Ara

Musa (as) lV

  Musa (as) lV Prof. Dr. İsmail Yiğit Hz. MusA’yı Öldürme Kararı- onu Savunan Mü’mİn Firavun, halkının dinini değiştirmesi ve yeryüzünde fesat çıkarmasından korktuğu bahanesiyle Musa’yı (as) öldürmeye karar verdi. Musa (as) ise onun gibi müstekbirlerin zulmünden Allâh’a sığınıyor ve onları Allâh’a havâle ediyordu (Mü’min sûresi, 40/26-27). Ancak Firavun, kararını yakın adamlarına açtığında beklemediği bir itirazla karşılaştı. Firavun ailesinden ve önemli devlet adamlarından olup o ana kadar Musa’ya (as) iman ettiğini gizlemiş olan bir mü’min iman ettiğini açıkladı. Büyük bir cesaretle Hz. Musa’nın öldürülmesine karşı çıkarak “Rabbim Allah’dır” diyen ve doğruluğunu ispat için açık mûcizeler getiren bir kimsenin öldürülmemesi gerektiğini söyledi. Onun haber verdiği azabın başlarına gelebileceğini, güç ve kuvvetlerinin Allâh’ın azabını kendilerinden uzaklaştıramayacağını ifâde etti. Geçmiş kavimlerin kötülükleri yüzünden uğradıkları ilahi azabı hatırlatarak, başlarına böyle bir azabın gelebileceğini söyledi ve bilhassa âhiret gününün azâbından sakınmalarını istedi. Ayrıca Hz. Musa’nın (as) getirdiği mesajın, Hz. Yusuf’un getirdiği mesajın aynısı olduğunu vurguladı. Firavun’un inadında direnmesi üzerine ölümü de göze alarak, onu ve avenesini sapıklıktan uzaklaşmaya ve geçici olan yalancı dünyaya aldanmamaya çağırdı. Âhiret için hazırlık yapmalarını tavsiye etti. Orada dünyada iyilik yapan mü’minler kurtulurken, kötülük yapan kâfirlerin azaba düçar olacaklarını söyledi. Onları kurtuluşa çağırdığını, onların ise kendisini ateşe dâvet ettiklerini hatırlattı. Taptıkları ilâhların ne dünyada ne de âhirette bir fayda verebileceklerini söyleyip, dönüşün Allâh’a olduğunu söyledi. Haddi aşanların cehennem’e gideceğini ve orada bu söylediklerini hatırlayacaklarını ifâde etti. Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’ın bu cesur mü’mini Firavun’un elinden kurtardığı, Firavun ve kavmini ise helak ettiği ve âhirette onları şiddetli azaba çarptıracağı bildirilmiştir (bu mü’minin konuşması hak. bkz. Mü’min sûresi, 40/28-46).  Mısır’dan Çıkış-Fİravun ve Ordusunun Denİzde Boğulması Firavun, Musa’yı (as) öldürmek ve taraftarlarını şiddetle cezalandırmakta kararlıydı. Zulmün had safhaya ulaştığı bu günlerde Allah Teâlâ, kendisine sığınan Musa’ya (as) mü’minlerle birlikte bir gece gizlice Mısır’dan ayrılmasını emretti. Asasıyla denize vurduğu takdirde denizde kendilerine yol açılacağını ve bu yoldan denizi geçeceklerini, arkalarından gelen Firavun ve ordusunun ise bu yola girdikleri sırada denizde boğulacağını bildirdi (Duhan sûresi, 44/17-24; Tâhâ sûresi, 20/77). Musa (as), bir gece kavmiyle birlikte Filistin’e gitmek üzere gizlice Mısır’ın başkentinden ayrılmıştı. Ancak bundan haberdar olan Firavun, onları yakalayıp toptan katliama tabi tutmak niyetiyle büyük ordusunun başında onların peşine düştü. Yakınlarına onların önemsiz bir topluluk olmalarına rağmen, kendilerinin rahatını kaçırdıklarını söylüyordu (Şuarâ sûresi, 26/52-56). Hazinelerini ve diğer kıymetli varlıklarını geride bırakırken başlarına gelecek felaketi ve bu nimetlerin tümünü ebediyen terk ettiklerini hiç akılarına getirmemişlerdi. Firavun, bir sabah vakti, Süveyş körfezi yakınında Kızıldeniz sahilinde, İsrailoğulları’na ulaştı. Önlerinde deniz, arkalarında ise kalabalık Firavun ordusu İsrailoğullarını çok korkutmuştu. Katliâma mâruz kalacakları korkusuyla gözleri yerlerinden oynamış, yürekleri ağızlarına gelmişti. İşte tam bu esnada, Hz. Musa asasıyla denize vurunca, deniz yarılıp sular kenara çekilmiş denizin ortası düzgün ve kuru bir yol haline gelmişti. O ve kavmi, açılan bu yoldan Kızıldeniz’in karşı sahiline doğru yürüdüler. Firavun da, onları kaçırmaktan korkarak peşlerinden ordusuyla birlikte denizdeki yola girdi. Ancak Musa (as) ve kavmi karşı sahile ulaştıktan hemen sonra, kenara çekilmiş olan sular dev dalgalar halinde Firavun ve ordusunun üzerini kaplayıverdi. Firavun ve askerlerinin tamamı denizde boğuldu. Cenab-ı Hak, Firavun ve kavmini şiddetli bir azaba çarptırmış; buna karşılık inananları kurtararak, yeryüzünde hükümranlık hakkını onlara vermişti (Bu mûcize hakkında bkz. Şuarâ sûresi, 26/57-68; Duhan sûresi, 44/25-31; A’râf sûresi, 7/137). Firavun’un Cesedi. Kur’ân-ı Kerîm’de, boğulacağını anlayan Firavun’un, Allâh’a îmân ettiğini söylediği haber verilmiş; ancak ona yeis anındaki tevbe ve îmânın geçerli olmadığı ve sahibine hiçbir fayda vermeyeceği hatırlatılarak, onun durumunun, bu muazzam olayı yaşayanlara ve daha sonrakilere ibret olması için cesedinin deniz tarafından sahilde yüksekçe bir yere atıldığı bildirilmiştir (Yunus sûresi, 10/90-92). Kaynaklarda, Firavun’un öldüğüne inanmakta güçlük çeken İsrailoğulları’na kesin bir delil, sonrakiler için de bir ibret tablosu olmak üzere, onun cesedinin deniz tarafından sahilde yüksekçe bir yere atıldığı ve zamanımıza kadar kaldığı bildirilmektedir. Ancak ona ait olduğu söylenen iki ceset mevcuttur. 1900’lü yıllarda bulunan bu cesetlerden birincisi Kahire Müzesi’nde, ikincisi ise Londra’da British Museum’da korunmaktadır.  Firavun ve kavmi, rivâyete göre Âşura günü boğulmuşlardır. Denizden geçiş mevkii ise kesin olarak bilinmemektedir. Kur’ân-ı Kerim’de, büyüklük taslayıp azgınlık gösterenler için bir ibret olan Firavun’un korkunç sonunun, bütün inkârcı liderlere ve onlara uyarak doğru yoldan uzaklaşan kâfirlere dünya ve âhirette verilecek müthiş azâba işaret edilmekte (Müzzemmil sûresi, 73/15-19. Nâziât sûresi, 79/15-26);Firavun’un kıyâmet gününde kavminin önüne düşeceği ve onları cehenneme götüreceği bildirilmekte (Hûd sûresi, 11/96-99); ayrıca onlar örnek verilerek, büyüklenme ve peygamberleri yalanlamanın âkıbetinin hep helâk olduğu vurgulanmaktadır (Zâriyât sûresi, 51/38-40).  Allah (cc) Mülkü Dilediğine Miras Kılar Nemrut ve Firavun gibi nice hükümdarlar, ellerindeki mülkün ebedî sahipleri olduklarını sanmışlar; hatta ilâhlık iddiasına kalkışmışlardı. Ancak bu zâlimlerin mülk ve saltanatı, hiç tahmin etmedikleri bir anda, zulüm altında ezdikleri toplulukların eline geçmiştir. Allah Teâlâ, yurtlarını ve bütün servetlerini onların elinden alarak, istediği toplumlara vermiştir. Nitekim, Firavun’un saltanatı tarihe karışırken, onun baskı ve zulmü altında yaşayan İsrailoğulları bir süre sonra güç ve kuvvetlerini artırarak Filistin ve civarına hâkim olmuşlardır İsrâ sûresi, 17/103-104; A’râf sûresi, 7/137; Şuarâ sûresi, 26/57-59). Onların kısa bir süre Mısır’a hakim oldukları da söylenir).
 İsrailoğulları’nın Hz. Musa’dan Put İstemesi
Musa (as), denizi geçtikten sonra Filistin istikâmetinde yürüyüşünü devam ettirdi. Ancak yolda kavminin garip bir teklifiyle karşılaştı. İsrailoğulları, Firavun’un zulmünden büyük bir mûcize neticesinde kurtulmalarına rağmen, putperest bir kavmin yurduna geldiklerinde oradaki putları görünce, Hz. Musa’dan kendileri için bir put yapmasını istediler. İsrailoğulları’ nın kurtuluştan sonra küfre ilk meyilleri olan ibret dolu bu cahillikleri karşısında, Musa (as) onlara şöyle dedi:  “Musa, ‘Şüphesiz ki siz, câhillik eden bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin, üzerinde bulundukları din yıkılmaya mahkumdur ve yaptıkları ameller batıldır. Ben, size Allah’tan başka bir ilâh mı isterim! Halbuki O, sizi âlemlere üstün kılmıştır.’ dedi.” (A’râf sûresi, 7/138-141).  Musa (as) ile birlikte olmalarına ve ona verilen mûcizelerle Firavun’un zulmünden kurtulmalarına rağmen, ruhlarında kök salmış Mısır putperestliğinin etkisini zihinlerinden çıkaramamış olan İsrailoğulları, arkası gelmeyecek ihânetler silsilesini, peygamberlerinden, Allah Teâlâ dışında ilâhlar istemekle başlatmışlardı. Böylesine şaşırtıcı bir teklifte bulunmakla, karanlık ve cehâleti ne kadar kısa sürede özlediklerini göstermişlerdi. Câhillikleri, hıyânetleri ve hamâkatlerinin eseri olan bu tür isteklerini, sonraları da sık sık tekrar ettiler. Bu durumlarda Hz. Musa da, Allâh’ın nimetlerini hatırlatır, onları nankörlükten vazgeçirmeye çalışırdı (İbrahim sûresi, 14/6-8).  HZ. Musa’ya Tevrat’ın Verİlişİ Musa (as), kısa bir süre sonra, Allah Teâlâ tarafından Sînâ dağına mîkata çağrıldı. Bu dâvet üzerine kardeşi Harun’u yerine vekil bırakıp ona bâzı nasihatlerde bulunduktan sonra buluşma yerine gitmek için kavminden ayrıldı. Sînâ dağının tepesindeki mağaraya ulaşarak Allâh’ın emriyle vahye hazırlık olmak üzere 30 gününü orada oruçlu ve ibâdet yaparak geçirdi. On gün daha oruç tutması emredilince orucunu kırka tamamladı. Bunun ardından Cenâb-ı Hak, Hz. Mûsa’ya doğrudan hitap ederek, ezelî kelâmıyla ona ihsanda bulundu. Bu ilâhî hitap, perde arkasından olmakla birlikte, onu son derece heyecanlandırmıştı. Bu esnada Allâh’ın mukaddes cemâlini görmek istediğini söyledi. Ancak Allah Teâlâ, kendisini görmesinin imkânsız olduğunu açıklamak için, Hz. Musa’ya dağa tecellî edeceğini ve bu sırada dağa bakmasını, şayet bu esnada dağ yerinde durabilirse o zaman onun da kendisini görebileceğini haber verdi. Dağa tecellî edince de, dağ parçalanıp yerle bir oluverdi. Musa (as), gördüğü manzaranın dehşetinden bayılarak yere düştü. Kendisine gelince Allâh’ı şanına lâyık bir şekilde tenzih ettiğini, O’nun, gözlerin idrakinden yüce olduğunu anladığını, görmeyi istemekle haddi tecavüz etmiş olmaktan dolayı tevbe edip kendisine sığındığını ve bu yüce tecellîye iman eden mü’minlerin ilki olduğunu söyledi. Allah Teâlâ, bundan sonra, kendisini vahyi ve kelâmıyla seçtiğini bildirerek İsrailoğulları’nın muhtaç bulunduğu bütün hükümleri ve öğütleri ihtiva eden mukaddes kitap Tevrat’ı levhalar halinde Hz. Musa’ya verdi. Kavmine dönerek onlara kendileri için bir hidâyet rehberi kılınan bu kutsal kitabın hükümlerine uymalarını ve isyândan kaçınmalarını emretmesini, aksi halde azapla karşılaşacaklarını bildirmesini emretti. Allâh’ın âyetlerini yalanlayanların amellerinin boşa gideceğini bildirdi (A’râf sûresi, 7/142-147).   İsrailoğulları’nın Buzağıya Tapması Kısa süre önce Musa’dan (as) kendileri için put yapmasını isteyenler, onun mîkat için Sînâ’da bulunduğu günlerde bu defa Sâmirî adındaki şahsın yapmış olduğu altın buzağıyı tanrı edindiler. Bu sapıklığa düşmemeleri için büyük çaba sarfeden Hz. Harun’un ikazlarına kulak kabarttılar. Sâmirî, kadınların altınlarını ateşte eriterek altın bir buzağı yapmış, rüzgâr ağzından girerken inek sesine benzer bir ses çıkaran buzağı heykelinin, Sînâ dağına Rabbini aramaya giden Hz. Musa’nın Rabbi olduğunu iddia ederek buzağıya tapmalarını emretmişti. Bu sırada Harun (as), Sâmirî’yi dinlememeleri için elinden geleni yaptıysa da, ancak küçük bir gruba söz geçirebilmişti. Sâmirî’ye tâbi olanlar, Hz. Harun’u neredeyse öldüreceklerdi. Allah Teâlâ, Sînâ dağında bulunduğu sırada bu olayı Hz. Musa’ya haber vermişti. Dolayısıyla o, bu sapıklıkları yüzünden duyduğu büyük bir öfke ve üzüntü ile kavmine döndü. Allâh’ın kendilerine hidâyet ve nur kaynağı olan Tevrat’ı vermeyi vâdettiğini ve yanlarından bu maksatla ayrıldığını hatırlatarak, buna rağmen küfre dönmelerine hayret ettiğini söyledi. Bu sapıklığı düşmelerinin sebebini sordu. Buzağıya tapanlar, bu sapıklığa inançlarını bozan Samirî tarafından kandırılmaları sebebiyle düştüklerini söylediler. Onları dinleyen Musa (as), büyük bir üzüntü ve kızgınlık içinde, kardeşi Hz. Harun’u saç ve sakalından yakalayarak, niye buna engel olmadığını, niye arkasından gelerek durumu kendisine bildirmediğini sordu. Onun gibi son derece üzgün olan Hz. Harun ise, kardeşinden kendisini zâlimlerle ortak kabul etmemesini istedi. Onları uyardığını, ancak kendisini dinlemediklerini belirterek, onları bölmemek ve onları birbirine kırdırmamak için böyle davranmak zorunda kaldığını açıkladı. Musa (as), ardından Sâmirî’ye dönerek bütün bunları niçin yaptığını sordu. Önce kendisine iman ettiğini, ancak daha sonra nefsinin hoş gösterdiği altın buzağıya tapmaya başladığını söyleyen Sâmirî’yi huzurundan kovdu. Bu esnada ona âhirette çekeceği büyük azap dışında, bu dünyadaki hayatı boyunca da “bana dokunmayın” demekle cezalandırıldığını haber verdi. Nitekim bundan itibaren Sâmirî, kendisine dokunulmasından son derece rahatsızlık duyuyor, bir kimseyle karşılaşınca, dokunmasından korkarak “Bana dokunma!” diyerek feryat ediyordu. Hz. Harun’un açıklamalarından işin iç yüzünü öğrenen Musa (as), onun özrünü kabul etti. Gönlünü almak niyetiyle, ellerini açarak onun ve kendisinin affı için Allâh’a yalvardı. Diğer taraftan, altın buzağıyı ateşte eriterek parçalarını denize savurdu (İsrailoğulları’nın buzağıyla imtihanı hakkında bkz. Tâhâ sûresi, 20/85-98; A’râf sûresi, 7/148-154).  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak