerinde olsun müdahale etmez. Tarafların beyanlarına karışmaz, yargıç ancak huzûrunda dermeyan edilen ifâdeler muvâcehesinde hükmünü verir. Bu beyan şu fikri de tazammun ediyor: Yalan söyleyerek veya mübâlağa ederek veya yargıcı etkilemeye çalışarak lehinde hüküm çıkarmayı başaran birisi, dâvâ kazandım diye sevinmesin; bu dâvânın hakîkati öbür dünyâda görülecektir. Bu dünyâda görülecek olan dâvâ zâhire göre hükmeder, işin hakîkatine bakmaz; sâdece serdedilen delillere göre hüküm verilir. Oysa öte dünyâda aynı dâvânın hakîkatine bakılır. Bu dünyâda haklı çıkanlar, öte dünyâda haksız çıkabilir. Dolayısıyla yargıcı aldatıcı beyanlarda bulunan kimse, gerçekte kendini aldatmış olur. Bir başka Hadis: “Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibâdet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı haram olur. Gizli hallerinin hesâbı ise Allâh’a âittir.” (Müslim, Îmân 37, Riyâzüssâlihîn’den). Bu Hadîs-i Şerif, kamu alanını ilgilendiriyor. Burada, Kelime-i şehâdet getiren kimsenin Müslüman sayılacağına ilişkin bir varsayım öngörülüyor. Yâni kişinin beyânı esas kabûl ediliyor, onun gizli halleri, derûnu Allâh'a havâle ediliyor. Nitekim Asr-ı Saâdette münâfık olduğu bilinmesine rağmen kendini Müslüman olarak tanıtan kimseye ilişilmemiştir. Onların hakîkati Allâh'a havâle edilmekle yetinilmiştir. Ve gene insanların kalbinin Allâh'a havâle edildiğine ve kamusal alana ilişkin olağanüstü etkileyici bir Hadîs-i Şerif: Üsâme ibni Zeyd radıyallâhu anhümâ şöyle demiştir: “Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bizi Cüheyne kabîlesinin Huraka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında iken üzerlerine hücûm ettik. Ben ve ensardan bir kişi onlardan bir adama ulaştık. Biz onun üzerine yürüyünce, adam: “Lâ ilâhe illallah” dedi. Bunun üzerine ensardan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti; ben ise mızrağımı ona sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medîne’ye gelince bu olay Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kulağına gitti ve bana: – “Ey Üsâme! Lâ ilâhe illallah dedikten sonra adamı öldürdün mü?” buyurdu. Ben: – Yâ Resûlallah! O, bu sözü sâdece canını kurtarmak için söyledi, dedim. Peygamber Efendimiz tekrar: – “Adam lâ ilâhe illallah dedi ve sen de onu öldürdün, öyle mi?” Ben: – Yâ Resûlallah! O, bu sözü sâdece silahtan korktuğu için söyledi, dedim. Peygamber Efendimiz: – “Kalbini mi yardın ki, bu sebeple söyleyip söylemediğini bilesin?” buyurdu. Bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ilk defa o gün Müslüman olmuş olmayı temennî ettim.” (Müslim, Îmân 158, Riyâzüssâlihîn’den). Bir başka rivâyette aynı HADİS şöyle bitiriliyor: “Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. Ben: “Evet” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Lâ ilâhe illallah kıyâmet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” dedi. Üsâme ibni Zeyd: “Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hakk’dan beni bağışlamasını dile” dedi. Resûl-i Ekrem durmadan: “Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyâmet günü huzûruna geldiğinde ne yapacaksın, söyle.” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyâmet günü huzûruna geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu. (Müslim, Îmân 160, Riyâzüssâlihîn’den). Bu Hadîs-i Şerif de beyânın esas kabûl edileceğini etkili biçimde vurguluyor. Allâh’ın Resûlü’nün bir hukuk tahsili olmamasına rağmen usûle ilişkin bu Hadîs-i Şerifler O’nun (sav) ne ulu bir hukuk dehâsına sâhip olduğunu veciz biçimde ortaya koyuyor. Bütün bu Hadisler hukûkun evrensel ilkelerinden birer yansımadır: Hukuk zâhire göre hüküm verir, bâtındaki hakîkate göre değil... Allâh’ın Resûlü bu gerçeği uygulamalarıyla, tüm çarpıcılığıyla hayâta aktarmıştır.

Rasim Özdenören

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak