Ara

Nûr-u Muhammedî

Nûr-u Muhammedî

Hazreti Mevlânâ bir rubâîsinde; “Alnımızdaki o apaçık o parlak nur. Aşığın gönüldeki o gerçek nur. Bütün bu nur içindeki nice nurlar Allâh'ın elçisi Muhammed’in nûrundandır.”  

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allah Teâlâ’ya en yakın olan Hz. Muhammed Mustafâ aleyhis-salât ü ves-selâm. Bu yüzden de yaratılmışların içinde en güzel Zât-ı Pâk’idir, çünkü ilâhî nûra ve nazara en çok Zât-ı Ahmediyye’leri mazhar olmuşlardır. 

Peygamber Efendimizi aleyhis-salât ü ves-selâm tanıyabilmek, O'nun nûrunu müşâhede etmek adına bu dünyâya geldik. Bir ağızdan, cân ü dilden, “Anam, babam, çocuğum, malım, mülküm ve canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah!” demek için bu dünyâya geldik. Muhammedî varlığı tatmak için bu dünyâya geldik. Allâh'ın Habîbine olan aşkına katılmak için bu dünyâya geldik.  

Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm mübârek cismiyle âlemi teşrîf edince, ilâhî rahmet büyün dünyâyı sardı. Evrensellik güneşi yükselerek gaflet, cehâlet ve şuursuzluk karanlıklarını dağıttı. Habîb-i Edîb-i Zîşan Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm'ın doğuşuyla kâinat nurlandı. Tevhid bayrağı evrene rahmet zaferini müjdeledi. Allâh'ın hidâyet nûru bütün kâinâtı tuttu. Şerîat-ı Ahmediyye kemâle ermiştir.  

Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm nübüvvet’in mührü ve hâtemidir. O’nun varlığı Kur’ân’ın kelimâtında remzedilmiştir. Kur’ân Efendimiz’in zâtını, sıfatlarını, irfânını, hayâtını, kalbini ve ahlâkını anlatmaktadır. Hazreti Peygamberin aleyhis-salât ü ves-selâm tabiatı, ahlâkı, güzelliği ve şahsiyeti Allâh'ın kâinâtı ve içindeki herşeyi yaratma sebebidir. Habîb’ine, “Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım” diye hitap buyurmuştur Rabbü’l-Âlemîn. 

Herşey Allâh'ın Nûr-u Muhammedî’yi yaratmasıyla başladı ve mü'minin Nûr-u Muhammedî’yi sezmesiyle herşey gerçekleşir. Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn Nûr-i Muhammedî’yi Kendi Zât’ından yaratmıştır. Bu nûr, bütün mahlûkâtın özü olmakla bütün yaratılmış güzelliklerin merkezini temsîl eder. Bu asil ve asıl nûr, Kendi Cemâl ve Kemâl’ini aksettirir. Efedindimizin aleyhis-salât ü ves-selâm göz kamaştırıcı hakikatinin sonsuz saflığı, Allâh'ın Şan, Şeref ve İzzet’ini yansıtır. “İlk nûrun, nûrun kaynağının gölgesi yoktur. Biz, bu nûrla Allâh'ın hakikatini görür ve anlarız” buyurur Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hazretleri. 

Nûr-i Muhammedî’nin güzelliğiyle hiçbir güzellik mukayese edilemez, çünkü Allâh'a Nûr-ı Muhammedî’den daha yakın hiçbir şey yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm hakkında şöyle buyurmaktadır: “Size Allah’tan bir nûr gelmiştir.” (Mâide, 15.) Dünyevî varlıkları aydınlatan yegâne nûr kaynağı O’dur. Fazîletler güneşi, irşad nûru O’dur. Mirâç sahibi O'dur. Yaratılış sebebimiz O'dur. Kulların müceveheri O'dur. Şefaat sâhibi O'dur. Mahbûb-u Hudâ, Serdar-i-Enbiyâ O'dur! O, Allâh'ın rağbet ettiği ‘Mergûb-ı Hudâ’. O, İki yay arası kadar yakınlığın sahibi ‘Sâhibü’l-kâb-ı kavseyn’. O, en çok övülmüş bulunan makamın sahibidir ‘Sâhibü’l-Makâm-ı Mahmûd’. 

Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm yüz yirmi dört bin Peygamberin hem atası hem de hâtemidir. Kendisi bu konuda şöyle buyurmaktadır: “İlk yaratılan benim nûrumdur, en son gönderilen de benim.” Buharî'de yer alan bir hadîs-i şerîfe göre; “Hazret-i Peygamber'in Nûrunun, fiziksel Zâtının âşikâr hâle geldiği âna kadar, asırdan asıra ve kuşaktan kuşağa, zaman içerisinde seyahat ettiği görünmektedir.” 

Mirâç mertebesinin ihsânı ile Resûl-i Kibriya'nın nûru ibâdet yoluyla kalplerimizde tahakkuk etme imkânını buldu. Mirâç gecesi Habîbi’nin nûru Allâh'ın nûru ile buluştu ve ümmetin mirâç makamına erişmekliği, zaman ve mekânın o aşılmaz sınırı Sidretü'l Müntehâ'nın ötesine geçmesi mümkün oldu. Hakk’ın huzur-ı izzetine dâhil (kâb-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın) olmak müjdesi ümmet-i Muhammed'e verildi. 

İnsan, Allâh'ın Sevgili Nebîsine olan aşkının meyvesidir, çünkü Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm Allâh'ın Zât’ından, insan da Efendimiz’in nûrundan yaratılmıştır. Allâh'ın nûru insandan zuhur etmekte ve onun gizli potansiyelini, hakiki fıtratını ve velâyetini vurgulamaktadır. O içteki nûr insanın zâtıdır. O nûr, yaratılışında insana üflenen Rahmânî nefestir. Kur’ân’da, insan için “… ona Rûhumuzdan rûh üfledik” buyrulmaktadır. O, insanın bedenine hayat veren Allâh'ın nûru ve Rahmânî nefhasıdır. İlâhî nûrun Sahibi vesîlesiyle insan kendi rûhunun nûrunu bulabilir. Nefhâ-i Rahmânî’yi Üfleyen vesîlesiyle insan ilâhî merhametin hakikatini bulabilir. O nûr, Allah ile tevhîd hâlini temsîl eder. Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor:

Bir kimse Allah’tan nûra mazhar oldu mu, melekler ona secde ederler, çünkü o, Allah tarafından seçilmiştir.”

“Velî taklit perdelerini yırttı da Allâh'ın nûruyla her bir şeyi müşâhede etti.” 

“İnsana nurdan başka bir yiyecek yoktur... O candan başka bir şeyle beslenip yetişmez insan. Bir kerecik nur yemeğini yedin mi ekmeğin başına da toprak saçarsın, tandırın başına da!” 

Velîler nurdur. Velîler, Nûr-ı Muhammedî’ye gark olmuş, onda gaşy olmuşlardır. Bir velînin veçh-i melihindeki nûr, onun marifetinin-Allâh'ı bilişinin nûrudur. Onlar, Allâh'ın nûruyla görürler, Allâh'ın konuştuğu dil, gördüğü göz olmuşlardır. İzzet ve Celâl’in Rabbi Kur’ân-ı Hakîm’de şöyle buyurmakta: “Ölü iken, bunun ardından kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde, sâyesinde yürüyeceği bir nûr verdiğimiz kimse.” (En’âm, 122.) 

Bir velînin sözleri onun boğazından değil, Allah’tan gelir. Velîler nûr ile irşâd eder, kelimelerle değil. Mevlânâ Celaleddîn Rûmî Muhammed’in nûrunun ışında konuşan şöyle izah ediyor; “Bizler kirli sudan öylesine memnunuz. Oysa en sâfî kaynaktan, velîlerin sohbetinden içmeye çağrılmışız.” “Ey gâfil susuz, biz velîlerin sözlerinden Hızır’ın âb-ı hayâtını içmekteyiz, gel!” “Velîlerin sözleri ab-ı hayâtla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde manevi çiçekler, güller açılsın.” “Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle, dinle de üzüntüden, korkudan kurtul, manevi rahata kavuş, selamete eriş!” Bir velînin dudaklarından vahy-i ilâhî bir aşk çağlayanı hâlinde dökülür. 

Mü'minler kelime-i şehâdet getirirken, dînin nûruna kavuşmaktadır. İslâm dînine âit olmak, Allâh'ın nûru tarafından irşâd edilmek demektir. Hidâyet nûru mânevî eğitimin en yüksek şeklini temsîl eder. Mânevi gelişme, saflığa giden tedrîcî bir aydınlanma süreciyle gerçekleşir. İyileşme nefsin sahte varlığını nûr ile nefyetmek, yok etmektir. Mü'minler nûr ile şifâ bulur, onunla görür ve onunla hidâyete ererler. Allâh'ın nûru her şeyi aşar, her şeye üstün gelir ve bütün yaratılmış gerçekliklere nüfuz eder. Bu nûr bir kez zuhur etti mi bütün riyâ, bâtıl inanç, mit, gaflet, hayâl, sahtelik, behîmîlik, kafa karışıklığı, sihir ve şuursuzluk karanlıklarını giderir.Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmaktadır: Şehvet ateşine ne çâre var? Din nûru. Mü'minler; nûrunuz kâfirlerin ateşini söndürdü. Bu ateşi ne söndürür? Allâh'ın nûru. Bu hususta İbrâhîm’in nûrunu kendine usta yap. Böylece odunsu bedeniniz Nemrut benzeri egonuzun ateşinden kurtulabilir.”  

Mü'minler her zaman Allâh'ın nûruna muhâtaptırlar. Akıl-mantık bu işin içinden çıkamaz. Mevlânâ Hazretleri muhteşem öğütte bulunuyor: 

“Ahmakça mantığını Hakk’ın nûru karşısında ilk ortaya atan İblis idi. Dedi ki, ‘Şüphesiz ki ateş topraktan daha hayırlıdır. Ben de ateşim. Âdem ise kara renkli çamurdan.’ (A'raf, 12.)

“Âdem’i bir beden olarak gören kaçtı da onu mûti bir nur olarak gören secde etti,”

“Seçilmişin gözünde, aşk muazzam bir ebedî nurdur. Hâlbuki sıradan insan onu yalnızca biçim ve şehvet olarak görür.”

“Gözlerindeki karanlık yüzünden hiçin bir şey olduğunu hayâl ediyorsun. Gözlerin Pâdişâh’ın eşiğinin tozuyla nurlanıp şifâya kavuşabilir.”

“Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Allah’da mahvol, onun sıfatlarını kazan. Nur istersen nûra istidat kazan. Allah’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş! Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et ve yaklaş!”  

Marifet, nûrdur. Bu rabbânî bilgi Allâh'ın nûruyla beslenir ve insanın varlığının en derin bölgelerinden gelir; o, kalbin nûrudur, kalbin gördüğü gözdür, îmân nûrudur, ilâhî ilham nûrudur, kalbi ve aklı tathir eden nûrdur. Bu nûr, Allâh'ın isim ve sıfatlarının sonsuz nûrudur. O, şeref ve izzet kazanma yolu olan sırât-ı müstakîm’in nûrudur. Bu nûr, hakikat yolunda mücâhedeyle sülûk eden her bir ferde açıktır. Mahviyet ilminden sızar o nûr; ilâhî hidâyet nûrudur. 

Aşk, ilâhî nûru kazanmak demektir. Dînin özünü yaşamak istiyorsak ilâhî nûru kazanmalıyız. İnsanın en ulvî özelliği olan nefsini fedâ vasfıyla, kalp aynasını temizlemek ve Sevgili’ye varmak için sürekli bir gayretle yanarak edâ edilir. Nefsânî ölümü irâdemizle tercîh etmeliyiz ki nûra dönüşebilelim. Bu, bizi kendi varlığımızın nûruna, özümüze, kökümüze, hakîkî evimize götürecek, kendimizi ilâhî bir gözle görmemizi sağlayacaktır.  

Mü'minin gerçek ameli Allâh'ın nûrunu almaya hazır hâle gelmektir. Kulluk başarısının zirvesi Haşr Gününde Allâh'ın nûrunun karşısında durabilmektir.

Şehitlerden, evliyâlardan, âşıklardan, Allah dostlarından, gönül sultanlarından dolayı Ümmet-i Muhammed kıyâmet gününe kadar İslâm dîninin ihtişamlı tevhid nûrundan mahrum kalmıyor. Onların gönlündeki nur bütün evrene ve bütün mü'minlerin gönüllerine yansımıştır ve yansımaya devâm eder ve insanların hayâtı anlam, değer ve sevgi kazanır. 

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allâhu Teâlâ bizlere şehitlerin nûru ve evliyâların nûr u feyzinden istifâde etmeyi nasip eylesin. Bütün gayretimiz İslâm ışığını yaymak ve Kur’ân-ı Kerîm’e hizmet etmek üzere olmalıdır. 

Peygamber Efendimizi tanımak ve sevmek istiyorsak Nûr-u Muhammedî'den bir damla tatmalıyız. İçkilerin en güzelini tattıktan sonra bir daha eski hâlimize aslâ dönmeyeceğiz.  

Biz Muhammed Mustafâ’yı aleyh-is-salât-ü-vesselâm anlamak ve sevmek mecbûriyetindeyiz çünkü O’nun bize olan sevdâsı benzersizdir. Bütün çabalarımızı “Muhammedî” olabilmek için harcamalıyız. Efendimizi aleyh-is-salât-ü-vesselâm kendi hayâtımıza ne kadar rehber edebilirsek, O’na olan muhabbetimiz o kadar artar. 

Resûlullah aleyh-is-salât-ü-vesselâm gözyaşlarıyla çölünü sulayandır. Ancak nerede ve neden ağladığını idrâk ettiğimizde onun yolunda bir toz parçası olabiliriz. Muhabbet-i Muhammed budur. 

Kurtuluşa giden yolun girişi de yolun sonundaki kapının kendisi de Habîb-i Hudâ, Şefî-i Rûz-i Cezâ Muhammed Mustafâ'dır. 

Hazreti Mevlânâ: “Ey peygamberlerin önderi, senin ayağının tozu arş değerindendir. Peygamberlik senin kemâlâtınla sona erip mühürlenmiştir. Zülfünün siyahlığının gölgesi, güneşle berâberlik iddia etmeye tenezzül etmeyecek kadar parlaktır. Hiçbir meşaleyle barışmayan sabâ rüzgârı senin cihâdına yardımcı olmuş, sana hizmet etmiştir. Hakikat denizlerinin dalgıcı Cebrail senin kutsal dilinde mücevherci olmuştur.”

 Ekim 2022, sayfa no: 26-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak