Üzerinde en çok konuşulan kavramlardan biri olan “Nefis” kelimesi dînî literatürde ve kelimeyi kendi bilgi kaynaklarına göre anlamlandıranların dilinde, farklı şekillerde yorumlanmıştır. Doğru ve yerinde anlamlandırıldığında hayâtın anlamını olumlu, yanlış yorumlandığında da olumsuz etkileyen bu kavramı bilmek, insana, varlık konumunu da sıhhatli anlamayı sağlar. Bu bağlamda nefsin anlamları şunlardır: Can, benlik, ruh, alt ego, aşağı duygular. Kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan cism-i latîf,1 beşerî özelliklerin ve sıfatların çoğunu bir araya getirmek sûretiyle insanın varlığına delâlet eden şeydir.2 Tasavvufî anlamda nefis dendiği zaman; insana kötülükleri yapmayı emreden “Nefs-i Emmâre” hatıra gelmektedir.3 Doğru anlaşılmakta ve anlatımda güçlük çekilen nefis kavramını Kur'ân-ı Kerîm'de şu başlıklar altında toplayabiliriz:
- Nefis kelimesiyle “Zât”ın kastedildiği naslar.
- Nefis kelimesiyle “Rûh”un kastedildiği naslar.
- Nefis kelimesiyle, bedenle birleşip onun arzularına boyun eğen rûhun kastedildiği naslar.
- Nefis kelimesiyle “kalb”in kastedildiği naslar.
Bu başlıkları, naslarla örneklendirirsek kavramı daha iyi kavrayabiliriz.
- Nefis Kelimesiyle Zât'ın Kastedildiği Naslar
“Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bedel ödeyemeyecek, hiç kimsenin (başkasının kurtuluşu için aracılık, yāni) şefâat etmesine izin verilmeyecek, (Allah katında sözü geçtiği varsayılan hiçbir varlık, insanları hak ettikleri cezâdan kurtaramayacak,) hiç kimseden kurtuluş fidyesi kabûl edilmeyecek ve (ilâhî yardımı hak etmeyen) hiç kimseye yardım edilmeyecektir.”4 Örnek olarak verdiğimiz bu âyette “nefis” kelimesi “kişi, zât ve varlık” anlamlarında kullanılmıştır. Nitekim şu Hadîs-i Şerif'te de aynı anlamda kullanılmıştır: Hz. Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Nefislerinize (zâtınıza, kendinize) bedduā etmeyiniz. Çocuklarınıza bedduā etmeyiniz. Hizmetçilerinize bedduā etmeyiniz. Mallarınıza bedduā etmeyiniz. Allah Teālâ'nın, duālarda istenileni verdiği bir zamâna rastlar da (bu bedduānız) kabûl olur.”5
- Nefis Kelimesiyle “Rûh”un Kastedildiği Naslar
Nefsin “rûh” anlamındaki kullanılış biçimine meşhur “misak” âyetini örnek olarak verebiliriz. Yüce Allah bu âyette buyuruyor ki: “Rabb'in, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?” diye, buna rûhlarını (nefislerini) şâhit tutmuştu...”6 Resûlullah da bāzan kelimeyi rûh anlamında kullanmıştır. Şu hadîsi örnek olarak verebiliriz: “Bir adam, Resûlullâh'a şöyle dedi: “Annemin ânîden nefesi kesildi (rûhu çıktı, öldü). Şâyet konuşmaya imkân bulabilseydi zannımca (vasiyetle) tasaddukta bulunacak idi. Eğer onun yerine ben tasaddukta bulunacak olsam, ona sevâbı ulaşır mı?” Resûlullah (sav): “Evet” buyurdu.”7
- Nefis Kelimesiyle, Bedenle Birleşip Onun Arzularına Boyun Eğen Rûhun Kastedildiği Naslar
Konuyla ilgili birçok âyetten örnek vermek mümkün olmasına rağmen şu âyet maksadı anlatmaya yeterlidir: “Gerçi ben, bu sözlerle kendimi temize çıkarıyor değilim. (Eğer günahlardan uzak durabildiysem, bu ancak Rabb’imin lütuf ve inâyeti sâyesinde olmuştur. Rabb’imin yardımı olmasaydı, şeytānın ayartmaları karşısında kim günâha düşmekten kurtulabilirdi?) Çünkü arzu ve ihtiraslar, insanı dâimâ kötülüğe çağırır; ancak Rabb’imin rahmet edip esirgemesi hâriç.”8
Peygamberimiz (sav) de böyle bir nefisle mücâdele edip onun çirkin arzularına itāat etmemeyi hakīkī anlamda mücâhitlik olarak şu buyruğunda ifâde etmiştir: “Mücâhid, nefsiyle cihâd eden kimsedir.”9 Eğer insan, kötü arzu ve tutkularının esîri olur ve hayâtı onunla anlamlandırır, genel geçer bir referans olarak nefsî arzularını kabûl ederse onu ilâh edinmiş olur. Şu âyet-i kerîme çok net olarak bu duruma işâret etmektedir: “Arzu ve tutkularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? (Zevklerini, çıkarlarını, ihtiraslarını hayâtın biricik ölçüsü hâline getirerek bunları kendisine tanrı edinen kimsenin ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık hale geldiğini görüyorsun, değil mi?) Şimdi, onun inkârından sen mi sorumlu olacaksın?”10
- Nefis Kelimesiyle Kalbin Kastedildiği Naslar:
Nefis kelimesiyle kalbin kast edilmesinin çeşitli hikmetlerinin olduğu şüphesizdir. Bu kelimenin kullanılmasıyla kalbin kavrama ve anlamada mekân olmasına bir işâret olduğu gibi ayrıca, “Nefislerin tezkiye” edilmesini emreden naslarla da kalbin sürekli temiz tutulması istenmiştir. Her iki mānâyı da kapsayacak şekilde Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Hayır! İnanan bir Müslüman, Allâh'ın kānunlarına nasıl karşı gelebilir? (Ey Muhammed!) Rabb’ine yemîn olsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tâyin edip de verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir burukluk bile duymadan tam anlamıyla teslîm olmadıkları sürece, îmân etmiş olamazlar!”11 Resûlullah Efendimizin de nefis kelimesini “kalb” anlamında kullanmasına bizim için bir işâret taşı mâhiyetinde olan şu sözünü örnek olarak gösterebiliriz: “Kim Allah yolunda gazâ etmeden ölürse, hayattayken gazâ etmeyi kalbinden (nefsinden) geçirmezse o, münâfıklıktan bir şube üzere ölmüş olur.”12
Nefis kelimesiyle ilgili Kur'ân merkezli araştırma yapanlar nefsi genel anlamda, “Emmâre, levvâme ve mutmainne” şeklinde kategorize ederler.13 Aslında, “Nefs-i emmâre” şeklinde bir adlandırma, Kur'ân'da isim olarak kullanılmaktan ziyâde, nefsin en aşağı durumunun fonksiyonlarından yola çıkılarak yapılmış bir adlandırmadır. Ayrıntılı taksîmatta ise nefsin yedi mertebesinden bahsedilmiştir. Bunlar; nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdıyye ve nefs-i kâmile’dir. Bunların her birisinin nitelikleri, tedâvileri, virdleri, terakkīleri, hâl ve makamlarıyla alâkalı detaylı mâlûmatlar tasavvuf kitaplarında mevcuttur. Tüm tedâvîler ve terakkīler yol güvenliğini bilen kâmil bir mürşidin denetiminde ve tâliminde sağlanır. Yol güvenliğini bilmeyen sözde mürşidlerin söylediklerine sahih tasavvuf anlayışında aslâ itibâr edilmez. Sahih tasavvuf anlayışında, söylenenler Kur'ân ve sünnetle mukayyeddir. Vahye aykırı söylemlerin zerre kadar değeri yoktur. Unutulmamalı ki kâmil mürşid, rûhun terakkīsi konusunda müctehiddir. Nefsin hastalıklarının tedâvisinde onun tedâvisi çok önemlidir.
Âyetler çerçevesinde ağırlıklı bir taksîmat yaparsak; insan nefsini zâtı itibâriyle üç boyutlu olarak ele almak daha doğrudur:
- Nefsin En Aşağı Hâli/Boyutu
Bu durumdaki bir nefis, sāhibine vesvese verir. Kişiyi kötü olan şeylere sevk ederek zararlı şeyleri öğrenmeye teşvîk eder. Nefsin bu kötülük yapmayı emreden durumunu Kur'ân, bizlere şöyle haber vermiştir: “Andolsun ki insanı Biz yarattık; arzu ve ihtiraslarının ona neler fısıldadığını da çok iyi biliriz. Çünkü Biz ona, şah damarından daha yakınız.”14 Nefsi bu halden kurtarmak amacıyla ahlâk bilginleri riyâzât ve dâimî bir mücâhedeyi şart koşmuşlardır. Kötülüğü işlemenin süslü gösterildiği ve dayatıldığı bir hâlden kurtulmak için maddî-mānevî temizlik, Allâh'a mutlak teslîmiyet, cömertlik ve adâlet; evrende Allâh'ın istediği gibi olmaya çalışmak istenmiştir.15 Nefsin bu en aşağı hâlinin etki alanından çıkmayan kişiler, üstün şeylere lâyık olma lutfuna eremedikleri gibi, kötülük yapmayı kolektif eylem hâline getirirlerse insanlığın geleceğini de yokluğa doğru sürüklerler. Belki de böyle kötü bir sonun olmaması için Kur'ân-ı Kerîm, altı yüz'den fazla âyette cihâdı/her türlü kötülüğe müdâhil olmayı emretmiştir.
- Nefsin En Üstün Hâli/Boyutu
Dâimî ve ilkeli bir terbiye ile üstün bir konuma getirilen nefis, bu konumda sāhibine, iyilik yapmayı ve zararlı şeylerden sakınmayı emreder. İnsan irâdesinin merkezini oluşturan özgür irâde, bu tip pozitif isteklere olumlu cevap verdiğinde nefis bununla tatmîn olup sükûnet bulur. Güzel olan eylemlerin tadını, çirkin eylemlerden de kaçınmanın zevkini tadar.16 “Nefs-i Mutmainne” dediğimiz şey de budur. Nefis bu hâlde Allâh'ın Rubûbiyyetini ve ulûhiyyetini yakîn makāmında bilir, yalnızca O'na muhabbet edip emirlerine itāat gösterir ve mutlak anlamda sâdece Allâh'ı sever.17 Bu hâle gelince de şu ilâhî hitâba mazhar olur: “Ey gönlü (vahiyle, Allâh'a kullukla) huzura ermiş kişi! Rabb’ine dön; O’ndan râzı olmuş ve O’nun rızāsını kazanmış olarak! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut bir hâlde! Haydi, sen de katıl seçkin kullarımın arasına! Haydi, gir cennetime!”18
Nefis bu konuma geldiği andan itibâren Kur'ân'ın referans olarak verdiği model insana doğru bakışlarını döndürür ve O'na benzeme yoluna girer.19 O'nun gibi olmanın yolunun, sālih kulların arasına girmekle, sosyalleşmekle gerçekleşeceğini bildiği için toplumdan ayrı ve uzak bir hayâtı tercîh etmez. Halk içinde Hakk ile berâber olur. Allah Teālâ’dan başka varlıkları gönlüne koymaz. Yegâne meşgûliyeti Yüce Allah’tır. Hayâtını “El kârda, gönül yârda” prensibiyle devâm ettirir. Bir gönülde iki sevginin olamayacağını bildiği için ilâhî sevginin dışındaki sevgiler sınırlı ve izāfîdir. Nefsin bu hâle gelebilmesi için, hayâtın tüm boyutlarında ve anlarında Hz. Muhammed (sav) ile aynîleşmesi esastır. Çünkü Allah Teālâ’yı gerçekten sevmenin ölçüsü; hayâtın tüm boyutlarında sünnete ittibâdan geçer. Konuyla ilgili âyet açıktır: “(Ey Muhammed! Allâh'ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki: “Eğer siz gerçekten de Allâh'ı seviyorsanız, (Allâh'ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur'ân’a) uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile) bağışlayandır, merhamet edendir.”20
- Özgür İrâdenin Bulunduğu Ortacıl Boyut
Nefis bu durumda yüksek olana da, en aşağı olan şeylere/değerlere de eğilim gösterir. Yüce Allah da kulu bu durumda serbest bırakmıştır. Şu âyette nefsin bu özgür bırakılma durumuna değinmektedir: “(İslâm’ın kendilerine muhtaç olduğunu zanneden bu câhillere) de ki: “İşte size Rabb’inizden, hakîkatin tâ kendisi olan Kur'ân geldi! Artık (sonucuna katlanmak kaydıyla) dileyen îmân etsin, dileyen de (nankörlük edip) küfretsin…”21 İnsanın iyiyi ve güzeli tercîh ederek fıtrat üzere kalabilmesi için dâimî bir nefis eğitiminin olması esastır. Bu durumu bilen Rabbimiz, insanı, nefsi ve fonksiyonlarıyla berâber tanıtmış ve onu terbiye etmenin gerekliliğini de vurgulamıştır.
Rabbânî irâdeye değer veren ahlâkçılarımız da nefis eğitimi ile sürekli ilgilenmişlerdir. Çünkü nefis denen şey ne kadar iyi eğitilirse, netîcede eğitimi güzel insanların oluşturacağı toplumsal yapı da sālih olur. Toplumun sālih olması, ilâhî emâneti taşımaya liyâkat/ehliyet kazanması demektir. Cenâb-ı Allah nefis eğitimini, ahlâkî bir gerçeklik olarak tevhîdle ilgili âyetlerin peşine koymuştur. Kısacası bir toplum, tevhîd eğitiminden sonra eğitim ağırlığını, Allah, insan ve evren arasındaki ilişkileri sağlıklı düzenleme ameliyesi olan ahlâka/davranış fıkhına vermedikçe istikbâl vaad etmez. Bireylerin hâllerini Resûlullâh'ı örnek alarak şekillendiremeyen İslâmî hareketler de marjinalliğe dönüşür ve fiilen yok olurlar. İnsan ve cemaat olarak var olmak istiyorsak Kur'ân'ın bu ahlâk mektebinden geçmek zorundayız. Bu konuda terakkīnin zirvesi olan Hz. Peygamber’e benzemedikçe bireysel ve toplumsal iflâh söz konusu değildir. Bütün bunların gerçekleşmesi için insanın önce “nefsini tanıması” gerekir. “Nefsini bilen Allâh'ı bilir” kuralından hareketle, ma'rifeti olmayanın terakkīsi de olmaz.
Dipnotlar:
1 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 405.
2 el-Meyzânî, Abdurrahman Hasan, el-Ahlâku'l-İslâmiyye, 215.
3 Uludağ, a.g.e, 405,
4 Bakara 2/48.
5 Ebu Dâvûd, c. II, s. 88.
6 A'raf 7/172.
7 Buhārî, Kitâbu’l-Cenâiz, c. III, s. 254.
8 Yûsuf 12/53.
9 Tirmizî, Kitâbu Fedâili'l- Cihâd, c. IV, s. 165.
10 Furkan 25/43.
11 Nisâ 4/65.
12 Müslim, Kitâbu’l-İmare, c. III, s. 1517, Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, c. III, s. 10.
13 Cürcani, Tarifat, s. 243.
14 Kâf 50/16.
15 Şah Velîyyullah, Huccetullah el-Baliga, c. I, s. 192-195.
16 el-Meyzânî, Abdurrahman Hasan, el-Ahlaku'l-İslâmîyye, s. 235.
17 Taberi, Câmiu’l-Kur'ân, c. XII, s. 580-81.
18 Fecir 89/27-30.
19 Ahzab 33/21.
20 Âl-i İmran 3/31
21 Kehf 18/29.
Ağustos 2022, sayfa no: 15-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak