Ara

Niyet Tazelemek / İrem Baysal

Niyet Tazelemek / İrem Baysal

Selâmun aleyküm pek kıymetli okuyucularım. Zaman itibâriyle konuşulmamış bir konu söylenmemiş bir söz kalmamış olduğunun her birimiz farkında olsak da kimi zaman aynı konuyu konuşmak, aynı sohbeti dinlemek bize başka bir açıdan bakmayı, yeni bir lezzeti tatmayı veya unutulanı hatırlatmayı sağlar. Kahve molanıza sohbet, dertlerinize ortak, bu koca dünyâda omzunuza dokunan bir dost eli olmak umûdu ile geçtim bu işin başına. Rahmân’ın Rahmetini umarak.

Günler ne çabuk, zaman ne hızlı geçiyor. Hiç birimize yetiyor mu, yetmiyor değil mi? Aslında geçen zaman değil, geçen bizim ömrümüzdür. Geçen ve azalıp giden bizim hayâtımızdır, hayattan alacağımız paylar, paylaşımlardır. Zaman geçiyor sözünün altında hayâtımız geçiyor. Ömrümüz, hayattan alacağımız nefeslerin sayısı azalıyor. Her geçen gün Allah Teâlâ’nın bize takdîr ve taksîm ettiği hayâtımız, hayattan alacağımız nasipler ve kısmetler azala azala takdîr edilen noktaya doğru gitmekte olduğumuzu bir an önce fark etmemiz gerekiyor.

Hayat yolculuğunda hepimiz zaman zaman yaralar alıyoruz. Kimimiz bu yaraları zamanla sarmaya çalışırken kimimiz de geçmişin yükünden bir türlü kurtulamıyor. Dünü değiştirmeyen keşkelerden sayfalarca örnek verebilirim, fakat emînim ki her birimiz gözünü üç sâniye yumduğunda kendisine âit keşkeleri bulup çıkaracaktır. Belki bir çoğumuz her gece yastığa başımızı koyduğumuzda uykudan önce bunları düşünüyor, uykumuza böylece dalıp gidiyoruz. Keşkelere kaçmak, keşkelerle ağlamak, keşkeleri istemenin bize bir şey getirmeyeceğini canımız yanarak öğrendik. Öğrendik, fakat neden her göz kırpışımızda yine yeni keşkelere koşuyoruz? Çünkü her sayfayı aynı niyetle açıyoruz.

Her sözüm gibi bunu da başta kendi nefsime söylüyorum, buncacık zamânımızda ne yapmalıyız? Niyetimizi tâzelemeliyiz. Niyetimizi nasıl tâzelemeliyiz, nasıl hâlis bir niyetle başlamalıyız yeni sayfaya ki hâl-i hazırda azalmış olanı da boşa harcamayalım?

Üniversitede katıldığım bir buluşmada bize zarar veren bağlardan kurtulmak için o bağlantılar ile olan ikincil çıkarlarımızı bulmamız gerektiğini söylemişti psikolog. Her zararlı bağlantıda kendimizi kurbân edilen kişi, kurtarıcı olmak zorunda bırakılan kişi veya karşıdakini suçlayan kişi olarak buluruz. Bu kendimize yapacağımız en kötü şeylerden biridir. Karpman drama üçgeni ismi verilen bu döngüde, zaman zaman kurban, kurtarıcı veya suçlayıcı olursun ve aslında eninde sonunda hep kurban sensindir. Yapman gereken şey döngüde rol değiştirmek değil döngünün dışına çıkmaktır. Birçok araştırmada bu üçgenin evlilik veya âilede nasıl olduğuna dâir bilgiler, anlatımlar yer alıyor. Bana kalırsa bu döngünün üzerinde uzun uzun düşünülüp konuşulması, zararlı bağlantıların ve ikincil çıkarların farkında olunması gerekir. Hattâ kendimize dönüş için ilk adım bile olabilir (fakat her bilgiye olduğu gibi bu konuya da İslâmî bakışımızla bakmalı, eleştirel düşünme becerilerimizi devreye sokarak okumalı, araştırmalı ve analiz etmeliyiz).

Bunu konumuz açısından şöyle örnekleyelim: Zararlı bir arkadaş ortamında bulunup dâimâ namazlarımızı kaçırıyorsak veya onaylamadığımız durumlara düşüyorsak bu konuda arkadaşlarımızı suçlamamız bize hiçbir şey katmayacaktır çünkü herkes kendi yolunu çizmekte özgürdür. Eğer onları iyiye ve güzele çekememişsek kendimizi ortamın mağduru gibi görmek yapacağımız en büyük yanlıştır. Kimi zaman canımızı çok yaksa da o ortamdan sıyrılmak ve mescide giden, kendimize daha uygun olan, içinde ne suçlayacağımız ne de suçlanacağımız bir arkadaş ortamına dâhil olmak yapabileceğimiz en büyük hicrettir.

Peki kopamadığımız zararlı bağlantılar için atılacak ilk adımımız nedir? Elinize bir kağıt kalem alın diye başlamak istemiyorum. Zararlı şeylerle olmanıza zemin hazırlayan asıl sebebi bulun, görünen sebeplerin arkasına sığınmayalım, biraz daha içimize dönelim. İkincil çıkarı bulmak her zaman sandığımız kadar kolay olmayacak ve çoğu zaman önümüze birçok şirin sebep çıkacak. Akıllı telefon kullanmaya ve video izlemeye olan bağlılığımız ve onu bırakmak istemiyor oluşumuzun aslında videoların eğlenceli olması veya faydalı şeylere de bakıyor olmamız, gündemin içinde olamayışımız değil gerçek hayâtın bize sunduğu gerçek şartlardan kaçmak olduğunu fark edebiliriz meselâ. Vicdânımızı huzursuz eden o arkadaş grubunda kalma sebebimiz onların da özünde çok iyi insanlar olması mı yoksa farklı sebeplerimiz mi var, özümüze dönelim. Namazlarda çok zorlanıyor ve imtihanlarda hemen çöküyor, kurban rolüne bürünüyor olmamızın sebebi de Rabbimize karşı olan yanlış zannımız olabilir mi, bu konu hakkında her birimizin iç muhasebe yapması gerektiğine inanıyorum.

Kendi hikâyemizde kahraman olmaya gayret etmeliyiz. Bu aslâ kolay değil, olmayacak da fakat keşkelerden sıyrılmanın zor da olsa zamânı geldiğine inanıyorum. İslâm’da gafletin yeri var mı?.. Çokça söylenen herkesçe bilinen bir sözü buraya iliştiriyorum; unutmayalım ki kardeşlerim, unutmayalım ki kampüste, yemekhane sırasında, okul kütüphanesinde ve kantininde bin türlü zorlukla, ince ip üstünde benimle yürüyen kardeşlerim, ‘’Allah ile açan solmaz’’. Kaçan namazlar için, oturulan karışık ortamlar için, yere indirilmeyen her bakış, âileye yükseltilen her ses, yanlış yerlere sürükleyen her arkadaşlık, musîbetlere karşı çekilen her off, boşa harcanan her zaman, okunmayan her kitap, öğrenilmeyen her ilim, akla yatmayan her imtihan, kabûllenilmeyen her kader ve daha içimizi tırmalayan nice şey için taptâze bir niyete ihtiyâcımız var.

Vicdânımızın sesini kısalı ne kadar oldu? Vicdânımızın sesini bahanelerimizin sesinden daha çok duymak zamânı geldi. Açalım vicdânımızın sesini, duyalım Yüce Rabbimizin fıtratımıza verdiği o güzelliklerin, o yorgun düşmüş rûhun sedâsını. Herkesi ve her şeyi bir kenara dizip ilk olarak Rahmân ve Rahîm olan, Rezzâk olan Rabbimiz zülcelâl’e karşı olan niyetimizi tâzelemeliyiz. Rabbimize karşı gizliden gizliye öfke taşıyan, imtihan ve musîbetleri ağır gelen çoklarımız var. İnanalım kardeşlerim yalvarıyorum inanalım, Sizlerin benden daha iyi bildiğine emînim ki neslimizden çıkan mücâhid ve mücâhideleri saymaya sayfa yetmez, başta Rabbimize sonra da bize verdiği kuvvete inanalım. Duâmızı icâbet olmuş bilerek sürelim ellerimizi yüzümüze ve kalbimizin çarptığını bilerek nefes alalım. Dâvâ sâhibi olacağız elbette ama önce dâvâ adamı olalım, doğru dâvâyı bulalım, ilk dâvâmız kendimizi yetiştirmek olsun, inancımızı korumak, îmânımızdaki zâfiyetleri çözmek olsun. Bütün çıkarlardan sıyrılalım, yalnız ihlâs üzere olmaya niyet edelim.

Yüce Rabbimize karşı olan hâlis niyetimiz, duâya açılan minicik ellerimiz nerelerde, hangi mayalarla yoğruldu büyüdü ki Rabbine karşı farkında bile olmadan öfke duyar hâle geldi? Her birimizin bambaşka hikâyeleri olduğuna eminim fakat şimdi her birini bir kenara bırakıp namaz kıldıktan sonra büyüklerimizin bizi kucağına oturtup ellerimizi avuçlarının içine alarak duâ ettikleri güne dönelim, ezanı ilk duyduğumuz güne, Rabbimize karşı duyduğumuz o büyük hayranlığa dönelim, Filistin, Doğu Türkistan ve nice Müslüman için ağladığımız güne dönelim, bizler binlerce şehidin olduğu dönemde büyüdük, televizyonda kanalı değiştirdiğimiz değil yumruğumuzu sıktığımız güne dönelim, sekiz adet Kâbe fotoğrafına aylarca baktığımız o kırmızı fotoğraf makinesine dönelim, Allâh’ı içimizde sakladığımız putlardan önde tuttuğumuz o niyete dönelim, bir gün bir yerde birinin ağzından Rabbimize karşı çıkan o söz nasıl öfkeden ağlatmıştı bizi hatırladınız mı, Rahîm olan Rabbimden duâmdır o güne dönelim. Çok saygılı olduk, çok medenî olduk büyüdükçe. Zaman bizlere nelere saygı duymayı öğretti değil mi? Ve neleri çaldı heybemizden, biz saygı duyarken.

Geçen zaman değil ömürdür, çalan zaman değil zâlimdir ve gün Rezzâk olan Rabbimize bizi îmanla rızıklandırdığı için şükredip başta O’na sonra suçladığımız her şeye karşı olan niyetimizi tâzeleme, bizi bir adım ileri gitmekten alıkoyan her şeyi omuzlarımızdan indirme günüdür.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak