Neyin Peşi Sıra Gidiyorsan Sen Osun
Ahmet Turan Özdemir1
Kelime olarak ittibâ; tâbî olma, uyma, peşi sıra gitme, izini takip etme anlamlarına gelir.2 Aslında insanlığın dünyâ serüveni “ittibâ” ile başlar. Allah Teâlâ Âdem ile Havva’nın yaratılışı ve onların yeryüzüne indirilişiyle ilgili âyetlerde “ittibâ”dan bahsetmektedir. Şeytân’a Âdem’e secde etmesi emredilince o kibirlenmiş ve emre itâat etmemişti. Bunun üzerine Allah’tan mühlet istemiş, istediği mühlet kendisine verilip Cennetten kovulmuştu. Kovulma esnâsında Yüce Rabbimiz ona şöyle demişti: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim tâbî olursa (uyarsa) sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.”3 İnsanların cehenneme girme sebebi bu âyette “şeytâna tâbî olma” olarak açıklanmıştır. Elmalılı M. Hamdi Yazır bu âyeti tefsîr ederken şöyle der: “Meleklerin secde ettiği bir varlık olma şerefine mazhar olan âdemoğlunun böyle apaçık düşmanı olan, hakârete uğramış, kovulmuş İblis’in izine, huyuna uyarak o yüksek makamdan düşmesi ve onun âkıbetine ortak olması şeytânın kibirlenerek Allâh’ın emrine itâat etmemesinden daha elem verici olacaktır.”4
Yine Yüce Mevlâ Yeryüzüne iniş aşmasında Hz. Adem, Havva ve şeytan’a şöyle seslenmiştir: “(Evet, öyle) dedik: Hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir hidâyet gelir de kim benim hidâyetime tâbî olursa artık onlara hiçbir korku (ve tehlike) yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”5 Dünyâ serüveninde tâbî olunacak şeyin “Allah’tan gelen bir hidâyet” olduğu bu âyette ortaya konulmuştur. Yukarıdaki iki âyet aslında insanların tâbî olduğu, peşi sıra gittiği şeylerin genel olarak iki şey olduğunu ortaya koymaktadır: 1. Allâh’ın Hidâyeti 2. Şeytân ve şeytânın yolu. Kur’ân’da ittibâyla ilgili diğer âyetler bu iki genel başlığın farklı şekil ve tezahürleridir. Böylelikle ittibâ husûsu kapalı kalmamakta, somut örnekleriyle ittibâ’nın ne olduğu gözümüzün önüne serilmektedir.
İttibâ Edilmesi Gerekenler
Tâbî olacağımız şeyler şunlardır: Allâh’ın hidâyeti (Bakara, 2/38), Allâh’ın indirdiği vahiy (Bakara, 2/170; En’am, 6/106), Peygamber (sav) (Âl-i İmrân, 3/31; A’râf, 7/158), Allâh’ın rızâsı (Âl-i İmrân, 3/162), mü’minlerin yolu (Nisâ, 4/115), Hz.İbrâhîm’in dîni (Nisâ, 4/125), sırât-ı müstakîm, kendisine ilim verilen şahıs (Kehf, 17/66), sebepler (Kehf, 17/85, 89), Allâh’a yönelen ve itâat edenler (Lokmân, 31/15), zikr (öğüt, hatırlatma) ve hak (Muhammed, 47/3), Kur’ân’ın okunuşu (Kıyâmet, 75, 18), Sözün en güzeli (Zümer, 39/18).
Tâbî olunmaması gerekenler ise şunlardır: Şeytân’ın adımları (Bakara, 2/168), atalar dîni (Bakara, 2/170), şehvetler (Nisâ, 4/27), mü’minlerin yolunun dışındaki yollar (Nisâ, 4/115), hevâ ve arzular (Nisâ, 4/135; Mâide, 5/48), sapmış bir topluluğun arzuları (Mâide, 5/77), zan (En’am, 6/116; Necm, 53/28), sırât-ı müstakîm dışındaki yollar (En’am, 6/153), fesatçıların yolu (A’raf, 7/142), Allâh’a ortak koşulan sahte ilâhlar (Yûnus, 10/66), bilmeyenlerin yolu (Yûnus, 10/89), inatçı ve zorbalar (Hûd, 11/59), hakkı söylemeyen şâirler (Şuarâ, 6/224), bâtıl (Muhammed, 47/3), Allâh’ı gazaplandıran şeyler (Muhammed, 47/28) ve Allâh’ın dışında velîler (A’raf, 7/3).
TÂBÎ OLUNMASI GEREKENLER
1. Allâh’ın Hidâyeti (Kur’ân)
Kur’ân’a hidâyet denilmesi onun rehberlik etme ve doğruyu gösterme özelliğindendir. Ayrıca Kur’ân’a “Allâh’ın ipi” ifadesi de kullanılmıştır. İpe sarılan karanlıklardan aydınlığa çıkıp sağlam bir kulpa tutunmuş ve nereye nasıl gideceğini bilmiş oluyor.
Sahabe-i Kirâm’ı seçkin kılan, Allâh’ın hidâyetine ittibâlarının sağlam ve sürekli olmasıdır. Onlar bunu gerek Kur’ân’ı öğrenme, gerekse onu anlayıp yaşama noktasında tam olarak göstermişlerdi. Onlar Kur’ân âyetlerinin ifade ettiği hüküm ve hakikatlerin izini takip edip ona tabi oluyorlardı.
İmam Mâlik'in Muvatta adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah b. Ömer Bakara Sûresini sekiz yılda öğrendi.6 İbn Mesûd ve birçok sahabeden bize ulaştığına göre onlar Kur’ân’dan on âyeti alırlar, onu helâliyle harâmıyla öğrenip yaşarlardı. Daha sonra diğer âyetlere geçerlerdi. Sahabenin bu yöntemi aslında Kur’ân’a ittibânın nasıl olacağı husûsunu açıklığa kavuşturmaktadır. Buna göre ittibâda, tâbî olduğumuz şeyi tanıma, anlama ve tatbik etme boyutları bulunmaktadır.
Bizim ise bugün Kur’ân’a yâni Allâh’ın hidâyetine tâbî olma şeklimizde ciddî problemler bulunmaktadır. Onu anlamaya yönelik çaba ve gayretimizin yokluğu veya eksikliği, onun âyetlerinin ifâde ettiği hakîkatleri tâkip etmek yerine hevâmıza, bâzan zanna ve hattâ şeytânın adımlarına tâbî olmamız bu konudaki durumuzu ortaya koymaktadır.
2. Hz. Peygamber’e (sav) İttibâ
Allah Sevgisini elde etmek Peygamber’e ittibâyla elde edilececektir: “De ki: "Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”7 Peygamber’e (sav) ittibâ, onu tanıma ve onun güzel ahlâkını tatbik etmeyle mümkündür.
İmam Mâlik’ten şu söz nakledilir: “Bu ümmetin sonrası, ümmetin öncesi ne ile ıslâh olduysa onunla ıslâh olacaktır.” O yüce mâzîmize dönmek istiyorsak mâzînin üzerine binâ edildiği sebeplere yeniden sarılmalıyız. Geçmişi inşâ eden ruh Vahyin ve Peygamberin diriltici rûhu idi.8
3. Sırât-ı Müstakîm’e İttibâ
Bu yolun kendine has özellikleri, yolcuları ve yol işâretleri bulunmaktadır. Bu yol soyut, gözle görülmez bir yol değil bilakis örnekleriyle zâhir, sınırları belirli bir yoldur. Bu yola tâbî olan kişinin dikkat etmesi gereken ise; yol rehberlerine tâbî olmak ve onların gösterdiği yollardan gitmektir.
Sırât-ı müstakîmin yolcuları âyette beyân edildiği üzere nebîler, şehîdler, sıddîklar ve sâlihlerdir. “Kim Allâh’a ve Peygambere itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve sâlih kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”9 Âyetin sonunda “Bunlar ne güzel arkadaştır.” denilmesi tâbî olduğumuz yolda yalnız ve arkadaşsız olmadığımızı ifâde etmesi açısından zikre değerdir.
Fâtiha sûresinde “Bizi sırât-ı müstakîme ilet” ayetinden önce “ancak sana kulluk eder yardımı da sâdece senden talep ederiz”10 buyrulması sırât-ı müstakîme ulaşmanın Allâh’a kulluktan ve kulluğu yerine getirirken yardımı sâdece Allah’tan istemekten geçtiği hakikatini anlatmaktadır. Nasıl kulluk edeceğimiz konusunda rehberlerimiz ise, o yolun yolcusu olan peygamberler, şehîdler, sıddîklar ve sâlih insanlardır.
Allâh’ın yoluna tâbî olanların en büyük destekçi ve duâcılar aynı zamanda Meleklerdir. “O hâlde tövbe eden ve Senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”11 Bu duâ Allâh’ın arşını taşıyan meleklerin Allâh’ın yoluna tâbî olanlara yaptığı duâdır.
4. Allâh’ın Rızâsına İttibâ
“Allâh’ın rızâsına tabi olan kimse, Allâh’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir!”12 Bu âyet, sırat-ı müstakîmde Allah’ın hidayetiyle yürürken bütün eylem ve söylemlerimizin Allah rızâsı için olması gerektiğini beyan etmektedir.
TÂBÎ OLUNMAMASI GEREKENLERİN BAZILARI
1. Şeytânın Adımları.
Bundan kasıt şeytân’ın yoluna götüren eylem ve şeytanlaşmış insanların gittiği yollardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytânın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”13 Bu âyette helâl rızıktan bahsedilmesi şeytânın adımlarının haramlar olduğunu göstermektedir. Şu âyet-i kerîme de şeytânın adımlarının ne ifâde ettiğini açıklığa kavuşturmaktadır: “Ey îmân edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm'a) girin. Şeytânın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”14 Bu âyette barıştan bahsedilmektedir. O halde barışın olmadığı, düşmanlığın olduğu yerler şeytânın gezdiği ve hükmünü sürdürdüğü yerlerdir. Yine “topluca barışa girin” denilmesi birlikteliğin rahmet, tefrîkanın ise şeytânın adımlarını tâkip etme olduğunu göstermektedir. “Ey îmân edenler! Şeytânın adımlarına uymayın. Kim şeytânın adımlarına uyarsa bilsin ki, o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder.”15Bu âyete göre şeytânın adımları, fahşâ ve münkerdir. Fahşâ; fiil ve söz olarak çirkin olan, İslâm’ın ve fıtratın çirkin bulduğu her şeydir. Münker ise; ma’rûfun yâni iyiliğin zıddıdır. Râzı olunmayan şeye münker denilir.16 Kim ki şeytânın adımlarına yâni onun vesveselerine tâbî olursa şeytan ona hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Kim şeytânın adımlarına tâbî olursa o kişi çirkin ve kötü işlere düşer.
2. Hevâ ve Arzular.
Hevâ’dan kasıt; nefsin arzuları ve bâtıldır. “Ey îmân edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şâhitlik yaparak adâleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. Zengin veya fakir de olsalar (adâletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Öyle ise adâleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şâhitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şâhitlikten) çekinirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”17Bu âyette hevâya uyulmaması istenmektedir. Öncesine baktığımızda ise adâletin tecellîsi için şâhitliğin adâletle yerine getirilmesinden bahsedilmektedir. Öyle olunca burada “hevâ” adâletin ve doğru sözlülüğün karşıtı olarak kullanılmaktadır. Hevâya tâbî olmak, sözümüzde ve şâhitliğimizde yalan fiili işleyip hakîkati çarpıtmak şeklinde gerçekleşir. “Ona dedik ki: "Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allâh’ın yolundan saptırır. Allâh’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır."18Burada hevâ hakkın zıddı olarak kullanılmış ve hevâya tâbî olmanın insanı Allâh’ın yolundan alıkoyacağı beyân edilmiştir. Başka bir ayette hevâsına uymayıp Allah’tan korkan kişinin varacağı yer ise cennet olarak ifâde edilmiştir. “Kim de Rabbinin huzûrunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.”19
3. Zan.
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sâdece yalan uyduruyorlar.”20 İnsanların çoğunluğunun zanna tâbî olması, onların kesin bilgi ve vahiyden habersiz yaşamalarını ifâde etmektedir. “Oysa zan, hak nâmına hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.”21 Selam Hidayete Tabi olanların üzerine olsun.
Dipnotlar:
1 S.C.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi
2 Zemahşeri, Esasü’l-Belağa, Darü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut.1998, C.1, s.89; Ebi’l Bekâ Eyyüb ibn Musa el-Hüseyni el-Kefeviyyü, el-Külliyât, Beyrut, 1992, s.35.
3 A’raf, 7/18.
4 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Çelik-Şura Yayınları, Ankara, Trhsiz. C.3, S.515.
5 Bakara, 2/38.
6 Muvatta, Kur'ân 11.
7 Âl-i İmrân, 3/31.
8 Muhammed Ebu Zehra, el-Vahdetü’l-İslamiyye, Bayan, İst.2016, s.20.
9 Nisâ, 4/69.
10 Fâtiha, 1/5.
11 Mü’min, 40/7
12 Âl-i İmrân, 3/162.
13 Bakara, 2/168.
14 Bakara, 2/208.
15 Nûr, 24/21.
16 Tâhir bin Âşûr, Et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus, 1984, C.18, s.187.
17 Nisâ, 4/135.
18 Sa’d, 38/26.
19 Nâziât, 79/40.
20 En’am, 6/116.
21 Yûnus, 10/36.
Haziran 2020, sayfa no: 24-25-26-27-28
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak