Ara

Nasîbimizi Arama ve Koruma Yolları

Nasîbimizi Arama ve Koruma Yolları

Arapça’da “pay, hisse, bölüşülen şeyin belli bir kısmı” anlamına gelen kısmet ile nasip kelimeleri Türkçe’de de aynı maksatla kullanılmaktadır. Kısmet “bölmek, bölüşmek” anlamındaki kasm ve iktisâm kelimeleriyle bağlantılıdır. Bir âyette, “Dünyâ hayâtında onların geçimliklerini biz taksîm ettik.”1 denilmektedir. Buna göre kısmet, “Allâh’ın daha çok geçim açısından önceden (ezelde) herkesin elde edeceği şeyleri belirlemesi, rızkını taksîm etmesi”, nasip ise “bu taksimde herkese ayrılan pay” mânâlarına gelir.2

 Aynı duygu ve inanışları ifâde etmek üzere kullanılan kader kelimesi, aslında diğer bütün kavramları içine alabilecek geniş bir muhtevâya sāhiptir. Kader, “canlı cansız bütün tabiat nesnelerinin ve bütün olayların önceden Allah(cc) tarafından bilinmesi ve planlanması” demektir. Hiçbir şeyin bu plan dışında kalması veya buna ters düşmesi mümkün değildir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu ilâhî irâde ve takdîrin hayır veya şer niteliğindeki her şeye şâmil olduğunu kabûl ederler.3 Bu tanımlardan da anlaşılacağına göre kulların nasiplerini Allah, ilâhî program gereği belirlemiştir. Herkese nasip olarak ne yazılmışsa mutlakā onu bulacaktır. Hiç kimse kimsenin nasîbini alamaz, engelleyemez. Nerede olursa olsun ya nasîbi ona ya o nasîbine kavuşur, buluşurlar.

Buradan “nasıl olsa nasîbim beni ya da ben nasîbimi bulacağım o zaman hiçbir şey yapmayayım, yan gelip yatayım” mânâsı anlaşılmamalıdır. Herkes üzerine düşeni yapmalı, nasîbini araştırmalı, sebeplere tevessül etmelidir. “Veren elin alan elden üstün olduğunu” haber veren Sevgili Peygamberimiz’in(sav) düstûruyla nasîbini nasıl kazanıp nasıl harcaması gerektiğini ve bu konudaki Rabbânî ilkeleri de bilmeli, kimse tembellik ve miskinlik yapmamalıdır. Şimdi bu konudaki Kur’ânî ve Rabbânî ilkelerin neler olduğuna bakalım.

Mü’min Nasîbini Nasıl Aramalıdır?

 

  1. A) Maddî Nasipler:

Sebeplere tevessül etmelidir: Allah yarattığı bütün mahlûkātın rızkını garanti altına almıştır. Hiçbir mahlûk başka bir mahlûkun rızkını yiyemez. Hiçbir canlı rızkını tamamlamadan bu dünyâdan göçmez. Ancak Allah(cc) yarattığı bütün yaratıkların rızıklarını bir sebeple vermektedir. Bu konuda mahlûkāta düşen görev, sebeplere tevessül etmektir. Sebeplere tevessül etmeden nasîbi beklemek câiz olmamakla berâber bu anlayış miskinlik ve tembellik olarak değerlendirilmiştir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allâh’ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyâdan da nasîbini unutma. Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”4

 

Şer’î ölçülere dikkat etmelidir: Dünyâdaki nasîbimizi aramak görevimizdir. Ancak bunun için attığımız her adım, tevessül ettiğimiz her sebep Allâh’ın(cc) bize çizdiği meşrû çerçevede olmalıdır. Helâl ve meşrû olmayan her yol ve kazanç âhirette başımıza belâ olacaktır. Onun için her mü’min rızkının helâl olmasına azamî derecede dikkat etmelidir. Haramdan kaçmalıdır. Sevgili Peygamberimiz(as) Peygamberlerin bile ellerinin emekleriyle rızıklarını kazanmaya çalıştıklarını bize haber vermektedir. Rabbimiz de bu konuda sâdece dünyâ odaklı düşünüp her türlü haram kazancı sağlayanlar için şöyle buyurmaktadır: “Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünyâ kârını istiyorsa ona da dünyâdan bir şeyler veririz. Fakat onun âhirette bir nasîbi olmaz.”5

Nasîbini kötüye kullanmamalıdır: Nasîbini Allah’tan isterken doğru bir niyet ve güzel bir işte kullanmak için istemelidir. “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyâda da iyilik ver, öteki dünyâda da iyilik ver; bizi cehennem azâbından koru” derler.6 Murâd edilen iyilik ve nasipler iyi kulların Allah’tan diledikleri “sağlık, geçim rahatlığı, iyi işlerde başarı gibi dünyevî yararlar ile âhiret sevâbı” şeklinde özetlenmiştir. Bunlara “erdemli eş, hayırlı evlât, güzel amel, ilim, ibâdet” gibi başka anlamlar da eklenmiştir. Allah’tan doğru dilekte bulunanlar ve dolayısıyla O’nun rızāsına liyâkat kazananlar hem bu dünyânın iyiliklerini hem de öteki dünyânın iyiliklerini isterler; inanan insan için en çok korkulan şeylerden biri olan cehennem azâbından korkarlar. Dünyâda yaptıkları iyiliklerin karşılığını âhirette görecek olanlar bunlardır.7 “İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allâh’ın hesâbı çok sür’atlidir.”8

Kanâat ehli olmalıdır: Nasîbini ararken en önemli konu kişinin kanâat ehli olmasıdır. Nasîbinin helâl ve temiz olması onun için birinci hedef olmalıdır. Eğer bu konuda kanâati kaybederse nefsinin eline doyumsuzluk kozunu vermiş olur. Bu da onu, doymak bilmeyen hırsıyla Allâh’ın çizdiği hudutların dışına iter. Haramlara bulaşır. Bāzan bunu yaparken işini büyütmek, evini genişletmek, başkalarına daha çok yardım etmek gibi kendine mahsus bahaneler ve gerekçeler bulur. Şeytan ve nefis, onu, dünyânın geçici nîmetleriyle aldatır. “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.”9

  1. B) Mânevî Nasipler

Mânevî nasip bize Rabbimiz tarafından verilen paha biçilmez nasiplerdir. Îman nîmeti, kitap nîmeti, Peygamberlerin izinden gitme gibi nîmetleri mânevî nasipler olarak sayabiliriz. “Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla (tanrılara) îmân ediyorlar, sonra da kâfirler için: «Bunlar, Allâh’a îmân edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar!”10

Allâh’ın(cc) bu mânevî nîmetten nasîbdâr ettiği kulları, kendilerine verilen nasîbin hakkını vermeye gayret etmelidirler. Bu ise bu nîmetten kişiye düşen mânevî payın, onun yaşantısına aksetmesiyle mümkündür. Dolayısıyla mânevî nasîbimize karşı bize şu görevler düşmektedir:

Daha çok istifâde için çaba sarfetmelidir: Allâh’ın(cc) bize îman, Kur’ân-ı Kerîm, sevgili Peygamberimiz(sav), îman kardeşliği gibi sayamayacağımız kadar çok mânevî nasipler ikrâm etmesi cihetiyle bu nîmetleri Allâh’ın istediği gibi yaşamanın, gönül hoşnutluğuyla ve muhabbetle tadını almanın yollarını aramamız gerekmektedir. Sevgili Peygamberimizin ayakları şişinceye kadar ibâdet etmesinin gerekçesi olarak “şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermesi, bu mânevî nasîbin tadına doya doya varmak olduğunu vurgulamak içindir.

Şeytāna nasip olmamaya ve nasîbini şeytāna kaptırmamaya dikkat etmelidir: Müslümanların amansız düşmanı olan şeytan onların maddî ve mânevî nasiplerini kapmak, onları kendine ayrılan paya dâhil etmek için her türlü yolu ve tuzağı denemektedir. Bize düşen de nasiplerimize sāhip çıkmak, onları şeytāna kaptırmamaktır. “Allah onu (şeytānı) lânetlemiş; o da: «Yemîn ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir.”11

 

Dipnotlar:

1 ez-Zuhruf 43/32

2 Bekir Topaloğlu, “Baht” TDV İslâm Ansiklopedisi 1991 (İstanbul) 4/, 521-522.

3 Topaloğlu, a.g.e.

4 Kasas 28/77.

5 Şûrâ 42/20.

6 Bakara 2/201.

7 Kur'an Yolu Tefsiri, 1/ 318-319.

8 Bakara 2/202.

9 Lokmân 31/33.

10 Nisâ 4/51.

11 Nisâ 4/118.

Ocak 2025, sayfa no: 15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak