Ara

Mutluluğun Anahtarı / Elif E. Bayraktar

Mutluluğun Anahtarı / Elif E. Bayraktar

Bedenimizin yeme-içme ihtiyâcı gibi, rûhumuzun da gıdâya ihtiyâcı vardır. Rûhun en önemli gıdâsı sağlam imandır. Allâh’a inanıp, sarsılmaz kopmaz bir bağla bağlanmak huzur, mutluluk ve güvenin kaynağıdır. Bu insan rûhu için en önemli manevî gıdâdır.

İnsanın imân etmemesinin pek çok sebebi vardır. Ancak en temel iki sebepten ilki, insanın Rabbini tanımaması, düşünmemesi, Allâh’ın sonsuz kudretini gereği gibi takdir edememesidir. Bir diğer sebep de içinde yaşadığı toplumun telkinleri nedeniyle dinin baskıcı, sıkıntılı ve özgürlüğünü kısıtlayıcı bir hayat sunacağını zannetmesidir.

Ancak insan ilk engeli aştığında, yani kendisini ve her şeyi yaratan tek mutlak varlık olan Rabbini tanıdığında, imân etmenin aslâ ‘zannettiği’ gibi kâbus dolu bir hayâta yol açmayacağını anlayabilir. Allâh’ın Kendisini tanıttığı mesajı olan Kur’ân-ı samimiyetle okur, Allah korkusunu ve sevgisini içine yerleştirir, gafletten kurtulur, kulluğunu kabullenir, Allâh’ın varlığının delillerini görür, ölümü ve âhireti tefekkür ederse, onu sonsuz mutluluk ve kurtuluşa götürecek yola girmeyi başarabilir.

İmân etmek insan hayâtının en önemli konusudur; insana hem dünyâda hem âhirette mutlu ve huzur dolu bir hayat sunar. İmân eden insanların Allâh’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü sebebi ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayâtı boyunca ‘kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allâh’ın, zâhiren ‘şer’ gibi görünen her şeyi, kendisi için ‘hayra’ dönüştüreceğini çok iyi bilir. Bu da mü’minin her zaman îmânî bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile o umutsuz olmadığından, şevkinden ve neşesinden bir şey kaybetmez.

Allâh’a inanan, O’na dua eden ve tevekkül eden insanların, diğer insanlardan hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirir.

İmân ile insan rûhu arasındaki özel ilişki, tıp dünyâsında da çeşitli araştırmaların konusu olmuştur. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Herbert Benson, kendisi seküler olmasına rağmen, Allâh’a olan inancın ve ibâdetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği ve diğer hiçbir inancın, Allâh’a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna” vardığını açıklar.[1]

İmân etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de tam manâsıyla gerçek ve kalıcı bir mutluluğu yaşayamazlar. Çünkü mutluluk hissini insan rûhuna hissettiren Allah’tır. İmânın getirdiği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler. Çevrelerine ‘hikmetle bakan bir iç göz’leri yoktur, o sebeple olayları sâdece zâhiri yönden değerlendirirler. Bâtınını görmemeleri, onları Allâh’a imân etmekten alıkoyar. Kısacası; sâdece bakarlar, görmezler. Allâh’a samimi bir şekilde imân ederek kazanacakları mutluluğu, akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir hayat sürerler.

İnanan kullarına ise Allah, O’nu veli ve dost edinmelerinin ve rızasını gözetmelerinin karşılığında, bir nimet olarak manevî bir güç verir. Bu güç onları Allâh’ın rızasını daha çok kazanmak için çalışmaya ve ‘Allâh’a yaklaşmak için vesile arama’ya yöneltir. Zorluk anlarında sabretmelerini de kolaylaştırır. Allah onların kalplerine sabır ve kararlılığı rapteder. Gösterdikleri çaba, onların her geçen gün cennet ehlinin ahlâkına biraz daha yakınlaşmalarını sağlar. Gösterdikleri çaba ne kadar çok olursa olsun, bundan dolayı bir yorgunluğa kapılmazlar. Allah, cennette vereceklerine bir sınır koymayacaktır, nimetleri sonsuzdur. İmân eden insanlar da yaptıkları salih amellere bir sınır koymazlar, Allâh’ın rızasının en çoğunu ararlar. Karşılığında da Allâh’ın rahmetini ve cennetini kazanmayı umut ederler.

İmân etmeyenler, mutsuzluklarını itirâf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Onları mutsuz eden ve ‘tesâdüfen’ kendilerine gelip çattığını düşündükleri her şey, aslında Allâh’ın onlar için yarattığı imtihanlardır. Yaşadıkları zorlukları, Allâh’ın bir hikmet üzere kendilerine verdiğinin şuurunda olmadıkları için, hoşlarına gitmeyen olaylar onları üzüp, mutsuzlaştırır.

İnkâr edenler ile mü’minler arasındaki fark, dünyâda olduğu gibi âhiret gününde de ortaya çıkar.

O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır;

Güler ve sevinç içindedir.

Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür.

Bir karartı sarıp kaplamıştır.

İşte onlar da kâfir, fâcir olanlardır. (Abese 38-42)

[1] M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baskı, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., 1993, s. 205

 Aralık 2024, sayfa no: 6-7

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak