Ara

Mü’min Düştüğü Yerden Sabırla Kalkar Sebatla Yürür

Mü’min Düştüğü Yerden Sabırla Kalkar Sebatla Yürür

Dünyâ hayâtı insan için dikensiz gül bahçesi değildir. Çünkü imtihan alanıdır ya da parkurudur. Bu parkuru istese de istemese de tamamlamaktadır. Bazan düşe kalka bazan sürünerek bazan yürüyerek bazan koşarak hedefine varmak için mücâdele etmektedir. Her ne şekilde hedefe giderse gitsin önüne çıkan engelleri aşmak zorundadır. Hayat devâm ettikçe pes etmek, mücâdeleden vazgeçmek yoktur. İşte mücâdele ederek önüne çıkan engelleri aşmanın adı sabırdır. Engelleri aşmadaki istikrârına da sebat denir. İnsanın engellerle dolu dünyâ parkurundaki mücâdelesinde sabır ve sebat çok önemli ve birbirini tamamlayan iki güzel karakterdir.

Bu iki güzel karaktere sâhip olmayanlar da dünyâ hayâtını tamamlarlar. Ancak istenen hedefe varamazlar. Parkurun değişik labirentlerinde kaybolurlar. Bundan dolayı Allah (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de, bu parkuru hatâ yapmadan, sağa sola farklı labirentlere sapmadan, bütün zorluklara göğüs gererek aşan ve düştüğü yerden kalkan ve aslâ pes etmeyen Peygamberlerini ve onlara gerçek anlamda tâbi olan mü’minleri örnek olarak zikretmiştir. “Nice Peygamberler vardı ki, berâberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sâdece şöyle demekten ibâretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sâbit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!”1 

Allah (cc) Sevgili Peygamberimiz (sav)’e risâlet görevini verdikten sonra, O’na indirdiği dördüncü sûrede sâhip olması gereken özelliklerden birisinin de sabır olduğunu haber vermektedir. “Ey bürünüp sarınan (Resûlüm)! Kalk ve (insanları) uyar. Sâdece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terket. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbinin rızāsına ermek için sabret.”2 

Sevgili Peygamberimiz de mü’minin bu özelliğini anlatırken şu güzel benzetmeyi yapmaktadır: “Mü’min, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sâkinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min de böyledir; o da belâ ve musîbetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.”3 Yāni mü’min başına gelen olaylardan dolayı sendelese de yeniden kalkar ve yoluna devâm eder. Ama kâfir devrildi mi bir daha doğrulamaz. 

Îmânın kor parçası hâline geldiği ve mü’mince duruş ve yaşamanın gittikçe zorlaştığı bir dönemde hangi konularda sabır ve sebat göstermemiz gerekir? Âyet-i Kerîme ve Hadîs-i Şerîfler ışığında bu konuyu ele alalım. 

Îman: İşkence, Baskı ve Şehâdet

Hz. Âdem’in (as) oğlu Kâbil ve Hâbil’le hak ve bâtıl mücâdelesi başladı ve kıyâmete kadar devâm edecektir. İnsanlık târihinin akış sürecinde başta Peygamberler ve mü’minler baskı, işkence, ambargo, sürgün, tehdit ve öldürülmekle muhâtap olmuşlardır. Ancak hiçbir Peygamber ve hiçbir mü’min sonu şehâdet olsa bile îmânından vazgeçmemiş, direnerek sabır göstermiştir. Bütün engellemelere rağmen strateji geliştirerek yeniden başlamış ve sebâtını ortaya koymuştur. Mekkeli müşriklerin amcası Ebû Tâlib aracılığıyla yaptıkları tehdîde Efendimizin verdiği cevap, kararlılığın en güzel örneklerindendir: “Ey amca! Allâh’a yemîn olsun ki bu dâvâmı terk etmem karşılığında sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar, Allah dînini güçlendirinceye veya bu yolda canımı verinceye kadar aslâ bundan vazgeçmeyeceğim.” Onun bu kararlılığını gören Ebû Tâlib, bildiği yolda devâm etmesini ve kendisinin de ona destek olacağını söyleyerek yeğenini tesellî etmiştir. 

Müşriklerin işkencelerine mâruz kalan ashâbından Habbâb b. Eret ve arkadaşları onun yanına gelerek, “Ey Allah"ın Resûlü! Bizim için Allah’tan yardım dileyemez misin? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allâh’a duā edemez misin?” demişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah onlara, dâvâlarından vazgeçmemeleri ve sebat göstermeleri için şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler vardı ki müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mü’mini dîninden çeviremezdi. Allâh’a yemîn ederim ki, bu din kesinlikle tamamlanacaktır. Öyle ki biniti üzerinde bir kimse (tek başına) San’â’dan Hadramevt’e kadar gidecek de Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır... Fakat sizler acele ediyorsunuz!”4 

Peygamberlerin kendilerine inananlarla birlikte Allah yolunda mücâdele ederken takındıkları tavır Kur’ân’da şöyle anlatılmıştır: “Nice Peygamber, arkasında Allâh’a râm olmuş birçok insanla birlikte (O"nun yolunda) savaşmak zorunda kaldı. Onlar, Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı ne korkuya kapıldılar, ne zayıf düştüler ve ne de kendilerini (düşman önünde) küçük düşürdüler. Allah sabredenleri sever.”5 

İbâdette İstikrar ve Devamlılıkta Sabır

Mü’min insan, îman konusundaki azim ve sebâtını ibâdetlerinde de devâm ettirmekle yükümlüdür. Allah (cc) sevgili Peygamberimize şöyle buyurmaktadır: “(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. O'nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? (Aslâ benzeri yoktur).”6 Allâh’ın bu emri, Hz. Peygamber’in şahsında ilkeli ve sebat içerisinde davranmayı her mü’min için bir hayat tarzı olarak sunmaktadır. Çünkü Allâh’a kulluk, îman ve amelden oluşan bir bütündür. “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devâm et.”7 ve “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.”8 emirleri de yine onun şahsında bütün Müslümanlara ibâdetlerde devâmlılığın esas olduğunu haber vermektedir. Ayrıca sevgili Peygamberimiz de ibâdette sabır ve sebâtın önemine dikkat çekme noktasında “Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” sorusunu, “Az da olsa devamlı olanıdır.”9 şeklinde cevaplamış, kendisi ibâdetlerinde devamlılığa özen göstererek inananlara örnek olmuş ve bu yönde tavsiyelerde bulunmuştur. 

İbâdet konusunda dünyâ parkurunu tamamlarken bir mü’min, şeytandan, nefsinden, özellikle kötü arkadaşından ve dünyâ telâşından dolayı boşluğa ve zaafa düşmüşse (farz ibâdetlerini kazāya bırakmak, nâfileleri ihmâl etmek gibi), düştüğü yerden kalkmalı ve sebatla beyaz bir sayfa açmalıdır. 

Ahlâk, Erdem ve Fazîlette Sabır ve Sebat

Azimle davranmak ve sebat göstermek, yüksek bir karakter gerektirir. Mü’min ise bu karaktere sâhip olmalıdır. Dünyâ hayâtı inişler-çıkışlar, zenginlik-fakirlik, hastalık-sağlık, sevinç-hüzün, sinirli-sakin hallerden oluşur. Buna genel olarak ehl-i tasavvuf kabz ve bast hâli demektedir. Yāni insan, çok rahat anlar yaşadığı gibi çok zor anlar da yaşayabilir. Aslolan tüm zamanlarda güzel ahlâk, erdem ve fazîlet üzere yaşamaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Allah, çeşitli vesîlelerle kullarını deneyeceğini belirttikten sonra sabırlı ve metânetli olanları müjdelemiştir. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”10 Ancak başka bir âyet-i kerîmede bu konuda ölçüsüz, istikrarsız davrananları da eleştirmektedir. “İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize duā eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize duā etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.”11

Müslüman kişi her iki durumda da ölçülü ve dengeli davranmalı, sıkıntılar karşısında eğilip bükülse de doğrulmayı ve olgunlaşmayı bilmeli, azim ve sebâtını, erdem ve fazîletini kaybetmemelidir. Hz. Peygamber (sav) de mü’minden beklenen bu karakteri şöyle örneklendirmiştir: “Mü’min tâze bir ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bazan yere yatırır, bazan da doğrultur (ama o kırılmaz)...” “Münâfık iki sürü arasında dolaşan şaşkın bir koyun gibidir. Bir o sürüye karışır bir bu sürüye karışır, hangi sürünün peşinden gideceğini bilmez.”12 

Sosyal Hayat: Muamelede İstikrar

Azim ve sebat, îman ve ibâdetlerde olduğu kadar insanlarla ilişkilerde de Müslümanın en temel tutumlarından biri olmalıdır. Çünkü mü’min, îmânı ve ameliyle uyumlu bir hayat yaşadığı takdirde Allâh’ın rızāsına nâil olacaktır. Gerektiğinde îmânı için canını ortaya koyabilen, ibâdetlerini bir ölçü içerisinde şuurla yerine getiren Müslümanın insanlarla ilişkilerinde de aynı derecede ölçülü ve tutarlı olması beklenir. Menfaat elde etmek amacıyla insanlarla ilişkilerinde çelişkili ve tutarsız davranışlar sergilemesi olgun bir Müslümana yakışmaz. Böyle bir tavır ancak münâfık tavrıdır. Bu sebepledir ki Cenâb-ı Allah Hz. Peygamber’in şahsında bütün Müslümanlardan dosdoğru olmalarını istemiştir.13 

Cihad ve Emri Bi’l-Mârufta Sabır ve Sebat

Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey îmân edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihâd için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.”14 buyurarak mü’minin Allah yolunda cihad farîzasını yerine getirirken sâhip olması gereken karakterini ortaya koymaktadır.

Lokman (as) da oğluna mü’minler arasında yapılan emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker çalışmalarında başlarına gelecek sıkıntılara karşı sabırlı ve sebatlı olmasını öğütlemektedir: “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.”15 

Günahlara Karşı Sabır

Bir mü’min nefsinin bütün ısrârına rağmen günâha karşı sabretmede ve ondan uzak durmada sebât edebilmelidir. Özellikle günâhın hayâtımızı sarmaladığı, sıradanlaştığı, kanıksandığı ve ayıplanmadığı bir dönemde bu duruş en yüksek karakterdir. Bu dünyâ hayâtında nefsini sabır freniyle durduran ve onu Allâh’ın emrine rızā gazıyla azmettiren bir mü’mini kabir ve âhiret hayâtında sâbit tutacağını Allah şöyle müjdelemektedir: “Allah Teālâ sağlam sözle îmân edenleri hem dünyâ hayâtında hem de âhirette sapasağlam tutar. Zālimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.”16

Enes’in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) sık sık şöyle derdi: “Ey kalpleri (hâlden hâle) değiştiren (Allâh’ım)! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl.”17 

Dipnotlar:

1 Âl-i İmran 3/146-147.

2 Müddessir 73/1-7.

3 Buhārî, Tevhîd, 31

4 Buhārî, İkrâh, 1.

5 Âl-i İmran 3/146

6 Meryem 19/65.

7 Tāhâ 20/132.

8 Hicr 15/99.

9 Müslim, Müsâfirîn, 216.

10 Bakara 2/155

11 Yûnus 10/12.

12 Müslim, Sıfâtü"l-münâfikîn, 59

13 Hadislerle İslam 3/201.

14 Âl-i İmran 3/200.

15 Lokmân 31/17.

16 İbrâhîm 14/27.

17 Tirmizî, Kader, 7.

Eylül 2025, sayfa no: 14-15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak