Ara

Nur-i Nebî (s.a.v)

  Bu sene Hacc’ı müteakip Medine-i Münevvere’ye gelip istirahata çekildiğimizde, yatamayıp gece vakti Kubbe-i Hadrâ’nın karşısında uzun bir müddet durduk. “Bütün hata ve isyanımla huzurundaydım.” derken, tanıdığımız bir arkadaş grubuna tesadüf ettik. Musafahalaşıp hal ve hatır sorduktan sonra:“Size bir ölçü vereyim.” dedim. Kendilerine:“İnsanın kemâli, Efendimiz (s.a.v)’e olan saygı ve edebine göredir.” deyip ayrıldık. Ebü’l-Abbas’ü-l Mürsî (k.s.):“Her sene Arafat’ta bulunamazsam, cennetleri müşahede etmezsem, her gün Resûlullah (s.a.v)’ı görmezsem kendimi mü’minlerden saymam.” der. Ahmet er;Rufai (k.s.), Peygamberimiz (s.a.v)’i görmediği gün, imanını yeniden tazelermiş. Şeyh Şazeli (k.s.):“Göz açıp yumuncaya kadar bir zaman da olsa, Efendimiz (s.a.v.)’i görmezsem kendimi mü’minlerden saymam.” Buyurur. “Tarikat-ı Muhammediyye" adlı eserin müellifi Hadim-i Merhum (k.s.), kitabını bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e arz ederek tashih etmiştir. Aynen ihya yazarı İmam Gazali (r.h.a) gibi. 1955 yılında Ramazan-ı Şerif’te Adana’nın Şeyhoğlu camiinde on binlere hitap eder Üstazımız Hasan Efendi (k.s.) Cami bir saat önceden lebalet dolar. Bir tarafında Resûl-i Ekrem (s.a.v), diğer tarafında da Sami Ramazanoğlu (k.s.)’nun bulunduğunu tasavvur ederek huzurla yürür Üstazımız (ks). O’nu görenler göz yaşlarını tutamazlar. Kürsüye çıktıklarında, cemaat on dakika kadar ağlar, daha sonra sohbete başlanır. Vaazlarına olan bu büyük ilginin sebebini, O’nun Peygamberimiz (s.a.v)’e olan derin aşkına, sevgi ve muhabbetine bağlar seçkin insanlar. Kozan’daki vaazlarını evinden takip eden Hasan Basri Bey:“Bitmeyen bu sözün kaynağı nedir Hasan Efendi?” dediğinde Üstazımız (k.s.):“Biz fişimizi Rasûlullah (s.a.v)’ın prizine takıyoruz, kaynak Fahr-i Âlem (s.a.v).” buyururlar. Ebû Süleyman Darani (k.s.), "Kalbime çok zamanlar manevi doğuşlar olur, fakat ben bunları iki adil şahide uygun görmedikçe katiyen kabul etmem. Biri Allah’ın Kitabı, biri de Rasûlullah (s.a.v)’ın sünnetidir." der. Zünnûn-i Mısrî (k.s.):"Allah’a muhabbetin alameti, her hâl ve harekette Habibullah (s.a.v)’ın sünnet ve ameline uymaktır. Ebü’l-Hasen-i Şâzeli (k.s.):"Keşif ve kerametini, Kitap ve sünnete arz et, eğer uygun düşmezse onları at ve nefsine de ki:“Rabbim, benim kurtuluşumu Kitap ve sünnete uymakta kılmıştır.” Seyyid İbrahim Düsüki (k.s.):"Bir kimseyi kabul ederken gelen kişiye:"Allah’ın Kitabı, Peygamberin sünnetiyle amel, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, haccetmek ve Dînî bütün emirlere riayet etmek üzere gel.” buyururlardı. Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kulu kölesi, bendesiyim Muhammed’i Muhtar’ın yolunun tozu, toprağıyım Eğer bir kimse benden bundan naklederse Ben ondan da (bıkmışım), o sözden de. Mevlana İmam Şarani (k.s.): “Mısırda bulunduğum halde elimi Rasûlullah’ın Kabr-i saadetine kor ve görüşürüm.” Buyurur. Çokça salat ü selam getirenlerin evvela rüyada, sonra da açıktan Efendimiz (s.a.v) i göreceklerini haber verir. İmam Hatip Lise’sinde okuyordum. Bir hutbe hazırladım ama başlık olarak Ayet-i Celîle tesbit edemedim. Üstazımıza başlık olarak bir ayet yazmam icap ettiğini ancak belirleyemediğimi söyleyince, mübarek başlarını eğip gözlerini yumdular. Bir müddet sonra başlarını kaldırıp:"Evladım! Resûlullah Efendimiz (s.a.v)’le görüştüm. Rum süresinin kırk birinci ayetini:"Karada ve denizde meydana gelen fesat, sizin elinizle yaptığınız hatalardandır.” işaret buyurdular.” dedi. İbrahim Metbûli (k.s.) dillendiğinde anası ona salat ü selam öğretir. Sokağa çıktığında arkadaşlarına:"Salat ü Selam okursanız size cebimden yiyecekler veririm.” demiş. Binlerce salat ü selam okur, rüyasında Peygamberimiz (s.a.v)’i çok sık görmeye başlar. Anası:"Yavrum daha çok çalış, Resûlullah (s.a.v)’ı açıktan görünceye kadar gayret et.” der. Bir gün Fahr-i Âlem (s.a.v)’i açıktan görür ve ona buyururlar ki:"Evladım senin mürşidin bizzat Benim.” Üstazımızın evlatları içinde elhamdülillah, arzu ettiği an Peygamberimiz (s.a.v)’le müşerref olan pek çok sevgililer mevcut. Bir gün Erciş’te rahmetli Erhan Çavuşoğlu, vücudundan misk ü amber kokuları yayılır bir halde yanıma geldi. Bu lâhûtî kokunun sebebini sorduğumda:"Efendimiz (s.a.v)’le görüştüm bu gece.” dedi. 1973 yılında kuşluk vakti ashab-ı suffe’de ibadet ediyordum. Önümde orta yaşlı, sakallı bir zât gözlerini kabri saadete çevirerek:"Ya Rasûlallah!” diye feryat ve figanla ağlamaya başladı. Meğer Sami Ramazanoğlu (k.s.)’nun seccadesi üzerinde namaz kılmış, aldığı feyz ile Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’i müşahede ederek kendinden geçmiş. Nûr-i Muhammedî ile boyanmıştır. Medine şehri diye devamlı yalın ayak gezen bir aşığı da gördük Mescid-i Saadet’te. Ömer Kirazoğlu Kubbe-i Hadra’nın tamiri için üst kata çıkar. Sami Efendimiz: “Ömer’in çorabını saklayın, Rasûlullah (s.a.v.)’ın yeşil kubbesine temas etti.” buyururlar.   Gönül nûr-i cemalinden habibim bir ziya ister. Gözüm hâk-i rehinden ey tabibim tûtiya ister M.Es’ad Erbili Sevgilim, gönlüm senin güzelliğinin nurundan bir ışık ister. Ey tabibim, gözüm senin yolunun toprağından sürme ister. Saz ve sözüyle meşhur Ali Ercan’ın:"Allah bile doymamış ki ben nasıl doyayım Muhammed’e” dediği gibi, Hakk’ın sevgilisini vasfetmeye bizim güç ve takatimiz yetmez. O’nun medh edeni Mevlâ olunca bize söz düşmez. [Ya Muhammed (s.a.v)!] “Biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (21/107), “De ki! Eğer Allah’ı seviyorsanız, Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (2/31), “Resûlün size verdiklerini alınız ve nehyettiği şeylerden de sakınınız.” (59/7) Maddi değerler, “Allah’dan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (9/24) “Allah ve melekleri, Peygambere çok salavat getirirler. Ey Mü’minler! Sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (33/56) “Ey müminler! Sadece Allah’a itaat edin! Peygambere itaat edin! Ve sizden olan âmirlere itaat ediniz.” (4/59) “Kim Allah’a ve Rasûlüne isyan ederse ve onun sınırlarını aşarsa onu da içinde ebedî kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”(4/14) “De ki, Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin! Eğer Ona itaat ederseniz hidayet bulmuş olursunuz.” (24/54)   Muhammed-i Arabi, kim Rasûl-i ekmeldir Tekarrübiyle kamu enbiyadan efdaldir Kılan Rasûllerin kavmineydi daveti çün Nübüvveti ile bu ins ü cana mürseldir Kim ânı medh ede çün, medhidir O’nun Levlâk Defatîr-i dü cihan midhatinde mücmeldir İkinci Beyazıt Han Peygamberimiz (s.a.v) Allah’ın nurundan, kamil müminlerde Habibullah (s.a.v)’ın nurundan yaratılmıştır. “Ey inananlar! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya yol arayın.” (5/35) ayet-i celilesinin gereği olarak bizi Efendimiz (s.a.v), bütün gayretiyle Hakk’a ulaştırmaya çalışıyor. Yanan ateşin başında oturan adamın, ocağa üşüşen kelebekleri kanatlarından tutup kurtardığı gibi, insanları azaptan halas edip, rahmetin, Cennet ve Cemal-i İlâhi’yenin yolunu gösteriyor. “O (Hakim, Aziz, Kuddüs ve Melik olan göklerde ve yerde her şeyin kendisini teşbih ettiği) Allah’tır ki (izzet ve hikmetinin alametlerinden olarak) ümmiler içinde (Araplar arasında kendilerinden bir Rasûl gönderdi) üzerlerine Allah’ın ayetlerini okuyor ve onları tezkiye (batıl inançlardan, fena huylardan temizleyip feyizlendiriyor, fikirlerini açıyor ve onları bütün alemler için nurlandırıyor) ve onlar kitap (Kur’an’ı, sünnet ve hadislerle hükümleri yerine getirmek için aklî ve naklî ilimler yanında işler) ve hikmeti öğretiyor. Halbuki bundan önce o ümmiler açık bir dalalet içinde, ne yapacaklarını bilmez şaşkın bir halde idiler” (62/2). Cehalet karanlığında yolunu şaşıran bu insanlar, hidayet-i İlahî ile Peygamberimiz (s.a.v)’in terbiyesinden geçerek:"Sahabelerim yıldızlar gibidir, hangisini uyarsanız kurtuluşa erersiniz.” Müjde-i Nebevviye’sine mazhar olmuşlardır. Server-i Kâinât Muhammet Mustafa (s.a.v) tarafından Sıddık-i Âzam (r.a.), bu mazhariyet ve şerefle, hicret ederken, gizlendikleri mağarada hafi, gizli, kalben yapılan “Allah” zikrini öğretmekle; müşriklerin tasallutundan korumak için, canı pahasına da olsa Peygamberimizin yatağında yatan Hz. Ali (k.v.) de açıktan okunan “Kelime-i Tevhid” in talimiyle memur buyrulmuştur. “Ümmetimin alimlerini hürmet ve tazimle karşılayınız. Zira onlar yer yüzünün yıldızlarıdır.” Hadis-i Şerifinin muhatabı, dünya ve ahiretin, Allah ve Rasûlü (s.a.v.)’nin ışığı bu has kullar her devirde mevcut, esma-i İlâhî’ye mazhar Kutbü’l-Aktâb ve Ğavs-i Âzamlardır. Kutbü’l-İrşâd çoktur, lakin Kutb-i Vücût bir tanedir. Kutbun sağ ve solunda bulunan imamân denilen iki imam vardır. Musa (a.s.)’nın:"Bana ailemden bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u.”(20/29-30) dediği gibi, Süleyman (a.s.)’in veziri:"Asaf” olduğu gibi, kutbunda iki tane imamân diye, işlerini üstlenen vezileri vardır”. Peygamberimiz (s.a.v)’in:"Cenab-ı Allah beni dört vezir ile teyid etti, güçlendirdi. İkisi sema ehlinden, Cebrail ve Mikail (a.s) ve ikisi de arzdan, Ebubekir ve Ömer Hazeratıdır.” buyurduğu semâdaki iki vezir, ruhâniyet cihetinden yardıma, arzdaki iki vezir de cismâniyet yönünden yardıma koşarlar. “Sana Allah yeter. O’dur Seni yardımı ile ve inananlarla destekleyen.” (8/62) âyetinde belirtilen, mânevi güç ve destektir. Bu mübârek zâtlardan sağdaki imâmın ismi Abdu’r-Rabb, soldakinin ismi de Abdü’l-Melik’tir. Kutbun ismi Abdullah’tır. Evtâd-ı Erbea: Abdü’l-Hay, Abdü’l-Alîm, Abdü’l-Mürîd ve Abdü’l-Kâdîr diye dört kişidir. İdrîs, İlyâs, İsâ ve Hızır (a.s.)’ın vekilleridir. “Dağları da bir kazık (yapmadık mı?)” (78/7) âyetinde belirtilen yerin dengesini sağlayan “Umd” da denilen dört manevî erdir  bunlar. Bir evtâd zümresi daha vardır ki, biri kalb-i İsâ ve biri de Muhammed Mustafa (s.a.v)’in kalbi üzeredir. Her biri Beytullah’ın bir rüknünü temsil eder. Âdem (a.s) kalbi üzerine olanın rüknî, rükn-i Hacerdir. Tasarrufu her bir iklime şamil olan İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), Harun (a.s.), İdris (a.s.), Yusuf (a.s.), Üzeyir (a.s.), İsa (a.s.), Âdem (a.s.)’ın kademi, izi üzere olan salih kullar vardır. Bunlara yediler derler. Yedi iklime Cenab-ı Hakk, bunların yüzü suyu hürmetine şefkatle nazar eder. Dördünün ismi evtâdın dört kıymetli kulun ismidir. Beşincisinin ismi Abdü’s-Semî, altıncısının ismi Abdü’l-Basîr, yedincisinin ismi ise Abdü’ş-Şekür’dür. Arş-ı Mecîd ehli, makamları kürsî, keşif sahibi “Nücebâ” adı verilen sekiz kişi daha vardır. Kendi nefislerinde tasarrufu terkedip, İnsanların yüreklerini hafifletmekle Biiznillahi Teâlâ meşgul olan zümredir. “Bir zamanlar Allah, İsraioğulları’ndan da söz almıştı. Ve onlardan on iki nakîb (müfettiş) göndermiştik.” (5/12) âyetinde belirtilen on iki kişiyi akabede Rasûlullah (s.a.v)’a beyat eden on iki ensarı ve burcu temsil eden “Nükebâ” adı verilen on iki kişi daha vardır. Bunlar insanların görünüşünden hayırlı ve şerli olduklarını anlarlar. Feraset ehli kimselerdir. Ebû’d-Derdâ (r.a.)’dan rivayete göre:"Allah’ın bir takım kulları vardır ki, ‘Ebdal’ denilir. Onlar Allah’a ne çok oruç tutmakla, ne çok namaz kılmakla, ne çok hacca gitmekle, ne sakallarının güzelliği ile ulaşmışlardır. Allah’a vasıl olmalarının sebebi verâda (haramdan çok sakınmakta) sağlam niyetleri, sadırlarının selâmeti yani; kibir, kin, buğz gibi kötü ahlaktan salim bulunmaları ve bütün Müslümanlara merhametli olmalarıdır. Allah onları ilmiyle seçmiş ve kendi has kulları arasına koymuştur. Onlar İbrahim (a.s.)’in kalbi gibi kalblere sahp olup kırk kadar ricâldirler (herkesin tanıyamadığı manevî erlerdir). Bilesin ki, onlar kat’i surette hiçbir şeye sövmezler. Hiçbir kimseye lanet etmezler. Kendilerinden aşağıdakilere eza etmezler. Kendilerinden yüksek olanlara da haset etmezler.” Bu zevâtı kirâm Allah (c.c.)’ın ve Rasûlünün Nûr-i Nübüvvetinden faydalanan hayırlı taifedir. Hepsinin istifade ettiği kaynak, Fahr-i Kâinat (s.a.v)’ın Kalb-i Münevverleridir. (nurlu kalbleridir). O, nûr-ı âzamdır. Kâbe’deki putlar temizlenip, Beytullah’ın üzerindeki putları indirmek için Hz.Ali (k.v), Peygamberimizin yardımıyla putun ayaklarına yapışınca:"Öyle bir güce sahip oldum ki, Rasûlullah’ın himmetiyle, değil put yedi kat semâyı da devirebilirdim. O anda bana yedi kat sema ve arzda Habibullah’ın nuru keşf oldu.” buyurur. Mîrac Gecesinde Cebrâil (a.s.)’i Peygamberimiz (s.a.v) bütün heybetiyle görünce bir müddet kendinden geçer. Rabbimiz:"Yâ Muhammed! Cebrâil senin iç âlemini, nûrunu görse ebedî kendine gelemez.” buyurur. Veysel Karânî (k.s.), Peygamberimiz (s.a.v.)’i hâne-i saâdetlerinde bulamayınca yana yakıla memleketine geri döner. Mescidden eve gelen Rasûlullah (s.a.v.), Veysel Karânî’nin geldiğini annesinin:“Evde bulursan görüş, yoksa geri gel.” sözüne riayetle: “Annenize itaat edin!” emr-i Muhammedîsine dikkatle görmeden ayrıldığını Âişe annemizden öğrenir.  “Yâ Âişe! Beni kim görebilir hakikatte?” buyurarak Peygamberimiz (s.a.v.) zâhirî nikâbını, perdesini kaldırır. Derûnundaki, iç âlemindeki nura bakmaya tahammül edemeyen Âişe (r.anha) annemiz kendinden geçerek yere baygın düşer. Nûr Peygamberimiz (s.a.v)’in mühim özelliklerindendir. “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (33/45-46) Hz.Câbir(r.a.):"Anam-babam sana fedâ olsun Yâ Rasûlullah! Allah’ın eşyadan önce yarattığı ilk şeyin ne olduğunu bana haber ver.” dedim. Rasûlullah şöyle dedi: “Ey Câbir! Allahu Teâlâ eşyâyı yaratmadan önce kendi nurundan senin Peygamberinin nurunu yarattı.”

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak