İmâm-ı Gazâlî’nin yüzüğüne altıncı sûrenin 116. âyetini kazıttığı rivâyet edilir: “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allâh’ın yolundan saptırırlar.” Hüküm eksere göre olsa da hakîkat eksere göre değildir. Bu sebeple de ülkemizde bir söz iştihâr etmiştir (meşhur olmuştur): “Mutlu azınlık, mutsuz çoğunluk…” Çoğunlukla alâkalı olarak başka ifâdeler de vardır. Sessiz çoğunluk, gürültülü azınlık. Toplumun negatif ve pozitif kutuplarında aktif bir yüzde 10’luk veya yüzde 5’lik kitleden bahsedilir. Tabakat-ı beşer çekişmesinde sonucu bunlar tâyin eder. İşte bu katalizör azınlıktır. Örgütlü azınlık yüzde 5 seviyesinde bile olsa, kalkıştığı hareketi başarıya götürebilir. Târihte ihtilâlcilerin bir kısmının Yahudi oldukları hâlde başarıya ulaşmalarının sebebi azınlık olmaktan öte örgütlü olmalarıyla izah edilir. Joost Lagendijk ‘Beşşar Esed ve yüzde 5 kuralı’ başlıklı yazısında şöyle demektedir: “1990'larda Mark Irving Lichbach, halkın yüzde beşinin devlete karşı aktif kolektif eyleme iştirâk etmeleri hâlinde devletlerin yaşayamayacağını öne süren yüzde 5 kuralını ortaya attı. Vardığı sonuçların dayanağı İran (1979), Filipinler (1986) ve Doğu Avrupa'daki (1989) halk devrimleriydi….”
Kararlı ve sebâtkar diri azınlık gevşek çoğunluğu her zaman alteder. Organize olmak ve sebât etmek zaferin en büyük âmilleri arasındadır. Kur’ân bunu şöyle pekiştirir ve teyîd eder: “Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlûb edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur (Enfal, 65.).”Kur’ân başka bir yerde de itlakla yâni kayıtsız bir biçimde şu ifâdeyi kullanır: “Eğer gerçekten de inanıyorsanız siz üstünsünüz.” Burada inancın mâhiyetinden ziyâde dâvâya inanmak ve kararlılık nazara veriliyor. Müminler açısından îman meselesi müsellem olduğundan dolayı Allah onların zaferini de sabra bağlıyor. Demek ki sabır müminler açısından îmânın bir rüknüdür. Allah savaşta gâlip gelmeyi sabra bağladığı gibi aynı zamanda önder olmayı ve arza vâris olmayı, imamlar seçmeyi de kezâ sabra bağlamıştır. Nitekim bunu teyîd eden âyetlerden birisi şudur: “Sabrettiklerinde onlardan, bizim emrimizle doğruya ileten önderler kıldık (çıkardık). Onlar âyetlerimize de kesin olarak inanıyorlardı (32/24).”
Son sıralarda gerçek müminlerin, dünyânın aldığı olumsuz/menfî ahvâl sebebiyle mutsuz oldukları bir gerçek. Bunun temel sebebi değerleriyle barışık yaşama imkânından mahrum kalmalarıdır. Hayat tarzlarının zedelenmesi ve hayat alanlarının daralması Müslümanları mutsuz kılıyor. Bu durumda dünyâ mutluluğu ile âhiret saadeti arasındaki denge bozuluyor, mesâfe artıyor. İkisini birden kazanma imkânı son derecede azalıyor. Ortaya çıkan mutsuzluk açık olarak tezâhür ediyor. Bu bir imtihan sırrı. Belânın büyüğünün peygamberlere ve sonrasında onlara benzeyenlere geleceği mervidir (Eşeddü'l-belâ 'ale'l-enbiya sümme'l-emselü fe'l-emsel). Peygamberler ve birinci ve ikinci derecede vârisleri ulemâ ve evliyâ dünyâda sonu gelmeyen belâlara mâruz kalıyorlar.
Peygamberin kıssalarına muttalî olanlar bu gerçeklere bigâne değildir. Dünyâ müminin zindanıdır. İslâmî değerlerin hayattan çekilmesiyle birlikte müminler âdetâ sudan çıkmış balık gibi olurlar ve onlara hayat veren oksijenleri azalır. İsteseler de değerleriyle barışık olamamaları onlarda strese, gerilime ve dolayısıyla huzursuzluğa ve mutsuzluğa sebep olmaktadır. Hayâtın merkezinde İslâm değil gayri İslâmî umdelerin olması, dünyâ sistemi veya dünyâ ile barışık olamamalarını berâberinde getirir. Dünyâ ve âhiret istikâmetlerinde zıtlaşmaya sebep olur. Hâlbuki Hazreti Peygamberimizin (sav) duâsı ikisinin uyumunu tazammun etmektedir. “Allâhım, geçimimi sağlayan dünyâmı ıslâh et, dönüp varacağım yer olan âhiretimi de ıslâh eyle!” Hâlbuki günümüzde, Müslüman hadiste belirtildiği gibi elinde kor taşıyan kimsedir. Hayâtın alevi ona dokunmaktadır. Âdetâ ateş çemberinden geçmektedir. Müslüman hayâtın derkenarında yaşamaktadır ve dolayısıyla hayat tarzı ve ona bağlı hayat alanı daralmış durumdadır. Bu da yaşama sevincini alıp götürüyor. Zîrâ inandığı değerler egemen değildir. Hâlbuki İslâm ve hak “yalu vela yü’la aleyh”tir. İslâmî değerler mağlûb edilemez. Bu durumda günümüzde aykırı bir dönemden geçildiği açıktır. Müslümanlar da bu hâlle dağlanmaktadır. Müslümanın hayâtının bütünüyle gayri İslâmî değerler tarafından kuşatılması elbette huzûrunun kırıntılarını da alıp götürecek, mutsuzluk endeksini ve stresini daha da artıracaktır.
Selâmet Yolu İle Saadet Yolu Ayrıldığında
Müslüman bugün yolların ayrılış noktasında yaşıyor. Dünyâ ile âhiret yolu zıt istikâmetlerde seyrediyor. Bundan dolayı mutluluk başkalarının payına düşüyor. Mutlulukla îmânın farklı istikâmetlerde seyrettiğine en iyi tercüman olan yazılardan birisi Milliyet gazetesinden Mehmet Tez’in Çek Cumhuriyetini anlattığı 'Ateist ülke' yazısıdır. Yazı şöyle: ‘Nüfûsunun yüzde 80’i ateist veya dinsiz olan Çek Cumhuriyeti bizden daha mı mutsuz, daha mı sefil, daha mı günahkâr, daha mı ahlâksız?’ diye düşündüm Prag’dayken... Geçen hafta Prag’daydım. Rehberimiz kiliseleri dolaştırdı. Konu açılınca öğrendim. 10 milyon nüfuslu Çek halkının ancak yüzde 20’si kendini inançlı olarak tanımlıyor. Katolikler ve Protestanlar yarı yarıya. 2010 yılındaki bir araştırmaya göre halkın yüzde 50’den fazlası ateist olduğunu söylemiş. Yüzde 30’luk bir bölüm ise bu yöndeki bir soruya cevap vermek istemiyor. “Dindar değilim” ya da “Ne alâka, size ne?” diyor. Çok şaşırdım, gerçekten hiç bilmiyordum. Bu ülkede kimse din dersini yasaklamıyor, kiliseleri kapatmaya çalışmıyor, ateizmi zorunlu öğreti yapmak için yasa değiştirmiyor. “Biz çoğunluk milletiz” falan demiyor. Ateizm en iyi inançtır diye ortada dolaşmıyor. Hattâ bu konuda konuşmak toplumda kişisel haklara müdahale kabul ediliyor. Yüzde 80 hiç fenâ bir çoğunluk değil oysaki.
Başlarına taş yağdığı falan yok!
Bu durumu komünist döneme bağlayanlar yanılır, çünkü 1989’dan bu yana ateizm daha da artmış. Dindarlık bastırılsa, rejim değiştiğinde eskiye dönüş olurdu. Neden mi anlattım? Hayır gittim gördüm, başlarına taş falan yağdığı yok. Gâyet mutlu, mesut, yardımsever insanların olduğu müreffeh, kendi hâlinde bir ülke…”
Demek ki yazara göre ateist olmak günümüzde saadet nedenlerinden birisi. Belki Yahudi olmak da öyledir! Nitekim Temmuz ayında (2014) Gazzeliler ölüm kalım arasında günlerini bombalar altında geçirirken Yahudiler plajlarda günlerini gün ediyorlardı. Bu sebeple de Mehdi Muhammed Mecid Abdullah günümüzdeki mutluluk iksirini veya reçetesini şöyle tanımlıyor: “İza eradte en taişe saiden sahip yahudiyyen (http://www.elaph.com/Web/opinion/2014/12/968094.html )/ Mutlu yaşamak istiyorsan bir Yahudiyle arkadaş ol! Yahudi olamıyorsan Yahudi ile arkadaş ol!” Hâlbuki Hazreti Peygamber’in (sav) tavsiyesi nedir? “Ancak mümin birisiyle arkadaşlık et; yemeğini de ancak müttakî insan(lar)yesin!”
Bununla birlikte Peygamberimiz bugünleri de haber vermiştir. Bir hadislerinde: “Bir adam bir adamın kabrinin başından geçerken ‘keşke bu adamın yerinde ben olsaydım’ demeden kıyâmet kopmayacaktır!” buyurmuştur. İşte o adam âhir zaman müminidir. Buna mukâbil Peygamber Efendimiz âhir zamânın mutlu adamını da şöyle tasvir etmiştir: Dünyâda insanların en mutlusu alçak oğlu alçak olmadıkça kıyâmet kopmaz (la tekumu’s saaatü hatta yeküne es’adü’n nasi biddünyâ leke ibnü leke)!2 Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil. Müminler ibtila ve iftinan olmasaydı Cenâb-ı Hak dünyâda inanmayanların payını daha da artırabilirdi. Nitekim bir âyet bunu açıkça ortaya koymaktadır: “İnsanlar bir tek ümmet hâline gelmeyecek olsalardı, Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve merdivenlerini gümüşten yapardık (Zuhruf: 33).”
Allah hepimize iki cihan saâdeti, saâdet-i ebediyye nasîb etsin.
Dipnotlar
1 Milliyet, 20.12.2014
2 Basiretü’s salikin, Muhammed Osman Salih el Medeni, Pamuk yayınları, İstanbul, s:56
Mart 2015
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak