Ara

Nezaketli Bir Velî

Nezaketli Bir Velî

Kendilerine “Evliyâullah” yani “Allah Dostları” veya “Allâh’ın Sevgili Kulları” denilen has kullar, öyle bir ömür geçirirler ki tüm hayatlarında, Allah Teâlâ ile birlikte bulunmanın bu huzur halini daimi olarak yaşamanın gayreti ve çabası içinde olurlar. Onlar, Yüce Mevlâ’nın, “Haberiniz olsun ki Allâh’ın dostları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Allâh’a îmân eden ve kulluk şuuruyla hareket eden takvâ sahipleridir onlar…” (Yunus, 62-63.) Son Devrin Kutup Yıldızlarından Yahyalılı Hacı Hasan Efendimize (ks) dair Evlatları Ali Ramazan Dinç Efendimizle söyleşi gerçekleştirdik. Röportaj: Hasan Hafif Efendim öncelikle hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Hoş bulduk, safa bulduk. Muhterem Efendim, Allahımızın insanlara bahşetmiş olduğu hayat bir gün nihâyete eriyor. Bir insan ömrünü neye vermeli? Hangi yolda harcamalı? Hacı Hasan Efendimizin hayatını da göz önünde bulundurarak neler söylemek istersiniz? -Bizi yaratan Rabb-i Zülcelâlimiz olduğu için hayat programımızı çizen de O’dur. Çünkü Mülk Sûresi’nde esteîzubillâh ‘elâ ya’lemu men halag’; “Yaratan yarattığını bilmez mi?” buyuruyor. O zaman Yaratan bizim nasıl yaşayacağımızı da esteîzubillâh ‘ve mâ halaktu’l-cinne ve’lins illâ li- ya’budûn’; “İnsanları ve cinleri zatıma kulluk etsinler diye yarattım” buyuruyor. Burada bir rivayete göre ‘li-ya’rifûn’: “Beni tanımak için” buyuruyor. Bir de her şey O’na kuldur. Esteîzubillâh ‘âtirrahmâni abdâ’, Meryem Sûresi’nde son sahifelerde. Birkaç âyet Tâhâ Sûresi’nin üst tarafında bulunmaktadır. Ondan önceki âyet-i celîle -son sahife diyebiliriz- “Her şey Cenâb-ı Hakk’a kul olarak gelecektir.” Ama onlar emaneti yüklenmiş değil, sorumlu bir varlık değil. Meselâ güneş, ay, yıldız doğuyor, onlar görevlerini icra ediyor. Allahımız onları nasıl ayarlamışsa o şekilde. Bir koyun sütünü, etini, derisini veriyor, kemiğini de veriyor; hatta gübresinden bile istifade ediliyor. Bunun gibi. Hayat O’na kulluk için. Çünkü Cenâb-ı Hakk Habibini bile tavsif buyururken esteîzubillâh ‘subhânellezi esrâ bi abdihî’, ‘kulu Muhammed’i buyuruyor. Ondan da yüksek bir makam olamaz. Efendim, dünyanın dört bir yanından insanlar gerek Hacı Hasan Efendimiz zamanında, gerekse de günümüzde Yahyalı’ya gelmekteler. İnsanları buraya çeken şey nedir? Binlerce kilometre öteden buraya aşkla muhabbetle gelmelerinin sebebini sizden dinlemek isteriz. Buraya bir lider konumunda insan geliyordu ziyaret için. Gelirken, o gelmeden önce sohbet defterini önüne açar, buradan bir kelimeyi okur veya okumaz; okur mutlaka bir cümle, saatlerce görüşürdü. O zatın gelişine ait “Şu defterden bir yer açayım.” dedi. Açtılar. Orada buyuruluyor ki ‘‘Sen Allâh’ı ne kadar seversen insanlar da seni o kadar sever.” hadis-i şeriflerin de meali bu aynı zamanda. Cenâb-ı Hakk’tan ne kadar korkarsan insanlar da sana o kadar tazim ve ikram içerisinde bulunur. O’nun Rabbimize olan aşkı, muhabbeti, şevki, sevgisi. Hatta görmeden bile muhabbet duyan insanlar vardı, görmeden bile. Timurtaş Hocaefendi malûm bilirsiniz çok meşhur, İstanbul’da vaaz eden. Bir doğuş vardı onda, konuşurdu da hepsi kitabî değildi onun. Gönlünden doğardı böyle. Çünkü görürdüm dinlediğimde câminin balkonunda, o gençler hep birden Allaah diye bağırıyor, cemaat de bağırıyor. O zât dermiş ki “ben görmedim ama o anıldığı zaman tepemden tırnağıma bir sıcak su dökülüyor gibi oluyor.” Bu gibi insanlar pek çoktu. Meselâ Hacı Hasan Efendi dendiği zaman “Ya biz bunu görmedik, huzurunda da bulunmadık fakat bizi çeken bu câzibe nedir?” O câzibe, Cenâb-ı Hakk’a olan aşkıdır, muhabbetidir ve sevgisidir. O sevgi getiriyordu, Allahımıza olan bağlılığı, Rabbine olan sevgisi, üstazlarına olan samimiyeti getiriyordu hiç şüphesiz. Efendim, dünyanın dört bir yanından buraya gelen insanlar tabiri caizse arı misali, buradaki muhabbetle dolup gittikleri yerlere bu muhabbeti, aşkı, feyzi yayıyorlar. Özellikle gençler buradan beslenebilmek için neler yapmalı, onlara tavsiyeniz ne olur? Gençler O’nun (ks) kendisinin de en büyük arzusuydu. Bir ara üstâz-ı âlîmizin sene-i devriyesinde parlamenterlerden birisi konuştu. Dedi ki “Hacı Hasan Efendi sizin kafanızı yarıp içine ilim akıtacak bir kimse değil.” İsterse onu da akıtır Allâh’ın izniyle. “Fakat” dedi “onun mübarek gönlünden istifade etmeniz lâzım.” Şimdi gençler için en önemli olan husus çağında bulunan büyükleri tanımaktır. İmam Şârânî Hazretlerinin ‘Tenbîhul Muğterrîn’ isimli bir eseri var, bunu Türkçe’ye Ömer Temizel çevirdi. Orada büyükleri anlatırken -elimizde bir Tabakât-ı Sûfiyye de var- meselâ burada bir zât diyelim Ebubekir el-Vâsıtî (ks) “Şu zatı gördü, bu zatı gördü, şunlarla tanıştı, onlardan ilim aldı” diyor. Bunun gibi. Demek ki mühim, çağında bulunan arifân-ı ilâhîyi tanıyacak. Onlarla kopukluk olmayacak. Neden derseniz aynen hadis ravileri gibi, işte an Ebu Hureyre (ra) diyoruz, aninnebiyyu sallallâhu aleyhi ve sellem, Peygamberimiz’den (sav) alınmıştır; ondan sonra rivayet eden kimseler. Aynen bunun gibi ehlullâhın edebini, erkânını, muhabbetini, aşkını, sevgisini, o tecellî ve vâridâtı taşıyan insanları görmüş oluyor. Meselâ hiçbir şey yapamasak dahi biz, Sâmi Efendi Hazretlerini (ks) görmem yetiyor. Bak kırk sene oldu belki. Onun bir abdest alış şeklini, bir oturuşunu, bir namaz kılışını, namazda ayaklarını dikmesini bile unutamıyorum. Sonra duydum normal oturuşunda da ayaklarını dikiyorlar. Arkadan demişler ki “Efendimiz Hazretleri böyle dura dura hiç ayağı incinmiyor mu?” Birisi cesaret etmiş, o dikili vaziyetteki sağ ayağını şöyle biraz oynatmış. Dikili vaziyetten yatık hâle getirmiş. Çok beklememiş hemen yine dikivermiş. Hayatlarında bir başkalık var; diğer insanlar gibi olmuyor. Meselâ hepimiz namaz kılıyoruz, hepimiz oruç tutuyoruz, hepimiz cihâd için çalışıyoruz. İnsanların irşadı ve ıslahını; kan dökülmesin, insanlar sulh içinde bir hayat yaşasın istiyoruz derken onların bu faaliyetleri bize benzemiyor. Büyük bir tesir var. Meselâ bir insanın irşad ve ıslahında onların sözleri çok etkili oluyor. Sebebi de Allahımıza olan tazimi. O birinci sorduğunuz soruyla alâkalı; Rabbimize olan sevgi, saygı, muhabbet, O’nun emr-i ilâhîsine uyuşu insanların irşad ve ıslahında da çok faydalı oluyor. “YAHYALI’DAN BURAYA HAYIRLI HABERLER GELİYOR, BURADAN YAHYALI’YA HAYIRLI HABERLER GİDİYOR.” Efendim, altının kıymetini sarraf bilir. Sâmi Sultanımız nazarında Hacı Hasan Efendimizin yeri nasıldı, ona olan muhabbetleri, verdiği önem? Bundan bahseder misiniz? Bunu özellikle sordum. Çünkü gördüğüm bir hâl oldu. Ömer Öztürk var, Cenâb-ı Hakk selâmetler versin, o bize şunu anlattı: ‘‘Sâmi Efendi Hazretlerinin elinde bir liste vardı, o listenin başında Hacı Hasan Efendi var. Eğer bunlar gelirse, bunlar için işte randevudur, bir müsaadedir gerek yok, her zaman evim onlara açık” dedi. Bir de şunu gördüm, üstâz-ı âlîmizin içeri girerken huzur-i âlîlerine, -o gelişlerini anlatsam bir destan olur, o hâli-, onun o andaki yürüyüşü, hâli, tavrını hiç unutamıyorum. Yâni bir ağlama başlıyor, o bizim dergâhtaki Muhammed Abi’ye çok anlatırdım bunu. Çünkü onun demiri onları tutardı, şifresi uyardı ona. Bir gün, “Bak, Sâmi Efendi Hazretlerini anlatınca senin şeklin değişiyor. Çünkü senin emanetin onda” dedi. “Ama siz çalışın, onlar ereceği yere ermiştir.” Şimdi girerken huzuruna böyle ağlamaklı bir şekil gördüm, Sâmi Efendi Hazretlerini. Meselâ Sûre-i Yusuf’tan bir hâdiseyi naklederek karşıladılar. Hazreti Yusuf aynaya bakmış, baktığında çok iyi bir fiyata satılırım deyince Cenâb-ı Hakk ‘bahsinderâhime ma’dudeh’, ‘çok az bir fiyata satıldı köle olarak’ buyuruyor. Bunu söylüyor, coştu böyle görünce coştu. Damatları hemen engel olmak istedi, coşuyor böyle coşuyor. Belli, bunu hissettim. Kendilerine “Size olan muamelesi farklı mı?” dedim “Evet” dedi. “Diğer kimselere karşı bir hasetlik duygusu başkalarının gönlünde belirmesin diye söylemiyor, belli etmiyor ama bize muamelesi başkadır.” Çok doğru. Hacda üstâz-ı âlîmiz görüşüyorlar, üç defa musafaha ediyor; bu görüşeceklerine bir demişti, aralarında bir anlaşma kendilerine mahsus. Bir umre seferinde bunu Sâmi Efendi Hazretlerinin evinde büyüyen bir genç anlatıyor. Sâmi Efendi Hazretleri şöyle akşamdan sonra dışarı çıkmışlar, ev halkına demişler ki ‘‘Yıldızlara bakın, Hasan Efendi’nin gelişine yıldızlar da seviniyor.’’ Sâmi Efendi Hazretleri onun hakkında ne demişti? “Bir can ciğer gibi, tarif edemiyorum ki çok başka bir sevgi, başka bir muhabbet. İstanbul’dan bir kardeşimiz var, Medine-i Münevvere’de musafaha hâlindeydik, bana sıra geldi, Hasan Efendi der demez, gözünden yaş dökülme değil de böyle gönlünde bir başka hâl meydana geldi, hâli değişti” diyor. Hasan Efendii, Hasan Efendii, Hasan Efendi diye böyle sevgilerle. Hele bir mektubu var, buyuruyor ki “Yahyalı nerede, Medine nerede?” Ramazan-ı Şerif’in ikinci günü söylüyor bunu iftar sofrasında otururken; “Yahyalı’dan buraya hayırlı haberler geliyor, buradan Yahyalı’ya hayırlı haberler gidiyor.” Bedia Annemiz var, Sâmi Efendi Hazretlerinin kerime-i muhteremeleri. İrtihâlinde Mahmut Sâmi Efendiyle, torunlarıyla görüştüm. Üç buçuk saat kadar kaldık. Bir aşktı o, bambaşka bir âlemdi o oturuşumuz. Orada Mahmud abiye “Mahmud Abi, Sâmi Efendi Hazretlerinin okuduğu ayetlerden okumak istiyorum, hakem olacaksın, benziyor mu?” dedim. Esteîzubillâh “vellezîne câhedu fî..” Kişi çok severse sevdiğinin halleri aksediyor. Şimdi anlatamayacağım, öyle hâller var ki öğrencilik dönemimden beri. Yâni biz onunla kaynadık. Hayatımız onunla geçti, muhabbetiyle, sevgisiyle; okul müdürlerine anlatırdım. Bir gün askerde onun muhabbeti öyle gönlümü kapladı ki muhakkak anlatmam lâzım onu. Bülent diye bir arkadaştı İstanbul’dan, “Bülent” dedim “Bizim şöyle bir üstâzımız vardı” anlatmaya başladım, “Ben onu tanıyorum” dedi. “Biz Milli Türk Talebe Birliği’nde, işte Bursa Uludağ’da iken getirdiler mübarek zatı, Sâmi Efendi Hazretlerini, bize sohbet etti” dedi. Yanlış kapı da çalmamışız, belki de Allahımız orada lütfetti, ihsan etti birini bu aşk, bu şevk, bu muhabbetten dolayı, onunla konuşturdu. Duramıyorum, yâni bütün zerrem Sâmi Efendi diyor sanki. Askerdeyiz, böyle rap rap yürüyoruz; yürürken Efendi Hazretlerinin sevgisi gönlüne oturuyor. Doyamadım ve doyamam da. Efendim, Hacı Hasan Efendimizin (ks) Sâmi Efendimizden (ks) icazet alışlarıyla alâkalı bilgilendirir misiniz? Bir vekâlet bir de asalet var. Biri kâğıt üzerine yazılır “Vekil tayin ediyorum” diye, bir de Fahr-i Kâinat’tan gelen bir işaret var. Bizzat aleyhissalât ü vesselâm’ın icazetiyle gelmiştir bir Adanalı Hasan Efendi Hazretleri bir de üstâz-ı âlîmiz, zaten Hasaneyn derlermiş. Sene 1939, daha dedem de hayatta, Es’ad-ı Erbilî Hazretlerinin halifesi. Öyle olduğu hâlde kendisine icazet veriyor “Bundan sonra dersleri Hasan Efendi târif edecek” diye. Hatta üstâzımız ağlamış. “Niye ağlıyorsun Hasan Efendi, sevineceğin yere?” deyince dedem rahmetullâhi aleyh, “Baba” demiş, “esrarı bana açtırma.” Biraz zorlayınca “Sizin irtihaliniz bana görünüyor.” demiş. On üç gün yaşamış ondan sonra, on üç gün. 1965’te de Kâdirî icazetnamesini aldı, teslimiyet noktasında söyleyeyim, orada ben ilkokuldayım, hâdiseyi iyice biliyorum; o Yeşilhisar İçmecesi’nde oranın sâhipleriyle Bedirhan Beyler neler var, ‘‘Yirmi beş dakika görüşelim’’ dedi, görüştüler. O anda Sâmi Efendi Hazretleri (ks) cebinden icazetnameyi çıkarıp “Bu bizim Kâdirî icazetnamemiz.” deyince buna ömrünün sonuna kadar ağladı. “Benim Efendime teslimiyetim yok muydu ki bana icazetini gösterdi?” dedi. Bu ne aşk, bu ne muhabbet. O uyumadan uyumazdı. Mübarek başını, mübarek yüzünü ruhen ve manen ayaklarının arasına kor öyle uyurdu. Tarif edilmez, tarifi zor. “AŞK SESLERDE RENGE DÖNÜŞÜR.” Efendim, Sâmi Efendimizin haldaşı, hatta daha da ötesi diyebilir miyiz? Bir oturuşunu gördüm, onun bir ‘Efendim’ deyişini, üstâzımızın üstâzının da ‘Hasan Efendi’ derken dilinden çıkan o Hasan Efendi kelimesi. Es’ad-ı Erbilî Hazretlerini okuyorum Mektûbât’ından da “Bayılmadığıma şükrediyorum.” diyor. Bayılmadığımıza. Bayılsaydık keşke biz, bayılsaydık. Bayılacak bir hâldi. Böyle “Efendim” derken üç yüz altmış damar “Efendim” diyor sanki. Allah, Allah, Allaah… Mevlânâmızın bir sözü var, “Aşk seslerde renge dönüşür.” der. Yâni renge dönüşüyordu onun ifadeleri de “Efendim” derken. Efendim, Hacı Hasan Efendimizin hayatına baktığımızda 7/24 hizmet ediyorlar, cihâd ediyorlar, sohbet ediyorlar; geceleri dualarla, zikirlerle, ibadetlerle geçiyor. Bu enerji nasıl oluşuyor? Enerji bildiğin gibi değil, enerji tükenecek gibi değil. Onlar ruhlarına tâbi olduğu için cisim de ruhlaştığından yorulma olmaz onda. Eğer bedene dayalı olsa yorulur beden. Ama beden ruha tâbi olduğu için yorulma diye bir şey yok. Sâdece insanların hâli yoruyordu. Bunu Sâmi Efendi Hazretleri de buyuruyor. “Baba, yoruldunuz” deyince “Hayır hayır” buyuruyor, “Beni yoran ihvanın hâlleri, şer-i şerife uymayan durumları.” Efendim, Hacı Hasan Sultanımızın (ks) dünya görüşlerini kısaca özetler misiniz ? Haberleri dinlerdi. Gazete gelirdi, hemen hemen her gün, onların başlıklarını okurlardı. Dünya siyasetini çok güzel takip ederdi. Meselâ bu muharebelerde, İran-Irak savaşlarında vesairde; bunu o tarihte onlara silah satmak için yaptıklarını ifade ediyordu, şimdi konuşuyorlar bunu meselâ. Ürettiği silahlarını denemek için bu harpleri, darpleri çıkarttıklarını söylüyordu; bunu taa derinlemesine biliyordu. Bilhassa masonları çok iyi bilirdi. “Masonn” derdi ama böyle inletirdi. Ondan rencide olduğunu ifade ederdi. Meselâ İsrail hakkında, Kuds-ü Şerif hakkında çok konuşurdu. Yâni dünya siyasetinden söz ediyordu. Olan hâdiseleri, o tarihte hangi hâl ise onu konuşuyordu. Meselâ câmilerin park hâline getirildiğini, Rumların, Ermenilerin câminin hoparlöründen şarkılar türküler söylediklerini, olmadık işler yaptıklarını, meselâ Abdurrahman ise Dimitri filan diye isim koyup isimleri değiştirdiklerini, bunları tek tek söylerdi. Yunan Mezâlimi’ni tamamen okumuş, o Menemen hâdiselerini vesairleri, tarihi çok güzel biliyordu. Yâni Hacı Hasan Efendi deyince sâdece postunun üzerinde oturan bir kimse olarak düşünülemez. O postun üstünde otururken diyelim ki İçişleri Bakanı gibi, Dışişleri Bakanı gibi yâni hükûmetin bir sözcüsü gibi -ancak öyle diyebiliyorum- hâdiselere çok aşinaydı. Yâni bugün bulunsalardı Rusya’yı anlatırlardı, ne demek istediğini, onun arkasındaki dayanağın ne olduğunu, ülkenin krize gitmesine rağmen o krizin yanında daha başka neler düşündüğünü, kimyevî silahlarını ,vesairlerini olduğu gibi gözünün önüne getirir dökerdi. Meşguldü o hadiselerle. “VEKİLİM DOĞDU.” Efendim, bir Kutb-ı Cihan’ın oğlu olmak nasıl bir duygu, bunun sorumlulukları nelerdir? Sizlerle nasıl ilgilenirdi? Şimdi bazı sözler olurdu da üstazımız ‘‘Sırrımı açmayın’’ derdi. Bize kullandığı ifade şu: “Oğlum, sen benim kalbimden doğdun.” Şimdi ona gelen manevî iltifatlarda bizde hiçbir değişme olmadı. Meselâ başkaları “Hacı Hasan Efendimize Hırka-i Saadet getirilmiş, Hacı Hasan Efendimize şöyle manevî iltifatlar olmuş, Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimizden Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini seyreden bir veli, çok haberler geliyor şu şekilde bir nûr-i Muhammedî (sav), ona kavuşan bir nur, onlar birbirleriyle kucaklaşıyor; hiç değişmezdi. Çünkü şeytan da inanmıştı, nefis de inanmıştı. Şeytanın kandıracağı o noktada hiçbir şey yoktu, nefsin de yoktu; tamamen kabullenmiştim böyle. Hatta bize bu noktada çok kızdıkları olmuştur. Derdim ‘‘Hâl bu, durum şu’’, bir türlü sırrını açmazdı. Açmak istenirse de derhâl mâni olurdu. Biz doğduğumuzda halamızı çağırmış, “Gel Hatça” demiş, “Vekilim doğdu.” Bu Develi’de bir hoca efendi var, ona demiş “Üstâzının elini öp.” Bununla iftihar mı ediyorsun? Zerre kadar iftihar etmiyorum ve üzülüyorum. Onların bu kadar iltifatı karşısında bu keselan, bu tembellik, bu uyuşukluk bizi mahvediyor. Çok mahcubum, tarif edilmez şekilde mahcubum bu iltifatlara karşı. Çok tabii seviyordum. Bir de ona yapılan hareketlere, yanlış davranışlara hiç tahammül edemiyordum. Onu da bildiği için diyordu, “Oğlum bizi canı gibi sever, canından fazla sever.” Ona olan muhalif hareketler canımı alıyordu benim. Mahvoluyordum. O büyük dedikleri insanları üstazımıza olan sevgilerinden dolayı severdim, aksi halde yok. Çünkü O bizim pirimiz, sonra bütün âleme mâl olmuş bir kimse. Nasıl ki Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimiz kââffetellinnâs, bütün insanlığa gönderilmişse velâyet ölçüsü içerisinde bütün insanlığa gönderilmiş. Doğuda vazife yaparken geldiğimde “Oğlum” dedi, “Bir kimse geldi ricâlul ğaybdan, Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimiz bize doğu, batı, kuzey, güney her ciheti göstermiş”; irşadda böyle. Tahammül edemiyorum. Seveni kadar da muhalifi vardı, daha fazla görünüyordu. Onlara çok üzülüyordum. Şimdi hâlâ üzülüyorum. Bunu bildiği için bizim bu üzüntümüzü, bir gün çağırdı “Develi, Yahyalı, etraftan duyan yeter oğlum.” dedi. Çünkü üstüne çok büyük bir hücum vardı. Sebebi de gençler çok başında toplanıyordu. İkinci olarak, insanlara siyasi noktada yön gösteriyordu. Bir üçüncüsü, basında yayında müspet olanları haber veriyordu. “Aman ha yanlış gazeteler dergiler almayın ahlâkınız bozulur. Gençlerin düzelimi için bir kere hayırlı kimselerle buluşup görüşülecek, okuduğu eserler önemli.” diyordu. Ondan dolayı farklıydı üstâzımız; çok farklıydı. Her noktada yol gösterirdi, Allâh’ın izniyle. Hacı Hasan Efendimizin görüştüğü özel kişiler var mıydı? 1973 yılında Ashâbı Suffe’deyim. “Oğlum rical taifesi var, sen de git bir elini öp.” dedi. Mersin Erdemli’den Ahmet Şahin (rh.a), onun oğlu Mustafa. Onunla gittik. Daha sonra haber aldım Konya’dan Ahmet Efendi diye sıvacı bir zât ile -o da büyüklerden bir insan Allâhu a’lem- bu rical taifesi haber gönderiyor: ‘‘Hasan Efendi’yi ziyaret edeceğiz’’ deyince üstâzımız “Ahmet onları eğer ayağıma getirirsen hakkımı helâl etmem.” diyor. Böyle dediğinde ‘‘Ne nezaketli veli, ne nezaketli veli Hasan Efendi’’ diyorlar. Üstâzımız varıyor üçlerden bir zattı Paşa Hazretleri, yanında Dörtyol’dan Mehmet Efendi Hazretleri yedilerden, hâlbuki o yedilerden zatın letaiflerini kendisi geçirmiş, üstâzımız geçirmiş. Evine girmiş üstâzımız, manen bunu Sâmi Efendi hazretlerine anlatmış. ‘‘Efendim, Hasan Efendi geldi elektrik düğmesine bastı, 5 tane lamba yandı.’’ deyince “5 letaifiniz o vesileyle çalışacak.” diye buyurmuş. Genç hanımefendi annelerimize/kardeşlerimize örnek olması hasebiyle, muhterem annemizden de bahsedebilir misiniz? En önemli özelliği tesettür. Şu ağız kısmını çok yaşlı olmasına rağmen örtüyordu. Bir de oturuşu diz çökmüş vaziyetteydi. Diz çökülü vaziyette ayağını sağa sola kıpırdattığını pek görmedim gibi geliyor. Çok dikkatliydi, meselâ namaz vakitlerine. Biz İstanbul’dan geliyoruz, gelirken saat daha 10’du. O zaman 1’e doğru namaz kılınıyor, hemen ‘’Namaz’’ diyor. Namazda çok hassastı, vakitlerine çok riayet ediyordu; arabayı mümkün değil hareket ettirmezdi namaz vakti geldiği zaman. Bir de gelen misafirler hususunda hassastı. Meselâ bahçeden nohut, fasulye toplanıyor; patatesti, domatesti ne olursa olsun “Misafirlerime, misafirlerime, gelecek olan misafirlerime hazırlayacağım.” diyordu. Bütün kafası gönlü Üstâzımızın misafirlerini memnun etmek. Meselâ o tarihte ve hele bulunduğumuz yer itibariyle sabunlar vs. bulmak mümkün değil. Hep onlar için sabunları saklar; havlular, ondan sonra yatakları, yatağın örtüleri, nevresimler vesairler hep onlar misafir için. “Hacı babanızın yüzünü ağartacağım.” derdi, öyle hizmet ederdi. Ayağına, tabii rahatsızlıkları da var, sülük tutturur. Evlâdını, o büyük ağabeyimizi köşeye bir yere -daha çocuk- oturtur, kendisi yiyecekler içeceklerle meşgul. Çorbalarını, yemeklerini hazırlar, bugünkü gibi havagazları, milangazlar filan hiç yok. Odunlarla, böyle onu üfleye üfleye kendisi hazırlar ve yaptığı yemekler de çok tatlı olurdu, bunu söylerlerdi. Yavrularına da helâl lokma yedirmenin bir aşkı, bir şevki vardı. Çok ciddiydi. Öyle başkaları gibi sevme hâli yoktu, severken bile Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetiyle seviyor, şımartmıyor katiyen şımartmıyor. Bir de çok doğruydu, o doğruluğundan dolayı eğriler tahammül edemezdi. ‘ONLARIN AHLÂKI KUR’ÂN’DIR’ Efendim, Hacı Hasan Efendimizin (ks) ahlâkından bahsedebilir misiniz? Tasavvufun tarifinde ‘Onların ahlâkı Kur’ân’dır’ denilir. Yâni Kur’ân’ın edebiyle edeplenmek. Şimdi Kur’ân-ı Azîmuşşân bizim hayatımızla alâkalı her konuyu ele almaktadır, hem dünya hem uhra. Yemeği nasıl yiyeceğimizi bile haber veriyor. Meselâ ‘kulû min tayyibâti mâ razaknâkum’, ‘rızkın temiz olanlarından yiyiniz’ buyuruluyor. Bir de onlardaki davranış “Kur’ân-ı Azîmuşşânı okuyup ona göre hareket edelim.” demekten ziyade -tabiatları çok düzgün olduğu için, Cenâb-ı Hakk’a olan saygı, sevgi, muhabbetleri- yaşantıları hep Kur’ân-ı Azîmuşşân’a uygun olurdu. Yâni Evliyâullâh’ın edebine de muvafık düşerdi çünkü çok düzgün. Necip Fazıl (rh.a) “Sâmi Efendi nasıldı?” denince “İdrofil pamuk” der, “Her yaraya iyi gelir.” Her derde devaydı onlar. Her hâlleri de Kur’ân’a muvafıktı şüphesiz. Gönlü o noktada olduğu için, Cenâb-ı Hakk’ta benliğini erittiğinden dolayı meselâ fenâfi’l-ihvandır. Allah için seviyor. Allah için sevmede Allah için kardeş olmanın bütün özelliklerini taşıyor çünkü bunu gerçek mânâda yaşıyor. Fenâfiş-şeyh hâlinde bir büyüğe olan, ulemâ-i kirâma olan tazimde son derece hassas. Meselâ Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimizin muhabbetinde yok olunca hep sünnet-i seniyyeye uygun davranışlar zuhur ediyor. Allahımızın sevgisinde, fenâfillah ve bekabillâh gibi hallerde hiç şüphesiz Kur’ân’a uygun düşüyor halleri, yaşadığı; okusa da okumasa da. ‘‘BANA HARFLERİN TALİMİNİ MÂNÂ ÂLEMİNDE RESULULLAH (SAV) YAPTIRDI.’’ Hacı Hasan Efendimizin Ledünnî İlminden bahseder misiniz? Bunu İbrahim Eken hoca bir dergide yazmış, gördüm. Diyor ki  “Ledün ilmi ancak ehline anlatılan bir husustur, herkese verilmez.” Çünkü kendisi söylüyordu; buyururlar ki “İlmimi gizliyorum.” Şâhidim buna. “İlmimi gizliyorum çünkü bilen yok.” diyordu. Yâni o bezde tarağı olacak, bilecek ki anlatabilsin; bilmiyor. Meselâ konuşuyor konuşuyor bir yerde duruveriyor, ötesine geçmiyor. Çünkü cemaatin kabiliyet noktasına göre konuşuyor. Ancak onu halleştiği kimselerle yapıyordu. Zaten ilm-i ledün olmasın misalleri çok veriyordu. Meselâ kendisini tevazuan ‘Ben misalciyim’ diyordu. O misalciyim deyişi Mevlânâmız vesairlerinde görülen hep misallerle anlatmak; zaten doğuştur o, gönlüne Allahımızdan gelen bir ilhâmât-ı ilâhî o, o misalleri vermek. Dedemde de öyle (rh.a), o da çok misal veriyordu. Meselâ vaaz u nasihatinde, -şukka denir vaiz için hazırlanan notlara, bir ayet-i celîle iki hadis-i şerif-, inanın çoğu zaman okumuyordu. Açıyordu meselâ, Hacı Sâmi Ali Ramazanoğlu (k.s) Hazretleri. “Tarikat dört esas üzerine bina kılındı. Teslimiyet.” Bunu dedi değil mi? Şimdi binayı anlatırdı. Binanın temelleri kazılacak, ondan sonra pabuçlar denir onlar oturtturulacak, kolonlar vesairler. Öyle bir anlatıyor ki. Meselâ “İslam beş temel üzerine bina kılınmış.” derken bunu dört tane temel direkler, beşincisini kubbesi olarak kelime-i şehadeti anlatıyor. Yâni bunlar insanın kafasında gönlünde kalıyordu. Ondan dolayı diğer hocaların daralmalarına hiç gerek yok, boş yere çırpınış o. Adana’da 1955’te çok câmi olmasına rağmen camilerin boşalmış olduğunu görüyorlar. Kendisi küçük bir cami olan Tepebağ’da Şeyhoğlu Camii’nde vaaz edecekleri zaman vaaza başlamadan saatler öncesinde adliyenin önüne kadar duvarların üzerine varana kadar her taraf doluyordu derlerdi. Adana olduğu gibi akmış zaten. Bu ilmi ledündür başka bir şey değildir o cemaati oraya toplayan. Yoksa ayet hadis okumuyor değildiler, okurlardı. Allahımız gönlüne verdiği için, insanlar arı ve duru olan suyu kaynağından içiyorlar. Bir depolarda bekletilmiş suyu içmek var bir de suyu asıl kaynağından içmek var. Bundan dolayı damadına ‘‘Oğlum Mahmud, bizi herkes dinliyor sebebi nedir?’’ ‘‘Nedir Efendim?’’ deyince ‘‘Bana harflerin talimini mânâ âleminde Resulullah (sav) yaptırdı.’’ diyor. Yâni onun önüne duruş olur mu, mümkün değil. Günümüzde İslâm coğrafyasının neresine gidersek gidelim, orada bir güzellik varsa H. Hasan Efendimizin (ks) izlerini görüyoruz. O yayılan nûr her geçen gün artarak devam ediyor. Bunda H. Hasan Efendimizin yapmış olduğu sohbetlerin etkisi çok büyük. Efendim sevenlerine sohbet ederlerken nelere dikkat ederdi? Hiçbir şeye dikkat etmiyordu. Gönlüne ne doğuyor onu söylüyordu. İşte şunu konuşacağım, şunu hazırlayacağım yok. Bak buradaki notları -en azından- başta ayetler almış. Meselâ Furkan Suresi’ndeki son ayetleri almış. Bunu alıyor ama Allah (cc) tarafından gelen bir ilim olduğu için bitmiyordu. Meselâ burada; ‘‘Gökte 12 burçlar yaratan, onların içinde güneşi bir çerağ (ışık) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı ne yücedir.’’ (Furkan 25/61) derken şimdi ele alır, geceyi tarif eder. Semada on iki tane burç var. İnsanın kalp semasında da ilim var, hikmet var, sabır var, şükür var, kanaat var, tevazu var, rıza var anlatırdı. Şimdi bu ayet-i celileyi alıyor ya semada on iki burç, kalp semasında da on iki güzel ahlâkı sıralar. Ondan sonra on iki peygamberden alır, o peygamberlerden Musa (as)’ın kavmi için Kızıldeniz’e asasını vurduğunda on iki yolun açılmasından girer, Nükabâ on iki kişidir, bundan bahseder, sonra Uhud dağında Aleyhissalât u Vesselâm Efendimizi Uhud Muharebesi’nde koruyan on iki kişiyi anlatır, gündüzün on iki saat olduğunu anlatır, sonra tevhîdin bir kısmının on iki harf olduğunu; anlatır da anlatır. On iki sayısından devam eder gider. Hiç şüphesiz H. Hasan Efendimizi sevenler onun birçok himmetine mazhar olmuşlar. ‘‘Yaşarlarken üzerimizde hissettiğimiz himmetleri, destekleri vefatlarından sonra artarak devam etti’’ ifadelerini birçok defa duyuyoruz. Bu konuda ne dersiniz efendim? Sâmi Efendi Hazretlerinin Kayseri’de bir halifesi vardı Hacı Şaban Kavafoğlu diye, “Şeriat iki kişiden incinmedi birisi de Şaban Efendi.” dedikleri zât. İlkokulu bitirdim, İmam Hatip’e girdim. Üstâzımız onun hanelerine gittiler, elini öperken çok saygıyla öpmüşüm, öptüğümde bir değişme oldu zaten bunu hissettim. Sonra kendileri buyurdu “Himmet etti oğlum.” diye. Himmet derken o kimse onu hissediyor. O anda ellerine vardığında hissediyor. Meselâ birçok insan ‘‘Bütün organlarımız yıkandı gibi oldu.’’ diyor. “Alnımdan bir öptü, bütün ciğerlerim söküldü zannettim” diyor. Ondaki teveccüh ve himmet, müşahede hallerinin neticesidir, herkeste olmaz o. Allahımız ona bahşetmiş. -Efendim, Hacı Hasan Sultanımızın çok müstesna şiirleri var. Şiirleri hakkında neler söylersiniz? Sene 1947’de en çok bizi etkileyen de bu. Hacca hazırlanır, 47’de gitmiş. 1963’te hazırlanır, tansiyon yüksek çıktığından dolayı sağlık kurulundan müsaade çıkmaz. Sağlık raporu alınıyor. Gidemeyince aşkını muhabbetini kâğıda döküyor bakın. Hatta arkadaşlarını ayarlıyor ve onlarla gidecek; onlar gidip de kendisi kalınca yazdığı şiir şu: Rıza-yı Hakk idi, maksudum-kasdım Olup pervâne gürleyip estim Gidin selâmetle, ihvanım dostum Fahr-i Kâinat’a selâm götürün!   Çok müteessir oldu kalb-i viranım Gidiyorlar mahzun kardeş erenim Durunca huzura bütün yâranım Fahr-i Kâinat’a selâm götürün! Bunun gibi. Efendim şiirlerinde hep bir mesaj var. Meselâ gençler hakkında yazmış. Bugün en çok gençliğimizin helâk olduğunu, isyânını görüyoruz. Genç var ki anneyi kırmaz Babasına karşı durmaz Sigaraya para vermez Adam olacağı belli   Genç var ki babasını döver Din, iman, anneye söver Para için insan boğar İnsan olmayacağı belli Besbelli şimdi, yaşlılara, insanlara yaptıkları ezâları görüyoruz. Dediğiniz gibi aynen hep bir mesaj var şiirlerinde, gönlüne doğuyor öyle yazıyor, bir zorlanma da yok. Efendim, son olarak Hacı Hasan Efendimizin (ks) bugün bizlere vereceği en net mesaj ne olurdu? O cemaate göre değişirdi, durumlara göre de değişirdi. Çok dar bir vakitte gelenler olurdu, hemen onlara şunu söylerdi: “Dört tane düşmanımız var. Birisi nefis, ona muhalefetle kurtuluruz. İkincisi şeytan. Ondan da eûzu besmeleyle, adımlarına uymamakla. Üçüncüsü dünya. Dünyanın da geçiciliğini bilmek suretiyle, ahiretin ebedî olduğunu tanımakla. Dördüncüsü de insan şeytanları. Onlardan da kurtulup salihlerle beraber olmaya bağlı.” diyordu. Daha böyle çok. Sekiz öğüt var Lokman’ın (a.s) “Dört bin nebiyi tetkik ettim, onlardan sekiz öğüt seçtim.” Bunu çok söylerdi. ‘Namazdaysanız kalbinizi muhafaza edin, başkasının evindeyseniz gözünüzü, cemiyetin içerisinde dilinizi, yemekteyse boğazınızı.’ ‘İki şeyi unutun, başkasına yaptığınız iyilik, başkasının size yapmış olduğu kötülük. Sonra izah da ediyor tabii. Yedi ve sekiz, iki şeyi unutmayın: Allah’ı ve ölümü. Marmaris Köyceğiz’de öyle bir sohbet buyurdu ki. Toplandılar, bir ormanın içerisiydi, o gelmeden önce oranın idarecisi durumunda bulunan güzel zikirler yaptırdı. Kendileri geldiler, bu nasihatlerden bir tanesini, ‘namazda iseniz kalbinizi muhafaza ediniz’i aldı, ikindiden sonra başladı akşam bitti. Sonra ötekileri sıralayıverip geçiyorlar. Çok derin bir vukûfiyet var. Allah gönlüne vermiş, kitap okumak yorar onu. O kitap olduğu gibi kalbine nakşolmuş onun, inmiş. Rabbim şefaatlerine nail eylesin inşâallah. Âmin, âmin ayırmasın Mevlâyı zülcelâlimiz. Efendim, çok teşekkür ederim. Asıl biz teşekkür ederiz, duygulandırdınız. Defterini getirdim buraya, hep Sâmi Efendimiz açılıyor, çok sevdiğimi biliyor herhalde biiznillah. https://www.youtube.com/watch?v=NmVxalbB3ik

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak