Ara

Namazda Okuduğun Ettehiyyâtü'nün Sırrı Nedir?

Namazda Okuduğun Ettehiyyâtü'nün Sırrı Nedir?
Bir insanı ameliyat ederken uyuşturmak gerekir.. Ruhunu ameliyat ederken de tam ters yöntemi kullanmamız gerekir. Yani ruhunu ayıltmamız gerekir. Cümlelerim insanlara bazen çok ağır geliyor ; "Kim bu adam ?! , Kim ?! , Bütün iman hakikatleri dersinde cerrahi operasyon gibi kalpleri açıp eleştiriyor?!" Ağır geliyor bazen.. Fakat benim nefsime de ağır geliyor, ben nefsimin konuştuklarını yazıyorum size... Ama bu hakikatler ağır geliyor diye Mecnun'un Leyla'yı bıraktığını kim görmüş? Kabirde ağır gelse daha mı iyi olacak ? Burada gıcık ol kardeşim ! Sevme ! Ama kabirde işe yaramalı bu hakikatler.. Bir daha geri dönüşü yok. Film şeridi gibi geçecek her şey. Rüyaya bir dalıyorum ; "Çocukmuşum, büyümüşüm, evlenmişim, çocuğum olmuş, dede olmuşum, işleri kurmuşum, batırmışım" Bir uyanıyorum, sonra saatime bakıyorum beş dakika geçmiş. Elli yıllık bir rüyayı beş dakikada bitirmişim. Peki aynı olay, öldüğünde dünya için de olduğunda ne yapacaksın ? "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar." -Hadis-i Şerif Ah kardeşim.. Ah abicim.. Gerçekten bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde bu hadis. Geçenlerde karşıma bir ayet çıktı ve ayetteki cümle çok garibime gitti; "Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, sayamazsınız." - İbrâhîm-34 Bu ayete rastlayana kadar bu açıklama yerine "sonsuz" kelimesini kullanırdım. Allah'ın ne kadar nimeti var ? -Sonsuz.. Daha sonra bir matematikçi olarak baktım ; Alman Matematikçi Georg Cantor sonsuz kavramının kıyaslanabileceğini söylüyor... Çok ilginç değil mi ? Bize "sonsuz" denince kafamızda tek bir kavram şekilleniyor. Peki nasıl kıyaslanır ? Şöyle ; Sonsuzluk kavramı ikiye ayrılır. Sayılabilen Sonsuzlar ve Sayılamayan sonsuzlar. Sayılabilen sonsuzlar pozitif sayma sayılarıyla birebir eşleme yapar. Yani ; Dükkanınızda her ürüne etiket vurursunuz. ( 1 numara , 2 numara , 3 numara vs.) sonsuza kadar gidebilir. Bunun adı "sayılabilen sonsuz". Bir de etiket vuramadıklarınız vardır. Yani bu ürünlerde kıyaslama bile yapılamadığından dolayı bu kavramın adıysa "sayılamayan sonsuz"dur.

  Alman Matematikçi Georg Cantor'un tezine göre ; Sayılabilen sonsuzlar, sayılamayan sonsuzların yanında hiç hükmündedir. İsterseniz ayete tekrar dönelim. Dikkat edin ayette sonsuz nimet diye bir şey yazmıyor. "Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, sayamazsınız." yazıyor. Yalnızca bir ayetin bize işaret ettiği manalara bakın. Ne kadar ilginç. Peki size sayılamayacak nimetler veriyor. Bu sayılamayacak nimetlere bir insan nasıl mukabelede bulunabilir? Yani ben birine saatimi hediye etsem bana istediği kadar iltifat veya teşekkür edebilir. Burada anlaştık. Fakat bunun bir sayısı yok. Sonsuz da değil.. Sayılamayan bir sonsuz. Yani buna karşı bir insan nasıl mukabelede bulunur? Yani Allah-u Teala'ya istediğiniz kadar şükredebilirsiniz ama bu sayılamayan nimetlere yeterli gelmez. Peki bunun bir karşılığı var mıdır? Vardır. Ama bunun karşılığından önce sizlere bir soru soracağım; Mi çırvuho ? Mi çırvuho ? cevabını verebilir misiniz ? Anlaşılmıyor değil mi ? Sormaya devam edersem çok gıcık olabilir. "Mi çırvuho" Çeçen dilinde "Nerelisin?" demektir. Ben bunu günde yirmi defa tekrarlasam, yirmi bir defa tekrarlasam, hayatım boyunca yaklaşık dört yüz bin defa, birini her gördüğüm yerde Mi çırvuho ? desem, o insan bana "Kardeşim ne diyorsun, sürekli tekrarlayıp duruyorsun?" der mi demez mi? Ya da daha akıllı bir adam gider internetten araştırır. "Günde yirmi bir defa bu adam bana Mi çırvuho ?" diyor. Gelelim asıl konumuza; Biz namazda "Teşehhüd" denilen bir oturuş yapıyoruz. O teşehhüd oturuşunda inanılmaz kelimeler kullanıyoruz. O Tahiyyat ! Öyle değil mi ? Peki "tahiyyat" ne demek? Biliyor musunuz? Bunu bilmememiz biraz garip değil mi? O halde biraz anormal değil miyiz? Peki neden yaratıldık ? Önce iman daha sonra namaz. Sizce namazdan daha ehemmiyetli bir şey var mı ? Günde yirmi bir defa teşehhüd oturuşuna oturuyoruz. Elli yıllık hayatı baz alırsak toplam hayatımızda dört yüz bin defa teşehhüd oturuşuna oturuyoruz. Ve mükemmel bir dikkatle ; Ettahiyyatü ! Ves-salavatü ! diyoruz. Fakat ne manaya geldiğini bilmiyoruz. İronik bir durum değil mi? Günde yirmi bir defa birine Mi çırvuho ? desem o adamla kavga etmez miyim ? Peki kıldığımız namazda kullandığımız sözcüğü bilmememiz daha ayıp değil mi ? Öğrenmek zorumuza mı gidiyor? Neden öğrenmiyoruz? Hepimiz nefsimizi önümüze alalım ve bu dersi tam olarak idrak edelim. Sizce de ilginç değil mi ? İnandığımız Allah için bunları bilmemek çok garip gelmiyor mu ? Neden dünya işlerimizde böyle değiliz ? Hadi o zaman yeni sözlendiğiniz sözlünüzün doğum tarihini unutun bakalım o zaman nasıl olur aranız acaba ? Ziyaret ettiğim tanıdıklarımın evlerine-ofislerine bakıyorum dosyalarının sayısını, hatta yerini bile biliyorlar. Neden Tahiyyat'ı bilmiyoruz? Konuyu açarsak neden namazın manalarını bilmiyoruz? İki rekat namaz kılmak zorumuza mı gidiyor yani? Yok biz bu işi ezbere mi yapıyoruz? Namaz bizde bir şeyler uyandırmıyor mu?! Bizde namaz vicdanı rahatlatan bir ritüel oluyor artık. "Geleyim, farz borcunu ödeyeyim sonra hemen gideyim." Kulak nerede ? Nerede olacak müşteride tabii ki. Aklın nerede ? Tabii ki yeni sözlünde. Yani bu malı, mülkü, eşi, dostu veren Allah değil yani ? Senin namazın için sattığın işleri veren Allah değil mi yani ?! Tesbihatta dikkat etmişsinizdir insanlara. Sübhanallah yerine "Süb,süb,süb,süb." Elhamdülillah yerine "Elelelelelele" Allah-u Ekber yerine "Alalalala" Ben o kadar hızlı silah kullanan görmedim. Adam bir başlıyor otuz üç salisede tesbihat bitmiş. Peki ne dedin kardeşim? Garip değil mi acaba? Kiminle buluşmaya gidiyoruz namazda kardeşim? Bizi yaratanla, Allah-u Teala'yla buluşmaya gidiyoruz! Peki bu laubalilik olmuyor mu? İşin en kritik kısmıysa ; Çocuğuna bu Kur'an hakikatlerini öğretmeyen anneler ve babalar, bana sorarsanız artık korkmanız lazım. Çok ciddi bir vebale gireceksiniz bu meseleleri sürekli ezberlettiğiniz için. Nasıl bir namaz? Ezbere. Nasıl bir din ? Ezbere. Nasıl bir Allah ? Yarattı... Konuşmalarsa hep şu yönde geçiyor; Kardeşim namaz kılmıyorsun, Rabbini tanımıyorsun nasıl olacak? -Hayırlısı be abi. -Kardeşim artık başlaman lazım? -İnşaallah. Düğünüm geçsin, nişanım geçsin, çocuğum büyüsün. Sıkıyorsa bölüm sınavlarımızda cevaba "Hayırlısı" yazalım. Adamın alnından terini alırlar bu sınavlarda. Peki cevaba "Hayırlısı" yazabilir miyiz? İş yeri evraklarına "Hayırlısı" yazabilir miyiz? Devlet bizden vergi istediğinde "Hayırlısı" mı yazacağız? Peki Allah'a neden böyle? Çünkü bize çok ucuz geliyor. Peki namazın bu kadar kıymetli muhteviyatını içeren teşehhüd bahsi nedir? Bir kişi Bediüzzaman Said Nursî'ye soruyor; Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimâtı, Miraç gecesinde Cenâb-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri(konuşmaları) olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir? - Şualar, Sayfa 86 Yani oturduğumuz anda okuduğumuz şey Allah-u Teala ile kâinattaki en kıymetli insan Efendimiz (a.s.m) arasında geçiyor. Peki nerede konuşuyorlar? Miraç'ta. Namazda otururken tekrar ettiğimiz sözler Miraç gibi bir hadisede Efendimiz(a.s.m) , Cenab-ı Allah'ın huzuruna çıkıyor ve Cenab-ı Allah tecelli eliyle konuşuyor. Bu kadar önemli bir konuşmaya tanık oluyoruz. Peki böyle bir konuşmayı neden namazımıza alıyoruz? Elcevap: Her mü’minin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir. - Şualar, Sayfa 86 Namazın miracımız olduğunu hissedebiliyor muyuz ? Peki bundan önce daha acı bir soru daha var; Namaz kılıyor musun? Komik değil mi ? Bir müslümana bu soruyu yöneltmek. Acı bir soru. Namaz kılıyor musun ? -Hayır -İmanın var mı ? -Süper. Başını secdeye bile götüremeyen bir iman... Peh!! Nasıl bir iman? Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir. - Şualar, Sayfa 86 Yani bu sözleri neden zikrediyoruz? Çünkü Cenab-ı Allah'la Efendimiz(a.s.m)'ın aklımıza gelmesi için. Peki akıla gelmesi için ilk başlangıçtaki dizayn nasıl oluyor? Önce İftitah Tekbiriyle "Allah-u Ekber!" diyorsun. "Hepsi senin yolunda olmadıktan sonra geçecek şeyler değil mi? Geçecek şeylere saadet demek mümkün mü Rabbim?" diyorsun.

     İftitah takbirinden sonra "Sübhaneke!" diyorsun. "Sen hiçbir kusura bulaşmış olamazsın, bütün kusurlar senden uzaktır!" diyorsun. Ve Euzu Besmele ile kılıçları çekip şeytana karşı bir koruma alıyorsun. Ardından bir "Fatiha" , yani Kur'an'ın hülasasını alıyorsun. "İyyake!" "Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dilerim." diyorsun. İşyerinde, Cenab-ı Allah'ın rızasından önce insanların rızasını koyanlar! Dikkat edin, bu cümleler sizce samimi söyleniyor mu? Ardından rükuya eğiliyor "Sübhane Rabbiyel Azim", tekrar tesbih ediyoruz Cenab-ı Allah'ı. Ardından "Semiallahu limen hamideh" yani " Sen bütün hamd edenleri işitensin" diyorsun. "Rabbena ve lekel hamd" diyorsun, tekrar hamd ediyorsun. Ardından secdeye kapanıyorsun. Senin en mahrem anın. Sen en mahrem yerin yatak odası değil, en mahrem yerin alnının o seccadeye değdiği an. Sanki uçurumun kenarındasın. Kafanı kaldırdığın anda dengen bozulup düşecek. Ve ardından kalkıyorsun "Allah-u Ekber". Ve oturuyorsun, teşehhüde oturuyorsun. Bir insan ne için oturur? Konuşmak için. Peki o esnada, Rabbinle ne konuştuğunun farkında mısın? Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâlî edip genişlenir. Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenâb-ı Hakka karşı selâm yerinde "Ettahiyyatü lillah" demiş. Yani, "Bütün zîhayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye (yani canlı varlıkların duruşlarıyla Allah'ı bütün kusurlardan noksan sayması) ve Sânilerine (yaratıcılarına) takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim, (bu hediyeler) sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum. -Şualar, Sayfa 86 Yani ; Canlıların bütün tesbihatlarını hediye götürüyoruz. Ben büyük bir kavgaya girecek olsam, o anda otursam ne yaparım ? Adamdan çok tanıdık arar gözüm. Diyarbakırlı Şeyhmus ? Ooo onu tanırım. Eşrefpaşalı Selim ? Onu da tanırım. Daha sonraysa bürokratlardan tanıdık arar gözlerim. Yani söyledikçe söylerim. Çünkü ne kadar arkam fazla olursa karşı tarafa o kadar hücum ederim. Şimdi de bu hadisenin tam tersini düşünelim. Cenab-ı Allah'a teşekküre gidiyorsunuz. Peki tek başına teşekkür yeter mi? Yetmez tabii ki. Bütün zîhayat canlıların, bal yapan arısından tut, meleklerine, cinlerine, ceylanına, tavşanına, hüceyratına kadar "Ya Rab ! Senin için tesbih eden bütün bu varlıkların teşekkürüyle sana geliyorum!" Ettahiyyat ne demekmiş? Bütün canlıların teşekkürü ve hediyeleriyle senin makamına geliyorum. Neden? Çünkü bir teşekkür kâfi gelmiyor. Kifayetsiz kalıyor. Öyle de, tahiyyatın hülâsası olan kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahlûklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor. -Şualar, Sayfa 86 Neden söylüyor? Bârekallah! manasına geliyor. Yani çok şaşırdığınız şeyleri temsil etmesi için. Saatimden İzmir saat kulesi çıksa insan şaşırır değil mi? Yumurtadan tavus kuşu çıkıyor buna neden şaşırmıyoruz? Yumurtayla tavus kuşunun ne alakası var? Her şeyi geçtim ben bir ateistin mandalinayı inkar etmesine tahammül edemiyorum. Resmen Allah senin için dilimlemiş vermiş. Bu noktadaysa bize yalnızca "Barekallah!" demek düşer. İnsanı oluşturan cansız atom ve elementleri sağ tarafa koyalım, insanı da sol tarafa koyalım. Cansızlara bakalım, şuurları var mı? -Yok. İnsanda var mı? -Var. Cansızlarda hayat var mı? -Yok. İnsanda var mı ? -Var. Peki deseler ki, ya insan o cansız atomları yapacak ya da cansız atomlar insanı yapacak. İnsanın cansız atomları daha mantıklı değil mi? Çünkü insan şuur sahibidir. Akılsız, şuursuz atomlar insanı yaratamayacağına göre perde arkasındaki mükemmel kudrete "Barekallah!" demek düşer. Bu nasıl bir ilimdir? Bu nasıl bir noksansızlıktır? Peki bunu namazda hangi sözler karşılar ? "El-mübarekat" Namazda konuştuklarımıza bakın, farkında mıyız bunların? Çok ilginç değil mi? Bunların bile farkında değiliz. Ateist bir bilim adamı (adını tam olarak hatırlayamıyorum) her yağmur yağdığında kapalı bir alana kaçıyor. Sebebiyse, o sistemde yağmur oluşmasıyla, oluşması en son ihtimal olan şey su damlacığıdır. Yani asit veya çamur yağmuru olma ihtimali daha çoktur. Peki en son düşme ihtimali olan şey ilk sırada düşüyorsa bize yalnızca "Barekallah!" demektir. Bu nasıl muazzam bir sistemdir? Bunun teşehhüd oturuşundaki karşılığıysa "El-mübarekat" Ve mübarekâtın hülâsası olan "Es-salavat" kelimesiyle de -Şualar, Sayfa 86 Yani "Ya Rab! Bugüne kadar edilmiş bütün dualarla beraber sana geliyorum." "Sen bizim Suriyedeki, Filistindeki, Çeçenistandaki ezilen, nerede masum kardeşlerimiz varsa hepsini koru!" duaları ediliyor değil mi ? Ediliyor. Peki her gün insanlar çok güzel bir şekilde namazlardan sonra tesbihat yapıyorlar mı? Yapıyorlar. "Bütün hepsinin ikramıyla sana geliyorum." diyoruz. "Ya Rab! Sen hayırlı iman ver, sen hayırlı çevre ver" Bütün bu kudsî dualarla o dergah-ı ilâhiyeye geliyorum. "Et-Tahiyyat" kimle geliyor ? Canlılarla. "El-Mübarekat" ? "Barekallah" deyip şaşırtan her şeyle. "Es-Salavat" ? Bütün dualarla. Ardından "Et-Tayyibat" diyoruz. Yani güzel söylenmiş bütün sözlerle, güzel olmuş bütün davranışlarla. Yani "Bütün bu kâinatta kim kime güzel bir cümle etmişse, kim kime hangi mutlu edeceği hediyeyi vermişse hepsiyle beraber geliyorum Ya Rab!" Farkında mısınız ? Bunları namazda söylüyoruz. Biliyor muydunuz? İşte bütün bunlara karşılık Cenab-ı Allah, Resulüne ; "Es-selamu aleyke ya eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berakatühu". Yani " Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun Ya Nebi!" Peki böyle mükemmel bir sohbeti kâinatın yaratıcısı Cenab-ı Allah ve kâinattaki en yüksek makamdaki zât Efendimiz(a.s.m) konuşurken kim dinliyor ? Cibrîl (a.s). Ve diyor ki ; "Şahidim ki ! Allah'tan başka ikinci bir kudret eli bu kâinata dokunamaz. Ve Efendimiz(a.s.m) O'nun habercisidir. O'nun peygamberidir. O'nun kuludur." Namazda bunları dediğimizi biliyor muydunuz ? Ne kadar kısır bir namazımız varmış öyle değil mi? Peki neden bu konuşmalar? Bütün namazlarımız suratımıza çarpılmasın diye! Korkmuyor musun kardeşim? Daha önemli neyin var? Çağır yedi ceddini de altmış yıl sonra kabirde de yardımcı olsunlar sana. Bizde dünya hayatına dalınca, o lükslere, o şehvetperest, hayatperest, haneperest, yatakperest şeylere bir dalıyoruz ki.. Ve diyoruz ki "Ya amaan, Allah'ı birileri anlatır" diyoruz. Bir de acıyarak söylüyoruz. Çünkü Hayalhanem'deki insanlar daha mülayim, daha masum, daha durgun değil mi ? Belki maddî hayattan daha az çekmişler. Belki dünyayı kullanmaları daha kısır olduğundan acıyan gözlerle bakıyoruz. Kardeşim, bu dünya bir film ! Filmde çile çeken, ceza çeken, eza çeken, başrol oyuncusuna acıma! Neden biliyor musun ? Film bittikten sonra trilyonluk arabasına binip gidecektir. Allah nasip ederse bunların manasını alan başrol oyuncuları da ,film bittikten sonra ahirette son model, artık hangi hızla gidilirse oraya, onunla gidecektir. Hala namaz kılmayan mı var? Bir yoklayın imanınızı, bu nasıl iman? Başını secdeye götürmüyor, nasıl iman?

Mehmet Yıldız

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak