Ara

Namaz Îmânın Tek Göstergesidir

Namaz Îmânın Tek Göstergesidir

Namaz, Müslümanın olmazsa olmazıdır. Ya da başka bir ifâdeyle, Müslüman namazsız olamaz. Bu söz sevgili Peygamberimiz’e âittir. O(as) şöyle buyurmaktadır:

"Namaz dînin direğidir." (Adamın birisi Peygamber Efendimize geldi ve "Yâ Resûlallah! Allâh’a en sevimli şey nedir?" diye sordu. Peygamber Efendimiz(sav) de "Vaktinde kılınan namazdır. Çünkü namazı olmayanın dîni yoktur. Namaz, dînin direğidir." buyurdu.)1

Başka bir Hadîs-i şerîfinde de:

"Muhakkak ki kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.”2 buyurmaktadır.

Dikkat ederseniz, sevgili Peygamberimiz namazı, mü’min ile müşrik ve kâfir arasındaki en büyük ayırt edici ibâdet olarak zikretmiştir. Çünkü namaz, bir kimsenin Müslüman olduğunu ortaya koyan en açık göstergedir. İsterseniz, kelime-i şehâdetten başlayalım.

Bir kimse kelime-i şehâdeti kalbiyle tasdîk edip diliyle ikrâr etmezse, biz onun ikrârını duymadığımız için bize göre değil, ancak Allah katında Müslümandır. Diliyle ikrâr edip kalbiyle tasdîk etmezse, bize göre Müslüman olsa da Allah katında Müslüman değildir. Münâfıkların îmânı da böyledir. Görüldüğü gibi, kelime-i şehâdette kalbin tasdîki esas olduğundan, bir kimsenin Müslüman olduğunun ana göstergesi değildir.

Oruç ibâdeti, kul ile Allah arasında gizli bir ibâdettir. Bir kimsenin oruç tutup tutmadığını yalnızca Allah bilir. Çünkü kişi, insanlar arasında oruçlu görünüp insanların olmadığı bir yerde orucunu bozabilir. Bunu sâdece Allah bildiği için oruç da Müslüman olduğumuzun göstergesi değildir.

Zekât ve hac ibâdeti ise yalnızca zenginlere farzdır, yâni belli şartları taşıyan kimselere farzdır. Herkese farz olmadığından, bu iki ibâdet de ayırt edici bir özelliğe sâhip değildir.

Ancak namaz öyle değildir. Zengin-fakir, âmir-memur, işçi-köylü, öğretmen-öğrenci, kadın-erkek, esnaf-müşteri, hoca-cemâat, genç-yaşlı fark etmeksizin, “Ben Müslümanım.” diyen herkese farzdır. Bir kimse namaz kıldığında, “İşte bu Müslümandır.” diyebiliriz. Ya da kişi, namaz ile Müslüman olduğunu ilân etmiş olur. Dolayısıyla namaz, Müslümanlığımızın en büyük alâmet-i fârikasıdır, yâni en belirgin göstergesidir.

İbâdetler içerisinde namaz, hayâtî önem taşıyan bir ibâdettir. İnsanın vücûdundaki baş gibidir. Belki bir insan, herhangi bir organı eksik olduğu hâlde yaşamını sürdürebilir; el, ayak, göz, kulak, mide, böbrek gibi. Hattâ yapay kalple yaşayan insanlar bile vardır. Ancak başsız yaşayan hiç kimse yoktur. Namaz, ibâdetlerin başıdır, serlevhasıdır, en üstünüdür, zirvesidir. Dolayısıyla Müslüman için hayâtîdir. Namazsız bir hayat olamaz.

Namaz, aynı zamanda "câmi bir ibâdet"tir, yâni diğer ibâdetlerin hepsini içinde barındırır. Namaz kılan bir kimse, namazın içinde kelime-i şehâdeti söyler. Namaza başladığı andan itibâren, tekbir ve selâm arasında oruç tutar; çünkü orucu bozan yeme, içme ve cinsellikten uzak durur. Namaz kılarak, Allâh’ın bize ikrâm ettiği bedenin ve organların zekâtını verir. Namazda kıbleye, yâni Kâbe’ye yönelerek hac ibâdetini yerine getirmiş gibi olur. Ayrıca namaz esnâsında Kur’ân tilâvet eder, zikir ve tesbîhat yapar. Görüldüğü üzere, namaz bütün ibâdetleri içine almakla birlikte, aynı zamanda bedensel ve hâlî bir şükür ve zikir mâhiyetindedir.

Aslında namaz kılan bir kimse, namaz esnâsında kâinattaki her şeyin -zerreden küreye, hücreden cisme, canlıdan cansıza, bitkiden hayvana, cinden insana, meleklerden feleklere ve âlemlere kadar her şeyin- tesbîhâtına ve Allâh’ı zikretmesine eşlik etmektedir. Cemâatle namaz kılındığında ise mahlûkatın zikrine topluca iştirâk edilmektedir. Aynı zamanda kıldığı bu namaz, onu bütün mahlûkatın en şereflisi olması hasebiyle "âlâ-yı illiyyîn"e, yâni yücelerin en yücesinin katına yükseltmektedir. Zîrâ namazda Allah ile bağlantı kurulur. İşte bu yüzden Allah, Mü’minûn Sûresi'nde mü’minleri vasfederken, "Onlar namaz kılarlar." dememektedir; “Onlar namazlarını huşû ile kılarlar.”3, yâni Allah ile bağlantı kurarak kılarlar, buyurmaktadır.

Allah’la bağlantı kurularak, yâni huşû ile kılınan namaz, kişiye mîrâcını yaşatır. Çünkü sevgili Peygamberimiz(as), ümmeti adına Mi’râc’ı yaşadı. Ümmetinin de Mi’râc’ı yaşaması namazla mümkündür. Mi’râc, kulun Allah ile baş başa görüşmesidir. İşte bu an, secde ânıdır. Secde ise kulun Allâh’a en yakın olduğu andır.4

Beş vakit namaz, Rabbimizin bize Mirac hediyesidir. Namaz kılmak, aynı zamanda bu ilâhî hediyeyi muhâfaza etmektir. Namazı terk etmek ise Allâh’ın bize emânet ettiği bu ilâhî armağanı zâyî etmektir. Emâneti zâyî etmek, berâberinde iki büyük felâketi getirmektedir:

1.     Şehvetlerin kapısının açılması.
2.     "Gayya”ya düşmek.

“Onlardan sonra, namazı zâyî eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azâba çarptırılacaklardır.”5

Burada namazın çok önemli bir özelliği daha vurgulanmaktadır. O da namazın, kişi ile günah, çirkin işler ve tüm şehvetler arasında en büyük emniyet mekanizması olmasıdır. Başka bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulmaktadır:

“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah, yaptıklarınızı bilir.”6

 

Namazı kılan bir kimseyi namazı her türlü kötülükten korurken, namazı terk edenlere de bu kapılar açılmaktadır.

Günde beş vakit olarak belirlenen namaz, dünyevîleşmeyi engeller. Çünkü her namaz, kulun Allah ile olan ahdini yenilediği bir buluşmadır. Namazdaki kıyâmımız, O’na verdiğimiz sözde olduğu gibi dosdoğru bir duruş; rükûumuz, emirlerine itâat; secdedeki hâlimiz ise O’na en yakın olduğumuz ve her an huzûrunda bulunduğumuzun bir ifâdesidir. Namaz, aynı zamanda harflerle de derin bir anlam taşımaktadır: “Elif” gibi kıyam, “Dâl” gibi rükû, “Mim” gibi secde ederek “Âdem” olduğumuzu ortaya koymaktayız. Dolayısıyla günde beş vakit ahdimizi yenilememiz, dünyâ ve onun geçici süslerine kapılmamızı engellemektedir.

Sevgili Peygamberimiz(as), namazın günde beş vakit olmasının hikmetlerinden birini şöyle izah etmektedir:

"Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?"

Sahâbîler, “O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz.” dediler.

Resûl-i Ekrem(as) buyurdular ki:

“Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları silip yok eder.”7

Namazın bir Müslüman’ın hayâtındaki yerini, önemini, faydalarını ve hikmetlerini bu yazının sınırlarına sığdırmamız mümkün değildir. Ancak son söz olarak şunu söylemek gerekir ki, diğer ibâdetlerin terk edilmesinin câiz görüldüğü durumlar olabilir. Ancak namaz, her hâl ve durumda kılınması gereken bir ibâdettir. Seferde-hazarda, savaşta-barışta, hastalıkta-sağlıkta, ayakta-oturarak, yatarak-îmâ ile, sevinçte-hüzünde, emniyette-korkuda, genişlikte-darlıkta, aydınlıkta-karanlıkta, sıcakta-soğukta, meşgûliyette-boşlukta her durumda abdestle-teyemmümle kılınması zorunludur. Sâdece şu iki durumda namazın terkine cevaz verilmiştir:

1.     Uyku, baygınlık, yoğun bakım ve bitkisel hayat.
2.     Unutmak.

Bu iki mâzeretin dışında namazın terkine ruhsat verilmemiştir. 

Namaz, yalnız başına kılındığında bile “Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz.” âyetleriyle tüm ümmetle aynı havayı teneffüs ettiren; yeryüzünü secde alanı, bütün ümmeti cemâat, sevgili Peygamberimizi ise imam olarak birleştiren ve mü’minleri bu bilinçle buluşturan en yüce ibâdettir.

Dipnotlar

1 Suyutî, Camius-sağir, 5168.

2 Müslim, 83.

3 Müminun 23/2.

4 Müslim, Salat, 215.

5 Meryem 19/59.

6 Ankebut 29/45.

7 Buhârî, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 283. Ayrıca bk. Tirmizî,  Emsâl 5; Nesâî, Salât 7; İbni Mâce, İkâmet 193.

Nisan 2025, sayfa no: 14-15-16

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak