Sâmî Efendi’yi anlatmak, onun şahsında evliyâdan bahsetmek, kişinin kendi vüs’atine anlayışına göredir. Allah Teâlâ’yı senâda Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz: “Ben, Seni hakkıyla senâ edemem! Sen, kendini senâ ettiğin gibisin!" buyurmuştur.
Sâmî Efendi velâyette en yüksek pâyeye erişmiştir. İlim ve hâl ehli olmakla birlikte, makam olarak aktâbiyyet sırrına mazhardı. Hâfız-ı hakîkî olan Cenâb-ı Hakk’ın muhâfazası altındaydı.
Ma'sum olma, kötülük ve günahlardan korunmuş olma, peygamberlerde bulunması vâcip olan sıfatlardan biridir. Velî ise mahfuzdur. Allah Teâlâ peygamberleri günah işlemekten koruduğu gibi (ismet), velî kullarını da günah işlemekte ısrâr etmekten korur. Velînin bu şekilde korunmasına hıfz, onu koruyan Allah Teâlâ’ya Hâfız, korunan velîye de mahfûz denir. (Tehânevî) “Allah Teâlâ sâlih kullarının işlerini üstlenir.” (A‘râf, 196.) meâlindeki âyetle, şeytânın Hakk’ın dostu olan kulları azdıramayacağını belirtir. “Ve onlar, kötü bir şey yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman Allâh'ı hatırlayıp, suçlarının bağışlanması için O'na yalvarırlar. Zâten Allâh'ın dışında kim suçları bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıkları kötülüklerde bile bile ısrâr etmezler.” (Âl-i İmrân, 135.) âyetiyle velîlerin mahfûz olduğuna işâret edilmiştir.
Sâmî Efendiyi hâl-i sabâvette, çocukluk devresinde gördüm. Gayr-i ihtiyârî âşık oldum. Birkaç gün berâberlikten sonra ayrılığın ızdırâbıyla feryâd ve figânın hazzı hâlâ hâfızamda tatlı bir anıdır. Bütün tavır ve hareketleri umde ve kâidedir. O günlerde bilemezdim ama sonraları anladım ki, istikâmetin temsilcisi, sünnet-i seniyyenin ihyâsına me’mur bir kutb-ül aktâbdı. Velâyet ölçüsü içerisinde mükemmeldi. O Hz. Sâmî’ydi. Kendisini ehlüllâh katında isbât ettiren mümtaz bir şahsiyetti.
Risâletle rasûller, verâsetle velîler seçilmiştir. İlim lutfetmediğine Mevlâ velâyet ihsân buyurmaz. Velîler zâhirî ve bâtınî ilme mazhardır. Şüphesiz ki âlimler nebîlerin vârisleridir. Nebîler dinar veya dirhem mîras bırakmazlar. Onlar sâdece ilmi mîras bırakırlar. Kim bu mîrâsı alırsa çokça nasip almış demektir. Cemil Meriç der ki: “İrfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilimdir.”
İrfan inceliktir, aşktır, muhabbettir.
“Aşk imiş her ne vâr âlemde,
İlm bir kîl u kāl imiş ancak…”
Fuzulî
Nefsin, rûhun, sırrın hakîkatine ererek, on sekiz bin âleme tekâbül eden bu mertebe ile insân-ı kâmil olmuşlardır. Gönüllerindeki Cennetle hadîs-i kudsîdeki sırra nâildirler: “Yere ve göğe sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.”
Ârif ol âyine-i insâna bak
Anda aks-i Hz. Rahmân’a bak.
Hüdâyî
İlim haşyete, Hakk Teâlâ’ya derin bir saygıya dönüşürse ilim ve irfân olur.
Efendimiz (sav) şöyle duâ ederdi: “Allâh’ım! Huşû duymayan kalpten, kabûl edilmeyen duâdan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım. Bu dört şeyden Sana sığınırım.”
“Allah’dan, kulları içinde, O’na yürekten saygı duyan âlimler korkar.” (Fâtır, 28.)
Sâmî Efendi Emr-i İlâhî’yi takvâ esâsına göre yaşayıp yaşatmaya çalışan ender bir velîdir.
İ’tikâdî konularda hassastı. Tasavvufu ta’rîfinde, “tasavvuf ayn-ı Tevhîd’dir” buyurur. Tevhid’i şühûdî olarak ifâde eder. Mevcûdu bir görme, Allâhü Teâlâ’dan başka bir şey görmemek. Her şeyin "Bir"e işâret ettiğini bilmektir. Kâinâtta var olan her şeyi Allah Teâlâ’ya, O’nun isim ve sıfatlarına açılan bir pencere olarak görmektir.
İbâdette ihlâsı, ahlâkta kemâli öğütlerdi. Öğretmekle kalmaz eğitirdi. Online eğitim sistemini gönül ve kalb olarak yapardı. “Mürîd tek kanatla uçmaz, iki kanatla uçar” buyurarak, Fetih sûresinin son âyetine işâret ederdi. “Muhammed, Allâh'ın Rasûlü’dür. O’nunla berâber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.”
Bir zâlimin karşılanmasını duyunca, ayağa kalkarak şu âyet-i celîle’yi okur: “Ey îmân edenler, Yahûdîleri de, Nasrânîleri de kendinize yâr (ve üstünüze hâkim) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirinin yârânıdırlar; içinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da onlardandır. Şübhesiz Allah o zâlimler gürûhuna muvaffakıyyet vermez.” (Mâide, 51.)
Vahdete âşık bir sultandı. En çok sorduğu soru şu iki husustu:
- İhvânın beynleri, araları nasıl?
- Usûle riâyet ediliyor mu?
Usülle kasdı, hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yoldu. Bu vesîle ile, Behcet’üs-Seniyye, âdâb risâlesinin ve kaleme aldığı eserlerin okunmasını arzu ediyordu.
Tapdık Emre (ks) “Usûlsüz vusûl olmaz. Yola çıkmayan varamaz. Yürümek, ayakkabımızı eskitmek değildir. Emelimiz varmaktır. Yol birdir, bir’e ‘Allâh’a (cc)’ varır.”
Âilevî geçimsizliklere, annemize gösterdiği îtinâ ile örnek oluyordu. Vâlide sultânın rahatsızlıklarındaki gayret ve çabası görenleri hayrette bırakır. “Tesettüre riâyetinizle bize Sâmî Efendi diyorlar” deyince, annemiz de şu cevâbı verir: “Sizin Sâmî Efendi oluşunuzla, bize de vâlide sultan diyorlar.”
“Bitmez güzelin vasfı ağaçlar kalem olsa.”
Bir kâğıt parçasını dahi abdestsiz ele almazdı.
İhvânını hasta yatağında bile pijama ile karşılamazdı.
Son rahatsızlıkları müstesnâ, mübârek ayaklarını uzatmamıştır.
Geçirdiği ciddî rahatsızlıklarda bile şikâyette bulunmamıştır.
“Bu gülistan bahçesinde gerçi yüzbin gül biter
Bu gülistandan haber vermeye bir tek gül yeter”
Zarâfetin, numûne-i imtisâl olmanın yegâne mümessili Efendi Hazretleri’ni ancak Kitâb-ı Kerîm’imiz, Hadîs-i Şerif’ler ve ehl-i kemâl anlatabilir.
Şubat 2020, sayfa no: 4-5-6
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak