Ara

Müslümanın Çevre Bilinci

Müslümanın Çevre Bilinci

İçerisinde yaşadığımız doğal ve sosyal çevremizin farkına varmamız, imkânlarımızı ve dezavantajlı durumlarımızı kontrol etmemiz, bizi besleyen ve bizlerin varlığına anlam katan fırsatları değerlendirmemiz sosyal varlık olmamızın bir gereğidir. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, üzerinde yaşadığımız toprağın, bize emânet edilen tabiattaki bitki dokusunun, emrimize verilen hayvanların ve yaşadığımız gezegenin, sâhip olduğumuz yuvanın, mensup olduğumuz toplumun, üzerimize tevdi kılınan ecdâd yâdigârı emânetlerin her birisi çevresel dinamiklerimizdir. Kesin çizgilerle çizemediğimiz çevremiz aslında o kadar geniş ve o kadar anlamlıdır ki ne denli geniş çaplı bir varlık olduğumuzu işte o zaman anlıyoruz. İçerisinde yaşadığımız fizikî ve tabiî dünyâ, bu dünyâdaki bizimle berâber yaşayan canlı ve cansız tüm varlıklar bizim anlam haritamızdır (Hizmetli, “Endülüs’te Çevre Bilinci”, İSTEM, 2009:7/14, 208). Çevremizdeki tüm varlıkların bize emânet edildiği şuuruna sâhip Müslümanlar olarak bizler dünyânın tahrîbine değil îmârına çalışırız, dünyâda kaosun değil âhengin hâkim olmasına gayret ederiz, başkalarını yok ederek değil başkalarıyla birlikte yaşayarak mutlu oluruz, sömürmenin değil kazandırmanın derdine düşeriz, şiddet ve terörün değil yaşatmanın ve hayat bahşetmenin şevkine bürünürüz. Sorunların altında boğulan yılgın kitleler değil sorunları bir bir gideren muzaffer kitleler oluruz. Yaşanabilir bir çevre oluşturmak için bir ömür didinir dururuz. Mazlumların gözyaşını silmek, yoksulluğu varlığa tebdîl kılmak, gariplerin sofrasına oturmak, kimsesizlerin kimsesi olmak, başarılarımızı dostlarımızla kutlamak, düşmanlarımız karşısında kenetlenmek, âit olduğumuz çevreden kopmamak, târihimize, geleneğimize, coğrafyamıza, değerlerimize ve dâvâmıza sâhip çıkmak mücâdele seyrimizin bir gereğidir (Hizmetli, “Endülüs’te Çevre Bilinci”, İSTEM, 2009:7/14, 208). 

Ekolojik dengeyi koruyamayanlar çevreyi tahrip ettiler. Akarsuların kirletilmesi, denizlerin kimyâsal atıklarla zehirlenmesi, ormanların talan edilmesi, atmosferin tahrip edilmesi, zehirli atıkların etrâfa saçılması, şiddet, terör, savaş, katliam, açlık ve talanla toplumların imhâ edilmesi, fuhuş, kumar, cehâlet, ötekileştirme, çatışma, yabancılaşma, taklit, ahlâksızlık ve insanlıktan yoksunlukla insanımızın mahvedilmesi ve daha nice yıkımlar çevremizin bir bir kirletilmesidir. Çevremizi kirleterek insanlara, bitkilere, hayvanlara ve eşyâlara zarar vermeye, insanlık kıymetinden yoksun kalmaya başladık (Hizmetli, “Endülüs’te Çevre Bilinci”, İSTEM, 2009:7/14, 208). 

Âlemde her şeyin emrine verildiği insanın bu nîmetleri istediği gibi kullanması; tabiatı dilediği gibi sömürmesi anlamına gelmemektedir. İnsan kendine ve Rabbine karşı saygılı olduğu kadar çevresindeki diğer varlıklara karşı da ahlâkî sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Kur’ân-ı Kerîm insanın ahlâkî bozulmasıyla doğal çevrenin bozulması arasında yakın bir ilişki kurmaktadır. Çevre sorununu ahlâkî bir problem olarak gören İslâm’ın buna getirdiği çözüm de ahlâkî olmuştur. Kur’ân’da geçen Hz. Süleymân (as) ve ordusunun bir sefer sırasında karıncaları ezmeme çabası içinde olması, bu ahlâkî duruşa bir örnek olarak verilebilir. İslâm ahlâkının esaslarının ise İslâm dünyâ görüşü çerçevesinde temellendirilmesi gerekmektedir (Hizmetli, “Endülüs’te Çevre Bilinci”, İSTEM, 2009:7/14, 209). Âyet-i kerîme insanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulmanın ortaya çıktığından bahsetmektedir. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını dünyâda onlara tattırmaktadır (Rûm, 30/41). Temizlik îmânın yarısı olduğuna göre (Müslim, Tahâret 1. Tirmizî, Daavât 86); toprakların kirletilmesi, çevrenin bozulması, gezegenin tahrîbâtı, iffet ve nâmusun kirletilmesi, değerlerin aşındırılması, târihin tersyüz edilmesi, şahsiyet ve onurların zedelenmesi, mâsum insanların kanlarının heder edilmesi gibi küresel kirlenme furyası karşısında asilzâdelerin temizlik harekâtı neden yarım kaldı!? Yeryüzündeki sayısız nîmetlerin ve güzelliklerin kendisine emânet edildiği insanlığın bu temizlik harekâtında başarılı olabilmesi için öncelikle tabiatın âhengini koruması gerekmektedir.

Peygamber Efendimiz (sav) kuşların yuvalarının bozulmasını, yumurta ve yavrularının alınmasını yasaklamıştır (Buhari, el-Edebü’l-Müfred, s. 139). Hayvanlara eziyeti yasaklayan Peygamber Efendimiz, açlıktan karnı sırtına yapışmış bir deveye rastladı da; “Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah'tan korkunuz. Onlara, (binmeye) elverişli hallerinde bininiz ve (yenmeye) elverişli hallerinde onları yiyiniz.” buyurdu (Ebû Dâvûd, Cihad, 44). Başka bir rivâyette kendisine ‘insanlara nasıl faydalı olacağını’ soran Ebû Berze’ye (ra): “Yolda, Müslümanlara eziyet veren şeyi kaldır.” buyurdu. (Müslim, Birr ve Sıla, 31) 

İnsan ve tabiat iki ayrı ve birbirine yabancı unsur değil, aynı Yaratıcı tarafından yaratılmış birer mahlûktur. İnsanla tabiat arasındaki derece farklılığı insana; tabiatı ve oradaki yaratılmışları istediği gibi kullanmasını değil, sorumluluk duygusuyla ve isrâf etmeden yararlanmasını gerektirir. Allâh’ın eseri olan bu dengenin korunması görevi insana verilmiş olup, hiçbir insan kâinâtın dengesini bozamaz ve bozulmasına da seyirci kalamaz (Hizmetli, “Endülüs’te Çevre Bilinci”, İSTEM, 2009:7/14). 

Osmanlı insanı, ‘kul hakkı’ sayıldığı için yerlere çöp atmaz, ortamı kirletmez­di. Hattâ “ağaçlar zikreder” düşüncesiyle, ağaçları yeşertmeye çalışırdı. Meselâ kurak günlerde ücretle adam tutup sokaktaki ulu çınarları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardı. Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa âit olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir (Bahadıroğlu, 2015:80-81). 

Osmanlı insanı güzel konuşur, derdini kestirmeden anla­tırdı. Sözü gereksiz yere uzatmaz, o zamânın deyişiyle ‘isrâf-ı kelâm’ (kelime isrâfı) yapmazdı. Ayrıca konuşanın sözü aslâ ke­silmezdi. İfâdeleri gâyet zarîf ve düzgündü. Sohbet edenlerin aralarındaki uyumu ve sevgiyi gören Charles MacFarlane, şöyle yazmaktan kendini alamamıştı: “Bu milletin konuşması, bütün diğer milletlere örnek olabile­cek kadar güzel ve mükemmel!” (Bahadıroğlu, 2015:80-81) 

Fakir ya da zengin, asil yâhut avam, Osmanlı insanı tabiatla dost, hattâ iç içe yaşamıştır. Ayrıca ‘insan ve mekân’ ilişkisi ko­nusunda müthiş seçici davranmıştır. Bunu ünlü Fransız şâir Lamartine’den öğreniyoruz: “Güzel manzaralara, parlak denizlere, gölgeliklere, membâlara, karlı dağ tepeleriyle çevrelenmiş muazzam ufuklara karşı beslenen temâyül, bu milletin en büyük meylidir. İşte bu millet, pâdişahlarının sarayını, yâni pâyitahtın merkezini bütün imparatorluğun ve belki de bütün dünyânın en güzel tepesinin yamacına yerleştirmiştir.” (Bahadıroğlu, 2015:83)

Fransız şâir Lamartine’in Osmanlı toplumu değerlendirmesi: “Osmanlı Devleti’nde hükümdarla halk, büyüklerle küçükler, evleri­nin düzenlenmesinde hep aynı ihtiyâca, aynı hisse tâbîdirler: Güzel bir ufuk manzarasıyla gözlerin aydınlanması istenir. Yaâhut da eğer evlerinin vaziyetiyle sâhiplerinin yoksulluğu mü­sâit değilse, harâbelerinin etrâfındaki topra­ğın bir köşesinde hiç olmazsa bir ağaç, bir koyun, birkaç kuş ve beş-on güvercin olmasını isterler (Bahadıroğlu, 2015:83).”

Kur'ân-ı Kerîm’in beyânına göre insan, yeryüzünde Allâh’ın halîfesi olarak yaratılmış, canlı ve cansız tüm varlıklar insanoğlunun emrine verilmiştir. İnsana böylesi geniş yetkilerin verilmesi, onun tabii kaynakları istediği şekilde sömürmesine aslâ fırsat vermemektedir. Yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün varlıklar belli bir ölçü ve denge içinde yaratılmıştır ve tabiattan yararlanırken insanın bu ölçü ve dengeyi koruması Kur’ân’da özellikle vurgulanmaktadır. Bu gerçekten hareketle Kur'ân, tabii kaynakların kötü kullanımını ve ekolojik dengenin bozulmasını aslâ tasvip etmemektedir. İslâm, insanı, tabiatın bir parçası olarak görmekte, tabiatı tahrip etmesine aslâ müsaade etmemektedir. İslâmî anlayışa göre insan, tüm yaratıklara ve tabiata karşı saygılı olmak zorundadır (Bakara, 2/162,255; Âl-i İmran, 3/18, 62; Ihlas, 112/1). Evrenin herhangi bir parçasına zarar vererek evrendeki âhengi bozmak kesinlikle yasaklanmış ve tabiattaki her türlü bozulmadan bizzat insan sorumlu tutulmuştur (Şuarâ, 26/30; Rûm, 30/4l).

İslâm çevre etiğinin dört büyük temel kuramı bulunmaktadır. Bu dört kuram şunlardır:

  1. Yararlılık (Menfaat) Kuramı
  2. Sorumluluk (Mesûliyet) Kuramı
  3. Erdemlilik (Fazîlet) Kuramı
  4. Bilgelik (Hikmet) Kuramı.

İslâm çevre etiğinin bu kuramları Kur'ân ve sünnet öğretileri ile ön plana çıkarılmaktadır. Bahsi geçen bu dört İslâm çevre etiği kuramının, dört genel İslâm etiği kuramına karşılık geldiğini söylemek mümkündür. Şöyle ki:

  1. Yararlılık kuramı, (geleneksel) dînî etik ile
  2. Sorumluluk kuramı, fıkhî etik ile
  3. Erdemlilik kuramı, tasavvufî etik ile
  4. Bilgelik kuramı, felsefî etik ile irtibatlı görülebilir. 

Bunlar birbirinden kopuk veya birbirine alternatif olan kuramlar değil, yekdiğeriyle bağlantılı olan ve onu yükselterek tamamlayan, dikey boyutlu kuramlardır. Bu dört İslâm çevre etiği kuramının ilk üçü, Batı etiğinin üç büyük kuramı ile irtibatlandırılabilir. Yararlılık kuramı, (sonuçça) faydacı etikle; sorumluluk kuramı, Kant'ın ödev etiği ile; erdemlilik kuramı da, Aristoteles'çi erdem etiği ile irtibatlı görülebilir (Yaran, “İslâm Çevre Etiği”, Uluslararası Çevre ve Din Sempozyumu, 2008:II/124-125).

İslâm çevre etiğine âit, 4 kuram, 8 ilke ve 16 buyruk şunlardır:

  1. Yararlılık (Menfaat) Kuramı

1.1. Nîmet ilkesi (Çevre nîmettir.)

1.1.1. Kirletme! (Buyruğu)

1.1.2. İsrâf etme!

1.2. Âyet İlkesi (Çevre âyettir.)

1.2.1. Düşün!

1.2.2. Ders al!

  1. Sorumluluk (Mesûliyet) Kuramı

2.1. Emânet İlkesi (Çevre bize emânettir.)

2.1.1. Hıyânet etme!

2.2.2. Koru!

2.2. Hilâfet İlkesi (Biz yeryüzünün halîfeleriyiz.)

2.2.1. Îmâr et!

2.2.2. İmtihanı kazan!

  1. Erdemlilik (Fazîlet) Kuramı

3.1. Merhamet İlkesi (Merhamet tüm canlıları kapsar.)

3.1.1. Zâlim Olma!

3.1.2. Merhametli ol!

3.2. Muhabbet İlkesi (Muhabbet tüm varlığı kapsar.)

3.2.1. Sev!

3.2.2. İyilik et!

  1. Bilgelik (Hikmet) Kuramı

4.1. Ubûdiyet İlkesi (Her varlık âbiddir.)

4.1.1. Âbid olarak gör!

4.1.2. Takvâda yarış!

4.2. Kudsiyet İlkesi (Her varlık kutsaldır.)

4.2.1. Mescid bil!

4.2.2. Kutsal say! (Yaran, “İslâm Çevre Etiği”, Uluslararası Çevre ve Din Sempozyumu, 2008:II/133).

Temmuz 2024, sayfa no: 26-27-28-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak