İslâm’ın en mübârek ve muhteşem ibâdeti namaz, kulun Huzur’a kabûl edilişi, Huzur’daki esas duruşu ve huzûru buluşudur. Şâyet bir kul namaza duruyorsa bu, onun Huzur’a kabûl edilişi demektir. Kul, Yüce Yaratıcı’nın Huzûrunda durduğunun bilincinde olacak ki huzur bulabilsin. Bugün, düzenli namaz kıldığı halde huzurdan mahrum olanlar bu bilinçle lâyıkıyla namaz kılamadıklarını düşünmelidirler.
Peygamberimizin, her namazdan çıktıktan sonra üç kere Estağfirullâh el-Azîm deyişini düşündüğümüzde, Yâ Rabb, Sana yaraşır namaz kılamadım, namaza tam anlamıyla kendimi veremedim beni bağışla diyerek O’ndan özür dilediğimizi hatırlarsak nasıl namaz kılmamız gerektiğini daha iyi anlarız.
Fıkhın bize öğrettiği namazın dışındaki şartlar, aslında namaz öncesi Huzur’a hazırlanıştır. Maddî mânevî her türlü pislikten arınma (Hades-Necâsetten taharet), Huzûra yaraşır giyinip kuşanma (setr-i avret), kalp ve kalıpla kıbleye yönelme (kıbleye dönme), vakti azîz bilip vaktinde huzurda durma, tüm organlarımızla niyet edip yalnızca O’na yönelip tekbirle namaza başlama. Bu rükünlerin her birinin derin anlamı vardır. Bunlar farkında olarak yapılmalıdır.
Hâtem-i Esam’ın dediği gibi: Benim bir görünen abdestim vardır, bir de görünmeyen abdestim. Ben zāhiren abdest organlarımı yıkarım. Ama bunun yanında yıkadığım organlarımla işlemiş olabileceğim günahlarımdan arınmaya çalışarak abdestimi alırım. Elimle, gözümle, dilimle, yüzümle, kulağımla, beynimle, ayağımla işlediğim günahlarımdan arınırım, sonra Huzur’a çıkarım. Huzurda dururken, kılacağım namazı, sanki son namazımmış gibi kılarım. Ayaklarımın kıldan ince Sırat üzerinde olduğunu varsayarım, küçük bir dalgınlık ve gafletle kayıp cehenneme düşebileceğimi düşünürüm. Ardımda ölüm meleğinin, namazı bitirir bitirmez canımı alacağını düşünürüm…Onun bu sözlerini dinleyenler kendi aralarında: Kalkın gidelim, biz şimdiye kadar öyle abdest alıp namaz kılmadık! Şimdiye kadar kıldığımız namazların kazāsını yapalım, derler.
Peygamber Efendimizin, Ebu Eyyüb el-Ensârî’ye nasîhat ederken söyledikleri bu gerçeğe işâret buyurmuyor mu: “Namazına durduğun zaman vedâ edenin namazı gibi namaz kıl. Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma ve insanların ellerindeki (dünyâlık) şeylerden ümîdini kesmeye azimli ve kararlı ol.”1
Böyle bir namaz kılsaydık, namazlarımız kıldığımız seccâdede yâhut kıldığımız zamanda kalır mıydı? Kıldığımız o namazlar bizi hayâtın içerisinde çekip çevirip yönetmez miydi? Bizi ahlâk bakımından en güzel insanlardan biri kılmaz mıydı?
Nitekim Rabbimiz öyle buyurur:
Sabır ve namazla Allâh’a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarını ve Ona döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.2
Kitaptan sana vahyolunanı oku; namaz kıl; muhakkak ki namaz ahlâksızlıktan ve fenâlıktan alıkor. Allâh’ı anmak en büyük şeydir! Allah yaptıklarınızı bilir.3
Kıldığımızı sandığımız namazlar bizi istikāmette tutmuyorsa, bizi günahlardan alıkoymuyorsa namazlarımızı gözden geçirmemiz gerekmez mi? Bu hatırlamalar namaz kılanlara, şimdi de namazı devamlı kılmayanlara birkaç hatırlatmada bulunalım. Bizim bu satırlarımızı belki onlar doğrudan okuyamayacaklar, ama onlara bu gerçekleri duyurmak hepimizin görevi olsa gerektir.
Eskiden sürekli namazı terk eden Müslüman tipi pek yoktu. Çünkü sahabe, namazı terki küfür alâmeti olarak görürlerdi. Bu yüzden temel fıkıh kitaplarımızda terkedilmiş namazların kazāsı diye bir konu başlığı yoktur. Temel kaynaklarımızda kaçırılan namazların telâfîsi/Salâtü’l-Fevâit şeklinde başlıklar vardır. Yâni vaktin çocuğu olan (İbnü’l-vakit) Müslüman, hayâtını namaza göre programlar ve namazlarını vaktinde kılmaya gayret eder. Belki uyuyakalırsa yâhut elinde olmayan çok olağanüstü bir durumla karşılaşırsa namazı kaçırabilir. Ama kaçırdığı namazı en kısa zamanda kılarak, tevbe istiğfârla onu telâfî etmeye çalışırdı.
Yoksa namazın kılınacağı vakitler bellidir ama namazı terk edebileceği bir vakit yoktur. Hasta yataklarda yatıyor olsa bile hasta namazını, ayakta kılabiliyorsa ayakta, oturarak kılabiliyorsa oturarak, buna da imkân bulamıyorsa uzandığı yerden îmâ ile kılacaktır. Çünkü Gerçek Müslümanlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allâh’ı anarlardı.4 Bu konuda Yüce Yaratıcının tanımlaması ve emri açıktır: Namazı kıldıktan başka, Allâh’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlere farz kılınmıştır.5 Onun için Kur’ân bize, cephede düşmanla karşı karşıya olunduğunda, savaşın tam da ortasında bile namazın hem de cemâatle kılınmasını buyurur.6
Nitekim pek çok câmimizin giriş kapısına, şu veciz cümleler kazınmıştı: Accilû bittevbeti kable’l-mevt, Ve accilû bissalâti kable’l-fevt/ Ölüm gelmeden önce Tevbeye davranın, vakti kaçırılmadan evvel namazı kılın!
Onun için denilmiştir ki, adam olmanın yolu Âdem olmaktan geçer. Âdem olabilmek için ise Âdem kelimesinin Elif’i gibi kıyamda durmak, Dal’i gibi rukûya varmak, Mim’i gibi secdelere kapanmak yâni sürekli namazı kılmak gerekir. Canımız çekince, keyfimiz yetince değil Allah ve Rasûlü’nün belirlediği vakitlerde. Çünkü Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlere farz kılınmıştır.7
Peki bütün bunlara rağmen insan niçin namaz kılmaz?
Her şeyden önce insanımız namazın önemi, gereği hakkında yeterli bilgiye sâhip değil. O halde sabırla bilgilendirmeliyiz.
Namazın günlük hayâtımızı mânen ve maddeten programlayan bir ibâdet olduğunu bilmiyor.
Namazla ilgili bilgileri, onu eyleme dönüştürecek seviye ve güçte değil. Yâni namazın farziyyetine îman konusunda problemleri var.
Namaz ibâdetinden çok daha önemli işleri (!) var, namaza vakit ayıramayacak kadar yoğun. (!)
Namaz ibâdetini bir angarya olarak görüyor ve nefsine ağır geliyor.
Sonra kılarım, büyüyünce kılarım, kazāsını yaparım gibi gerekçeleri var. (!)
Yüce Allâh’ın “Doğrusu namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş bir ibadettir.” uyarısına ve beş vakit namazı belirleyen Peygamber uygulamasına rağmen; namaz vakitlerini belirleme konusunda kişinin kendisini yetkin görüp Cuma’dan Cuma’ya yâhut keyfi yetince namaz kılması da pek çok insanın hoşuna gidiyor.
Namazı düzenli kılacağı bir âile, iş ve arkadaş ortamı yok. Peki böyle bir ortamın oluşması için çaba sarf ediyor muyuz?
Arada sırada kıldığı namazlardan alınması gereken mânevî haz alınmadığından düzenli kılınması konusunda bir sâik yok. Halbuki bilinçli kılınan namaz, sâhibini bir sonraki namazları kılmaya sevk etmelidir.
Maddeleri çoğaltabiliriz, her insan kendisi, âile fertleri ve çevresini bu maddelerle test etmeli, nerede eksiği varsa tamamlamalı, nerede yanlışı varsa onları düzeltmelidir.
Kıldığımız namazın namaz olabilmesi için, her kıldığımız namazın bizi en güzel namazımızı kılmaya hazır etmesi için, namazdan zevk alıp namazla huzur bulabilmemiz için namazın gereğine inanmalı, onu bilinçle kılmalıyız. Kimin huzûrunda durduğumuzun şuurunda, ne yaptığımızın ve niçin yaptığımızın farkına vararak, ne dediğimizin bilincinde olarak namaz kılmalıyız. Unutmayalım ki insan iki iyiliğin arasında son nefesini verecektir, biri yaptığı diğeri de yapmayı tasarladığı iyilik. Yine insan iki namazın arasında vefât edecektir: Biri kıldığı namazı, diğeri kılmayı düşündüğü namazı. Namaz çağrısı olan ezanla geldiğimiz şu dünyâdan, üzerimize duâ niyetiyle kılınacak cenâze namazıyla göçüp gideceğiz. İki namaz arası kadar kısa olan şu ömrümüzü namazla programlayalım, Yüce Yaratıcı’ya yaraşır namazlar kılmaya çalışalım ve nihâyet namazın dünyâ ve âhiret hayrını görelim. Namaz benim gözümün nûrudur diyen Peygamberimizin göz nûrunu terk ederek karanlıklarda kalmayalım. Beynamazlığın, hiç kimseye hayır getirmeyeceğini bilelim. Kendimizi Cehennemin korkunç vâdilerinden Sekar vâdisine karşı koruma altına alalım:
Suçlulara, Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? diye sorarlar. Onlar derler ki: Namaz kılanlardan değildik. Düşkün kimseyi doyurmuyorduk. Bâtıla dalanlarla biz de dalardık. Cezâ gününü yalanlardık. Ölüm bize o haldeyken gelip çattı.8
Unutmayalım ki Peygamberimizin ümmetine son tavsiyeleri de namazla ilgili şu sözleri olmuştur: “Aman namaza dikkat ediniz! Aman namaza dikkat ediniz! Emriniz altındaki kişilerin haklarına riāyet ediniz!”9
Öyleyse O’na muhtaç olduğumuz için… O’nsuz olamayacağımız için… O’nun huzûruna çıkıp dolmaya ihtiyâcımız olduğu için… O’nun Huzur’unda huzûra ereceğimiz için… O’na olan îmânımızı ve sevgimizi isbât edebilmek için… Bunca nimetlerine karşı O’na şükrümüzü göstermek için… O’nun huzûruna çıkıp içimizi O’na dökebilmek için… O’nunla iletişim kurup konuşabilmek için… O’nun yardımına müstahak olabilmek için… Hayâta namazla hazırlanmak için… Elbette Allah için! Haydin namaza, haydin kurtuluşa!
Dipnotlar:
1 İbn Mace, Zühd, 15.
2 Bakara 2/45-46.
3 Ankebût 29/45.
4 Âlu Imrân 3/191
5 Nisâ 4/103.
6 Bkz. Nisâ 4/102.
7 Nisâ 4/103.
8 Müddessir 74/42-47.
9 Ahmed, VI, 290, 315; Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1.
Nisan 2025, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak