Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (cc) seksenden fazla âyette namaz kılmamızı emretmektedir. Bu tekrarlardan namazın ne kadar önemli bir ibâdet olduğunu anlamamız mümkündür. Oysaki Kur’ân’da tek bir âyette namazın emredilmiş olması bile namazın farz olması için yeterlidir. Ancak, Allah (cc) müminlerin namaz konusunda ne denli hassas davranmaları gerektiğinin vurgusunu yapmaktadır. Madem ki namaz dinde bu kadar önemli bir yere sâhip o zaman böylesine önemli bir ibâdeti gelişigüzel, aceleyle ve savsaklayarak yerine getirmek uygun olmayacaktır. Namaz kılan kişinin namazın farz, vâcip, sünnet ve edeplerine tam mânâsıyla riâyet etmesi gerekir. Bu anlamda, namazın rükünlerini yerine getirirken olmazsa olmaz mesâbesinde olan ta’dîl-i erkâna riâyet son derece önemlidir.
Namazın rükünlerini hakkıyla yerine getirme anlamında bir fıkıh terimi olan ta’dîl-i erkân; namazın kıyam, rükû ve secde gibi rükünlerini yerli yerinde, acele etmeden ve sükûnet içinde yerine getirmeyi ifâde eder. Ta’dîl-i erkâna yakın bir anlama sâhip olan “tume’nîne” (huzur ve iç rahatlığı) ise kişinin ta’dîl-i erkâna riâyet ettiğine kanaat getirmesi ve yaptığı ibâdetin bu yönden içine sinmesi demektir.1 Bu konuda Hz. Peygamber’in (sav) birçok hadîs-i şerîfi vardır. Namazın nasıl kılınacağını en ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuş olan Peygamberimiz (sav): “Namazı benden gördüğünüz şekilde kılın.”2 buyruğuyla, geçerli bir namazın kılınmasını ancak kendisinin namazına benzemesine bağlamıştır. Peygamberimizin ta’dîl-i erkân husûsundaki hassâsiyetini bize anlatması açısından Hz. Aişe (r.anha) annemizin şu ifâdeleri çok önemlidir: “Allah Resûlü (sav) başını rükûdan kaldırdığı zaman, ayakta dümdüz doğrulmadıkça secdeye varmazdı. Secdeye varıp da başını kaldırdığı zaman oturarak doğrulmadıkça ikinci secdeye eğilmezdi. Oturduğunda sol ayağını döşer, sağ ayağını dikerdi.”3 Peygamberimizin (sav), rükû ve secdelerin tam ve güzel bir şekilde yapılması gerektiği uyarısını her fırsatta yaptığını görmekteyiz.4
Ta’dîl-i erkâna özellikle beş yerde5 dikkat etmek gerekir. Rükûa eğilmiş olan kişi belini, sırtını ve başını aynı hizaya gelecek şekilde düz yaptıktan sonra6 vücut hareketi kesilip ve rükûdaki tesbihleri rahat bir şekilde okuyacak kadar rükûda kalmalıdır. Rükûdan vücûdu tam dik olacak şekilde doğrulmalı (kavme) ve bir rükün miktârınca7 beklemelidir. “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken belini tam doğrultmadıkça namazı geçerli olmaz”8 Secde yedi âzâ yere gelecek şekilde yapılmalıdır. “Ben yedi âzâ üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar; alın, (bunu ifâde ederken eliyle burnunu da işaret etti)9 (iki) eller, (iki) dizler ve (iki) ayakların parmak uçlarıdır.”10Secde(ler)deki tesbihleri rahat bir şekilde okuyup yetiştirinceye kadar secdeden kalkılmamalıdır. İki secde arasında (celse) tam doğrulup bir rükün miktârınca beklemek gerekmektedir. Bütün bunlara riâyet ederek namaz kılmak, ta’dîl-i erkâna göre namaz kılmak anlamına gelmektedir. Aksi takdirde bu sayılanları eksik yapanlar için Peygamberimiz (sav) “hırsız” nitelemesinde bulunmuştur. O (sav) “Hırsızın en kötüsü namazından çalandır” buyurunca sahabeler; “Kişi namazından nasıl çalar?” diye sormuş; Allah Resûlü de ‘rükû ve secdesini tam yapmayarak’ cevâbını vermiştir.”11
TA’DÎL-İ ERKÂNIN HÜKMÜ
Ta’dîl-i erkân; Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezheplerine göre farzdır. Hanefi mezhebinden Ebu Yusuf’a (r.h.) (v.181/798) göre de farzdır. İmâm-ı Âzam (rh.a) (v.150/767) ve İmâm-ı Muhammed’e (r.h.) (v.189/805) (bu iki imâma tarafeyn denir) göre ise vâciptir. Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan görüş de budur.12 ‘Ta’dîl-i erkân farzdır’ diyenlerin görüşüne göre ta’dîl-i erkân sehven veya kasden terk edilirse namaz geçersiz olur. Vâcip diyenlerin görüşüne göre ise ta’dîl-i erkân kasden terkedildiyse namazın iâdesi, sehven/yanılarak terkedildiyse sehiv secdesi gerekir.13
Ta’dîl-i erkânın vâcip olduğunun delillerinden biri olan hadîs-i şerîfi Ebu Hüreyre (r.) şöyle nakletmektedir: “Peygamberimiz (sav) mescide girdi. O’nun peşinden bir adam da mescide girdi. Namaz kıldıktan sonra gelip Peygamber’e (sav) selâm verdi. Peygamber (sav) selâmını aldıktan sonra: ‘Dön namazını yeniden kıl! Çünkü sen namaz kılmadın!’ buyurdu. O şahıs döndü ve evvelki gibi bir namaz kıldı ve gelip Peygamber’e (sav) selâm verdi. Peygamber (sav) ona: ‘Dön namazını yeniden kıl! Çünkü sen namaz kılmadın!’ buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. O şahıs: ‘Seni hak bir din ve kitapla gönderen Allâh’a (cc) yemin ederim ki, ben bundan başka namaz kılmasını bilemiyorum. Onu bana öğretiver.’ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Namaz kılmaya kalktığın zaman iftitah tekbirini al. Sonra sana kolay gelen yerden Kur’ân oku ve uzuvların rahat olacak şekilde rükû yap. Daha sonra dümdüz olasıya kadar başını kaldır ve ardından uzuvların rahat olacak şekilde secde yap. Daha sonra azaların rahat olacak şekilde otur, akabinde ikinci secdeyi yap. Bu târifi her namazında aynen yerine getir.”14
TA’DÎL-İ ERKÂNIN TERKEDİLMESİNE SEBEBİYET VEREN HUSUSLAR
Ta’dîl-i erkânın terkedilişinin baş sebeplerinden birisinin namazın fıkhî ahkâmı konusunda yeteri kadar bilgiye sâhip olmamak olduğunu söylememiz mümkündür. Çünkü gerek namazdan önce, gerekse de namaz esnâsında uyulması gereken kuralları bilmemek onları eksik yapmaya sebep olur. Namazın zâhirî hükümlerini yerine getiremeyen bir kimsenin namazın bâtınî yönünü oluşturan huşû ve huzûru yakalayabilmesi mümkün olmaz. “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”15 âyetlerinde, felâha ermiş mü’minlerin kurtuluşlarına vesîle olan amelin huşû içerisinde namaz kılmak olduğuna bir işâret vardır.
Günümüz insanlarının hep bir koşturmaca içerisinde olduklarını görmekteyiz. Âdetâ işleri zamanlarından çokmuş edası içerisindeler. Az zamâna çok iş yetiştirme gayretinden doğan acelecilikten namazlar da nasîbini almaktadır. Sanki bir an önce kılayım –hâşâ- aradan çıksın düşüncesiyle çok hızlı namazlar kılınmaktadır. Bu acelecilikle ister istemez namazda ta’dîl-i erkân diye bir şey kalmamaktadır. Oysa ki Peygamberimiz (sav), horozun yemi hızlı hızlı gagalaması gibi namaz kılmaktan men etmiştir.16
Ta’dîl-i erkâna riâyetin önündeki engellerden birisinin de gaflet olduğunu söylememiz gerekmektedir. ‘Kalıp’ seccâdede ‘kalp’ başka âlemlerde kılınan namazla maksadın hâsıl olması mümkün değildir. Çünkü Allah (cc) “…beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl.”17 buyurmaktadır. Gaflet sebebiyle namaza kendini verememiş kişiden noksanlıkların sâdır olması kaçınılmaz bir durumdur.
Hülâsa; şânı yüce olan namazı, şânına lâyık bir titizlikle yerine yetirmek gerekir. Gelip geçici olan şu dünyâ hayâtının işleri yüzünden namazı terk etmek akıllı bir kimsenin yapacağı bir şey değildir. Müslümanı namazsız, namazı da ta’dîl-i erkânsız düşünmek imkânsızdır. Kılınan her bir namazın ömrün son namazıymış gibi kılınması gerekir. Kişinin Allah (cc) katındaki değerinin namaza verdiği önem kadar olacağı hakîkati, akıllardan çıkarılmaması gereken bir uyarı olmalıdır. Allah (cc) katında değerleri yüce olan kişilerin nasıl namaz kıldıklarına örnek olması açısından Hatim-i Esam’ın (ks) (v.237/851) ‘Namazı nasıl kılıyorsun?’ sorusuna verdiği cevapla çalışmamızı noktalıyoruz: “Vakit gelince, hem dış abdestimi hem de iç abdestimi alırım. Dışımı su, içimi tövbe ile arındırırım. Sonra câmiye giderek orada Kâbe’yi müşâhede eder, Makâm-ı İbrâhim’i iki kaşımın arasına getiririm. Cenneti sağ, cehennemi sol tarafta bilirim. Sırat köprüsünün ayaklarımın altında olduğu kanaatini taşırım. Ölüm meleğini arkamda farzeder, gönlümü Allâh’a (cc) ısmarladıktan sonra tazimle tekbir getirir, hürmetle ayakta (kıyamda) durur, heybetle Kur’ân (kıraat) okur, tevâzu ile rükûa varır, tazarru ile secdeye kapanır, hilim ile teşehhüde oturur şükür ile selâm veririm. İşte ben namazı böyle kılarım.”18
Dipnotlar:
1 Abdullah Kahraman, “Tadîl-i Erkan”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İstanbul 2010, c. 39, s. 366.
2 Buhârî, Ezân, 18.
3 Müslim, Salat, 240; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 31, 194.
4 Buhârî, Eymân, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 234, 319, 505.
5 Rükü, kavme, birinci secde, celse, ikinci secde.
6 Kadınlarda bel, sırt ve başı aynı hizada, dümdüz olacak şekilde eğilme koşulu yoktur. Belinde ya da sırtındaki rahatsızlıktan dolayı bel, sırt ve başını aynı hizada yapamayanlar, sağlıkları el verdiği ölçüde rükûa eğilmelidirler.
7 Bir rükün miktârı; bir kere sübhânallâh diyecek kadarki zaman dilimidir.
8 Ebû Dâvûd, Salât, 143.
9 Alın ve burun tek âzâ olarak sayılmıştır.
10 Buharî, Ezan, 133.
11 el-Muvatta, Kasrü‟s-salât, 72.
12 İbn Âbidîn, I, 465.
13 Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, Yeniakım Yay. İst 2014, s. 209 (14. dipnot).
14 Buharî, Ezan 95; Müslim, Salât 45.
15 Müminun, 23/1,2.
16 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/265.
17 Taha, 20/14.
18 Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, ter., Süleyman Uludağ, Semerkand Yay., İstanbul 2014, s 383.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak