Ara

Muhammedî Olmak

Muhammedî Olmak

Fahr-i kâinat Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duā yoktur: Allâh'ım, ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!” 

Âlemlerin Rabbi’nin biz kullarına en yüce ihsânı; ümmet-i Muhammed’e dâhil edip, Muhammedî olma şerefine erdirmesidir. O’nun aleyhis-salât ü ves-selâm ümmetinden olmanın, gelmiş geçmiş insanlığın mazhar olduğu hiçbir nîmetle mukāyesesi kābil değildir.

Süleyman Çelebi Mevlîd'inde; “O doğduğu zaman 'ümmetim' dedi.” buyurmaktadır. 

Aleyh-is-salât-ü-vesselâm, doğar doğmaz secde etmiş ve mübârek dudaklarından “Ümmetim Ümmetim!” kelimeleri dökülmüştür. Bize yakınlık ve samîmiyet istedi. Nasıl bir anne kendi yavrusunu “Evlâdım! Evlâdım!” diye çağırıyorsa, O da bizi çağırdı ve çağırmaya devâm ediyor. Miraç gecesi kulların sultānı, ilâhî Huzûra varıp, bir insanın yaşayabileceği en büyük saâdet olan o hâli yaşamış, Cenâb-ı Allâh'ı müşâhede etmiştir. Allah Teâlâ O’na tüm cennetleri vaad ettiğinde O (sav) sâdece ümmetinin kurtuluşunu diledi; “Tek dileğim ümmetime yakınlıktır!” 

Fahr-i kâinat Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm bütün insanları kurtarmak için büyük gönül sevdâsına düştü. Fazladan bir tek mü'minin bile Allâh'ın huzuruna gitmesi için dayanılmaz bir çaba gösterdi. Bütün hayâtınca “Ümmetim, Ümmetim” demesi bu anlama geliyor. Evrende nerede bir rahatsızlık varsa, nerede varlıkların bir sıkıntısı varsa Efendimiz bunları yüklenmiş. Âyet-i kerîmede, Allah Teâlâ diyor ki: “Tahammülsüz bir yük yüklendin sen.” Nedir o yük? Bütün insanları kurtarma yükü.  

Muhammed Mustafâ Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm bütün insanoğluna “ümmet” olarak hitab eder. Rabb'in çağrısı, cevap veren mü'minlerin hayâtını zenginleştirir, güzelleştirir ve canlandırır; varlığı nurlanır, insan hakîkî kimliğine kavuşur ve nihâyet ubûdiyet makāmına erişir. Peygamber Efendimiz’in ümmetine çağrısına cevap veren kalpler tevhîd nûruyla birleşir. Mü'minler Efendimizin "ümmetim, ümmetim!" yakarışlarına karşılık vermenin hazzını hissederler. Daha önceki hiçbir peygamber kendi ümmeti için bu derece ilgi ve muhabbet göstermemiştir.

İki cihan güneşi Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm ümmetine olan sevgisini şöyle dile getirir: “Ümmetim cennete girmeden, ben de giremem!”  

Aleyhis-salât ü ves-selâm, ölümün şiddeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Ruh kabz olunduğu vakit bunun şiddeti üç yüz kılıç darbesi gibidir.” Bundan dolayı Cenâb-ı Hakk'a şöyle bir niyazda bulunmuştu: “Yâ Rabbi, bu ölümün şiddetini ümmetime verme, bana tattır.” Buna binâen Cenâb-ı Peygamber’in ölümü bu şekilde şiddetli olmuştur.

O aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ın ümmetine olan en yüce muhabbetinin isbâtı Mi'râc gecesinde gizlidir. Habîbullâh Muhammed Mustafâ aleyh-is-salât-ü-vesselâm Yüce Mevlâ ile vuslata erdikten sonra, dünyâya geri döndü. Allâh'ın Zât cennetini bırakıp, zayıf günahkâr kullara, mahviyetli bir kul olarak hizmete döndü ve ömrünü ümmetine vakfetti. O’nun aşkının en büyük tezāhürü Mi’raç’ta en yüce cennet makāmını bırakıp günahlarla dolu bu dünyâya mütevâzı bir kul olarak geri dönmesidir. 

Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm'ın "ümmetim, ümmetim!" çağrısı aşktır. Dolayısıyla, O'nun çağrısına sâdece aşkla ve gönülden cevap verilir. Ancak tevhîd ile Ümmet-i Muhammed potasında birleşen kalpler Peygamber Efendimiz’in çağrısına icâbet edebilir.

Yaratılmış ilk insan olan Âdem (as), Hazreti Muhammed aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ın gözü yaşlı bir hayrânıydı. Efendimizin aleyh-is-salât-ü-vesselâm mübârek cemâliyle dünyâyı binlerce sene sonra şereflendirecek olmasına rağmen Hazreti Âdem’in peygambere büyük bir özlem ve aşk duyması akıl almaz bir sırdır. Peygamber İbrâhim (as) "mâdem ki Fahr-i kâinat gelecektir ne olur benim neslimden gelsin" diye Allâh'a her an niyâz ediyordu. Pek çok Allah dostları ve evliyâlar Peygamber Efendimizin yeryüzünü teşrîf edeceğini öğrendiği zaman, “Yâ Rabbi bizi dünyâya O’nun ümmeti olarak gönder ve O’nun yolundan ayırma” diye duā ettiler. Hazret-i Mûsâ (as) Rabbine yalvarıp: “Allâh'ım, beni Muhammed’in ümmetinden et!” diye duā etmiştir. Bu husûsu Hz. Şems-i Tebrizî şöyle izah ediyor: “Bütün Peygamberler derviş olma aşkıyla yanarlardı! Hattâ Hz. Mûsâ yalvardı; “Allâhım, beni Muhammed'in ümmetinden et!” Allâh'ı görebilme sırrı ki, bu nitelik Hz. Muhammed'in ümmetine verilmiştir. Aslında Allâh'ı görme isteği ve Hz. Muhammed'in ümmetini görme isteği aynıdır!”

Îman sırrında tevhîd vardır. Muhammed ümmeti tevhîde inananlardır. Hissedilen şey, ancak birbirimiz sâyesinde hissedilir. Tevhîd nûru sâyesinde kardeşlik yaşanır ve hakîkî mü'min olarak vahdet denizinde kaybolur, ümmet-i Muhammed oluruz.

Ümmet-i Muhammed kavramı, rûhumuzun en büyük özlemine işâret ediyor. Ümmet-i Muhammed bizim kim ve hangi bütünün parçası olduğumuzu gösteriyor. Bizim inanan kimliğimize, Allah Teâlâ’nın Habîbi Muhammed Mustafa Efendimizin aşkının peşinden gidişimize hitâb ediyor. Ümmet aslında odur. O, bu ümmete hayat vermiştir, O’nun yaşam amacı bu ümmettir.

Kur'ân-ı-Kerîm’de "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi.” (Bakara, 213.) buyurulmaktadır. Peygamber Efendimiz ise şöyle buyurmuştur: “Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat etmekte mü'minlerin durumu bir cesede (bedene) benzer. O bedende bir organ hastalanırsa diğer organlar da uykusuzluk ve humma (ateşlenme) gibi sebeplerle ondan etkilenir.” Hz. Mevlânâ: “Siz tüm insanlık için oluşturulmuş bir ümmetsiniz.”

Fahr-i kâinat Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm bütün âlemlere rahmettir. O, bütün lûtf u ihsânın menbâıdır. Bütün mahlûkât O’nun rahmet denizinin muhâtabıdır. Allah Teâlâ Kur’ân’da, “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”buyurmaktadır. 

Rahmet'en-lil-Âlemîn olması hasebiyle Peygamberimiz Muhammed Mustafâ aleyh-is-salât-ü-vesselâm tek bir kavme değil bütün insanlığa gönderilmiştir. Sünnet, evrensel sevgiyi yaşamak demektir, çünkü tüm evrene rahmet olarak gönderilen O Zât’tan evrenselliği mîrâs olarak alırız. Rabbimiz, sâdece Rabbü’l-müslimîn (müslümanların Rabbi) değil, Rabbü’l-âlemîndir (âlemlerin Rabbi). Peygamber Efendimiz de sâdece Rahmeten li’l-müslimîn (müslümanlara rahmet) değil Rahmeten li’l-âlemîndir (âlemlere rahmet). 

Peygamber Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm tek bir kavme değil bütün insanlığa gönderilmiştir. Doğu ve Batı arasında bir köprü kuruldu. Bu köprü bütün dünyânın birleşmesini temsîl ediyor. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arâbî (ks) Hazretleri şöyle buyuruyor: “Muhammed'e vahyedilen sözler Doğu'dan Batı'ya kadar her yerde düzeni sağladı. Hattâ, tek bir kavme değil, âlemlere rahmet olarak gönderildi. O yüzden rûhumuz, insan tabiatımızın sâdece bir kısmını değil, bütün aksâmını düzenlemek ve düzeltmek işlevini görmelidir.” Şeyh İbn-i Arâbî’nin bu hârika yorumuyla, inananlar olarak rûhumuzun bütün karmaşıklığını keşfetme ve insan mükemmeliyetine varma sorumluluğunu taşımamız söyleniyor. 

Peygamber Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm Rahmet'en-lil-Âlemîn olmasına rağmen buyurmuştur ki: “Şâyet Allah bana merhametiyle muâmele etmezse ben bile O’nun cezâlandırmasından kurtulamam.”

İslâm âleminin başı dertte; Rabbinden ümmetine yakınlık dileyen, ümmeti için hidâyet, rahmet ve mağfiret dileyen, âlemlere rahmet olarak gönderilen O zât aleyh-is-salât-ü-vesselâm'ı örnek almıyoruz. Müslümanlar, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ aleyhis-salât ü ves-selâm’ın ahlâkını kendilerine rehber olarak görmüyor artık, O’nun ayak izlerinde yürümeye gayret etmiyorlar. Tam tersine; yozlaşmanın, suistimâlin, sahtekârlığın, adâletsizliğin, sömürünün, saldırganlığın, zulüm, terör ve fesâdın olduğu bir zamâna şâhit oluyoruz. Kelime-i şehâdet getirip, Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ın peşine düşmemek şiddetli bir gaflettir. 

Ümmet-i Muhammed samîmiyet istiyor, kalplerin birliğini istiyor, Allah rızâsı için sevgi istiyor, tâbiiyet istiyor, mütevâzı ahlâk istiyor, fedâkârlık istiyor, hak yolunda mücâdele istiyor. “Ümmetim de Ümmetim!” diye çağıran Habîb-i Edîb-i Kibriyâ Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ın dâvetine mukābele edelim. Çağrısına cevap veren kalpler tevhîd nûruyla birleşir ve iki cihan güneşi Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm'ın; “Ümmetim, Ümmetim!” yakarışlarına karşılık vermenin hazzını hissederler.

Tevhîd-i İlâhî'ye îmân edip Muhammed ümmetinden bir ferd olduğumuzun şuuruna ulaşmalıyız. Bütünün bir parçası olduğumuz, nefes-i Rahmân'ın bir parçası olduğumuz şuuruna erişeceğiz. Ümmet-i Muhammed'den bir mü'min olarak eriştiğimiz şeref ve huzûrun farkına varmaya çalışmalıyız. Bütün Peygamberler Ümmeti Muhammed’in bir ferdi olmayı arzu ederdi. Bizim de bu iştiyâka ortak olmamız gerekmekte ve kendimizi ümmete hizmet etmeye adamalıyız. Biz Peygamber Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm’ı kendi hayâtımıza ne kadar rehber edebilirsek, O’na olan muhabbetimiz de o kadar artar. 

Günümüzde Efendimiz’in asil karakterine, ahlâk-ı Muhammedî’ye sarılmalıyız, çünkü O, Âlemlere Rahmettir. Allah, “O, Rahmetine istediğini erdirir.” (Şûrâ, 42/8) buyuruyor. Nûrun kaynağı olan Efendimiz’in hakîkatine, hakîkat-ı Muhammedî’ye sarılmalıyız. 

Eğer iki milyarlık Müslüman toplumunun her biri kuş gibi ağzına birkaç damla su alıp Nemrut’un zulüm ateşini söndürmek için uçarsa, bütün dünyâdaki ormanlar yansa bile hepsini söndürürler. Zulüm ateşi dünyâ kadar geniş olsa da bütün dünyâ gül bahçesine dönüşür, yâni dünyâ cennete benzer. İnsanoğlu ne zaman bir ve ümmet olursa, Nemrut’un zulmünden kurtulup, gül bahçesine girecektir. Eğer bir buçuk milyarlık Müslüman topluluğun her bir ferdi bir bardak su taşısa ve aynı yere dökse kocaman bir deniz olur ve bütün zālimler bu denizin içinde firavunun ordusu gibi boğulur. Ümmet-i Muhammed olmak budur.

Şubat 2024, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak