Ara

Müslümanlar Olarak Çalışma Hayâtını Dinamik Kılma Sorumluluğumuz

Müslümanlar Olarak Çalışma Hayâtını Dinamik Kılma Sorumluluğumuz

İktisâdî hayatta bir malın veya hizmetin kıymetli olmasını sağlayan faktör -yaygın kanaatin ötesinde- nâdir olması değil emektir. Üretilen hizmet, verilen emek, gösterilen çaba ortaya konulan hizmet ve sermâyenin değerini belirler. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) âyetinde geçen sa’y kavramıyla emeğe teşvikte bulunulmaktadır. Gerek dünyâda gerekse âhirette insan ancak el emeğinin karşılığını alabilecektir. Yapılan her fiil bir emek değildir. Ortaya konulan eylem bir hizmet veya bir ürün olarak çıktıya sâhip olmalıdır. Eylemlerimiz anlamlı ve sonuç odaklı olmalıdır. Çalışmalarımız hayırlı netîceler vermelidir. (Tabakoğlu, “Emeğin Değeri”, 257/49) Müslümanın çalışma hayâtında nîmet ve külfet dengesi esastır. Çektiğimiz sıkıntılarla elde ettiğimiz nîmetler ters orantılı değil doğru orantılıdır. Nîmetlerin artması külfet ve sıkıntılarımızın azalacağı anlamına da gelmemelidir. Tam tersine nîmetler arttıkça külfet ve yükümlülüklerimiz artacaktır. Çektiğimiz sıkıntıların ve karşılaştığımız problemlerin yoğunluğu kadar nîmetlere kavuşmamız gerçekleşecektir. Emeksiz yemek, sefersiz zafer olmayacaktır. (Akyüz, 2006:175) Peygamberler sâhip oldukları peygamberlik nîmetine denk çileli ve meşakkatli bir hayat sürmüşlerdir. Ninnilerle tesellî bulmak, işleri havâle edecek bir taşeron aramak, yan gelip yatmak Müslümanca bir telakkî olmadığı gibi insanca ve akıllıca bir tavır da değildir. Sorumluluktan kaçmak, gayretten yoksun olmak ve kendimizi rehâvete kaptırmak mutluluk, huzur ve adâletten uzaklaşıp mutsuzluk, atâlet ve sefâlete sürüklenmek demektir.

Kur’ân bizlere;

Boş kalınca hemen başka bir işe koyulmamızı,

Canla başla dua edip çaba sarf edenlerle sabır ve sebât etmemizi,

Çevremizdeki dostlara danışıp istişâre etmemizi, karar verince de ardımıza bakmadan kararlılıkla yürümemizi,

Ana-babalarımız, eşlerimiz, çoluk-çocuklarımız, mal-mülklerimiz, yer-yurtlarımızın bizlere Allah uğruna mücâdele etmekten daha câzip gelmemesini,

Gerçek mü'minlerin, aslâ şüphe etmeden Allah ve Resûlüne îmân eden ve Allah uğruna malıyla, canıyla mücâdele edenler olduğunu idrâk etmemizi,

Allâh'ın vaadinin mutlaka gerçekleşeceğini, geleceğe dönük bu vaadlerin bizleri gevşekliğe sevk etmemesini,

Hiç kimseye aldırmadan, gayretle yolumuza devâm etmemizi emir ve tavsiye etmektedir (Akyüz, 2006:175-176).

Her bir peygamber ihtiyaçlarını çalışarak temin etmiştir. Âdem (as) çiftçilik, Nuh (as) ve Zekeriyya (as) marangozluk, İbrâhim (as) kumaş ticâreti, Davud (as) zırh, Süleyman (as) zembil yaparak geçimini sağlamıştır. Peygamber Efendimiz ise çobanlık yapmış ve ticâretle meşgûl olmuştur. Rasûlüllah (sav) genellikle kendi işini kendisi görmeye çalışır, kimseye yük olmak istemezdi. Hz. Hatice vâlidemiz kendisine:

- Yâ Ebe’l-Kâsım, yorulma evde iş görecek kimsemiz var! dedikçe o, sevgili eşinin bu iltifâtından memnun kalır ve ona:

“- Hatice! Bu dünyâda dört şeyden hiç ama hiç hoşlanmam; onlardan Allâh'ıma sığınırım: Korkaklık, cimrilik, tembellik bir de pislik.” (Berki & Keskioğlu, 1993:217)

Bir sefer sırasında ashâbına bir koyun kesip pişirmelerini emretmişti. Ashabtan biri:

“Ey Allâh'ın Resûlü! Kesmesi benden.” dedi.

Diğeri:

“Yüzmesi benden.” dedi. Bir diğeri:

“Pişirmesi de benden.” dedi.

Peygamber Efendimiz baktı ki herkes bir şey yapmak istiyor, kendisi bir köşede oturup beklemeyi doğru görmedi ve:

“Öyle ise odun toplaması da benden.” buyurdu. Sahabiler:

“Ey Allâh'ın Resûlü! Biz yaparız, senin çalışmana gerek yok.” deyince, Peygamber Efendimiz:

“Sizin her şeyi yapacağınıza gönülden inanıyorum. Şu var ki, sizlere karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü Allah kulunu arkadaşları içerisinde imtiyazlı bir durumda görmekten hoşlanmaz.” buyurdu. (Köksal, 1987:XI/465)

Müslüman için hayat, îman ve mücâdeleden ibârettir. Müslüman mâbedde ibâdet zevkini derinden hissederken, çarşı ve atölyesinde ibâdet rûhuyla çalışma hayâtını istikrarlı bir şekilde sürdürür. "Hiç kimse elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir. (Buhârî, Buyu’, 15)". Birikim ve harcamalarımızın en güzeli, kendi kazancımızdan olandır (Nesâî, Buyu’, 1). Alın teri ve el emeği ile elde edilen kazançların hem hayrını hem de bereketini görürüz. Kazanmak, başarmak ve hayâta tutunmak için azim, sebat, gayret ve çaba gerekmektedir. Okun uzak mesâfedeki hedefe isâbet edebilmesi için geri çekilerek hızını alması gerekmektedir. Gündelik hayatta daha büyük hedefleri yakalayabilmek için bazan geri çekilip yerinde hazırlıklar yapmak, ayaklarımızı sağlam zemîne basmak ve gerekli donanıma ermek gerekmektedir. Alın terinin kıymetini bilen, kendi el emeği ile geçinmeyi şiâr edinen, çalışma hayâtının ön hazırlıklarını zamânında gerçekleştiren ve işini bilinçli ve tecrübeli bir şekilde yapanlar başarı üstüne başarı kazanırlar. Çalışma hayâtımızdaki deneyimlerimiz ne kadar basit ve sıradan olursa olsun her deneyim bize beceri kazandıracak, tecrübelerimiz bizi geleceğe taşıyacaktır. Planlı, düzenli, bilimsel, deneyimli, üretken ve başarıya odaklı çalışmalarımız bizleri geleceğe ve mutlu yarınlara taşıyacaktır. Psikolojik ve sosyolojik rahatsızlıklarımızı iyileştirecek en güzel ilaç işimizle gücümüzle meşgûliyettir. Büyük eserler ortaya koymak için kendimizi işimize vermemiz, karıncalar gibi bıkmadan usanmadan çalışmamız lâzımdır. Fetihler, araştırmalar, teknik başarılar, bilimsel gelişmeler, güçlü müesseseler, büyük devletler ve seçkin medeniyetler kuran evlâd-ı fâtihân'ın nesli olarak bizlere en çok yakışan üretim, kazanım, bilgelik ve başarıdır. Çok güçlü rol modellerimize sâhip bulunmaktayız. Böylesi gözde şahsiyetlerden Prof. Dr. Fuat Sezgin’e “Hocam, maşallah 83 yaşındasınız, hâlâ böylesine heyecanla bilim hayâtından bahsediyorsunuz, gıpta etmemek elde değil. Günde kaç saat çalışıyorsunuz?” diye sorulduğunda şu şekilde cevap vermiştir: “Şimdi tembelliğe başladım, eskisi kadar çalışamıyorum. Eskiden 17 saat çalışabiliyordum. Şimdi ise 3-5 saat azalttık. Sabahleyin 07:30’da Enstitü'ye ilk giden benim.”

İşimizi ve mesleğimizi severek yapmak, topluma katkı sağlayacak sonuçlar doğurarak özveriyle çalışmak ve bütün enerjimizi işimize vermek huzur bulmanın yoludur. Emri altındaki çalışanlara iyilikte bulunan işverenler Allâh'ın himâyesinde olur ve cenneti hak kazanırlar (Tirmizî, Kıyâme, 48). Çalışan, üreten ve başaran dinamik şahsiyetler mütevâzı isimlerdir. Gayret kemerini kuşananlar aslâ rahatına ve keyfine düşkün kimseler değildir. Çalışıp çabalayanlar bilgiye, kültüre ve teknolojik gelişmelere yatırım yapanlardır. Üretim sürecine katkıda bulunanlar tüketim budalasına dönüşmez, marka sevdâlısı olmaz, üretemeden tüketmeye yeltenmez. İşimizi güzel ve özenerek yapmamız Allâh'ın hoşnutluğunu kazanmamızı sağlar. (Beyhakî, Şuabü’l-İman, 5/334) Güçlü toplumlar yarınlarını adâlet, muhabbet ve dürüst çalışmakla güvence altına alırlar.

Kul olarak Allâh'ın rızâsını kazanmaya dönük her türlü faaliyetimiz, her türlü gayret ve çabamız ibâdet kapsamında değerlendirilmektedir. Müslümanın namaz, oruç, zekât ve hac gibi Allâh'a karşı ibâdet görevlerini yerine getirmesi nasıl bir farz ise çalışıp rızkını helâlinden kazanması da o denli bir farzdır. Helâlinden çalışıp kazanan kişi Allâh'ın sevgili kuludur.

İnsanın çalışıp kazanarak helâl yollardan rızkını temin etmesi, Allah yolunda cihâd etmesi gibi fazîletli bir eylemdir. Çocuklarının rızkını temin etmek üzere evinden çıkan Müslüman Allah yolundadır. Kişinin yaşlı anne ve babasına hizmet etmek için çaba sarf etmesi Allah yolunda olduğunun en güzel göstergesidir. Başkasına el avuç açmadan, kimseden bir şey dilenmeden işinde gücünde olup çalışması kişinin Allah yolunda olduğunun bir işâretidir. (Pusmaz, “Gökten İner mi”, 257:21)

“Çalışıp dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihâd eden, gündüzleri oruç tutup geceleri ibâdet eden kimse gibi ecir alır.” (İbn Mâce, Ticârât, 1) ifâdeleriyle Peygamber Efendimiz (sav) hepimize evrensel bir çağrıda bulunmaktadır. Kulluk kalitemizin gereği olarak yoksulların elinden tutmak, kimsesizlerin kimsesi olmak, düşkünlerin yardımcısı olmak, toplumsal duyarlılığa sâhip olmak mecbûriyetindeyiz.

Günümüzde maalesef zenginleştikçe ölçülerimiz kayboluyor. Sekülerleştikçe her şeyi mübah görmeye başlıyoruz. Para ve servetin avcılığına soyunanlar çözüldükçe çözülüyor, savruldukça savruluyorlar. Dünyevîleşme virüsü zenginleşen Müslümanlara da bulaşıyor.

Rabbimiz bizlerden Allâh'ın yeryüzündeki şâhitleri olmamızı, ilâhî hakîkatleri gönüllere nakşetmemizi, İslâm’ın yücelmesi yolunda hizmet etmemizi, örnek yaşantımızla Allâh'ın dînini hakkıyla temsil ve tebliğ etmemizi istemektedir. Bu vazîfeler gereğince yerine getirilirse toplumsal sorunlarımız çözülür, âilevî huzursuzluklarımız giderilir, iktisâdî krizlerimiz aşılır, psikolojik buhranlarımız ortadan kalkar.

Maddî imkânları düzeldiği, sosyal statüsü ve yaşam kalitesi yükseldiği halde insanımız maalesef rûhî buhranlara, psikolojik ve psikiyatrik hastalıklara, yalnızlık ve huzursuzluk girdâbına, doyumsuzluk ve nankörlük girdâbına, şiddet ve tahammülsüzlük sarmalına bürünmektedir. Çünkü ihtiraslar canavarlaştı, paylaşma ahlâkı zaafa uğradı, infak ve cömertlik unutuldu. İnsanımızın bireysel ve toplumsal, bedensel ve ruhsal yönden selâmeti, din ile hayâtın mezcolmasına bağlıdır.

Ağustos 2023, sayfa no: 10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak