Sûfîler genel olarak, hayâtın anlam arayışında Allah Teālâ’yı zorunlu varlık olarak görmüşler ve varlığı, Hakk’ın isim ve sıfatlarının bir tecellîsi olarak kabûl etmişlerdir.1 Onlar, zerreden/mikrodan kürreye/makroya varlık sahnesinde olan her şeyin Hakk ile ilişkisini idrâk için keşfî bilginin zorunlu olduğunu ve bu bilgiye ulaşmak için seyr ü sülûk denilen mānevî yolculuğun tecrübe edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Mutasavvıfların anlam arayışlarındaki bu yöntem ve varlığa bakışlarındaki kendilerine has bu bakış açıları onları diğer disiplinlerden farklı kılan yönleridir. Tasavvuf ehlinin bu noktada dikkat çektikleri en önemli husūslar, aşkın olduğu için Hakk’ın Zât’ı ītibâriyle bilinemeyeceği, O’nun kâinatla münâsebetinin isim ve sıfatlarıyla olduğu ve ālemin Hakk’ın tecellîsi olduğu sırrının ancak zāhir ve bâtın hakīkatlerin tecrübesi ile elde edilebileceği başlıklarıdır.2 Sûfî geleneğin son dönemdeki seçkin isimlerinden olan Es’ad Efendi (ks) de bir mektûbunda bu konulara dikkat çekmiştir. Es’ad Efendi (ks), bāzı âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle değerlendirdiği konuyu, ilâhî isimler, ālem, zāhir ve bâtın hakīkatler, mürşid-i kâmil, zikir, seyr ü sülûk ve bāzı ahlâkī ilkeler çerçevesinde ele almıştır.
Es’ad-ı Erbilî’ye Göre İlâhî İsimler ve Kâinâtın Hakk’ın Tecellîsi Olması
Es’ad Efendi (ks) ilk olarak, bāzı âyetlerde “Sebbeha/Tesbîh etti”, bāzı âyetlerde “Yüsebbihu/Tesbîh ediyor-eder” şeklinde yer verilen Hakk’ı zikretme fiilinden hareketle, ālemin geçmiş, şimdiki, gelecek ve geniş zamanda O’nu andığı hakīkatini dile getirmiştir. Ona göre akıl sāhibi olsun ya da olmasın varlık sahnesinde olan her şey, Hakk’ı dâimâ tenzîh ve takdîs etmekle meşgūldür. Erbilî (ks), akıl sāhibi varlıkların dil/söz ile, akıl sāhibi olmayanların ise rivâyete göre sâdece lisân-ı halleriyle Hakk Teālâ’nın “Vahdâniyyet” ve “Samedâniyyet”ini, her türlü eksiklikten uzak oluşunu ikrar ve ītirâf ettiklerini söylemiştir. Ona göre, yoktan vücûda gelen bir ālemin ezelî bir sanatkâra yüce bir yaratıcıya, “Vahdâniyyet” ve “Samedâniyyet” gibi kemâl sıfatları kendisinde toplamış her yönüyle ibâdet ve tāzīme lâyık bir Zât’a olan ihtiyâcı, kat’î/kesin delillerle sâbit ve çok açık olan bir hakīkattir. Es’ad-ı Erbilî (ks), bu bağlamda kâinattaki kusursuz düzen ve işleyişin Hakk’ın varlığına kesin delil ve “Yerde ve gökte Allah’tan başka ilâh bulunmuş olsaydı düzen bozulurdu”3 âyet-i celîlesinin bu konuda temel dayanak mesâbesinde olduğunu belirtmiştir. Es’ad Efendi (ks), Hakk ile kâinat arasındaki münâsebetin Hakk’ın isimleri ve sıfatları ile söz konusu olduğunu, bunu: “Hakk Teālâ Hazretleri Evveldir/ezelîdir. Âhirdir/ebedîdir. Sona ermekten münezzehtir. Zāhirdir; bu görünen ālemin tamâmı O’nun kudretinin eseridir. Bâtındır; ulûhiyyet sırları kâinâtın her zerresinde gizlenmiştir. Ve her şeye vâkıftır”4âyetinin çok net bir şekilde ortaya koyduğunu söylemiştir. Ona göre geçmiş ve şu an bütün mevcûdât/varlık ālemi, Hakk’ın vücûd nurlarından yansımış birtakım zerreler ve zuhûr mahalleridir. Es’ad Efendi (ks), bu yönüyle hakīkatte Zât-ı Ecellü Akdes’ten başka müstakil bir vücûdun olmadığını belirterek “Lâ mevcûde illâ hû/O’ndan başka varlık yoktur” cümlesi ile bu kabûlünü perçinlemiştir. O, Hakk’ın zâtına mahsus olan azamet ve ulûhiyyet sıfatlarından hiçbir mevcûda/varlığa vermediğinden bahsedip, kulun kendisine verilen vücûd nīmetiyle şükür ve kanâat ederek kulluk vazīfesini ihlâl ettirecek ve şeytānın ilkālarına/vesveselerine uyarak mezâlik-i akdâm/ayak kaymalarına sebep olacak hulûl ve ittihâd gibi birtakım bâtıl/sapık düşüncelere kapılmaması gerektiği husūsunu özellikle vurgulamıştır. Çünkü Hakk’ın varlığı dışında gerçek anlamda varlığın olmadığı düşüncesinde en büyük yanılgı, Hakk’ın eşyâya hulûl ettiği veya eşyâ ile Hakk’ın birleştiği şeklindeki yanılgıdır. Erbilî (ks), bu yanlışa düşmenin gerekçesini dile getirerek bu noktada hatāya düşebilecek kimseleri uyarmıştır.
Es’ad Efendi’ye Göre Zāhir ve Bâtın Hakīkatleri Görebilmek ve Hayâtın Anlamını Bu Dengede Tecrübe Edebilmek
Es’ad-ı Erbilî (ks), “O Allah yere giren bütün tâne ve zerreleri, yerden çıkan her türlü bitkiyi bilendir. Aynı şekilde inen yağmur damlalarını, gökyüzüne çıkan buharı ve dumanı da bilendir”5 âyeti başta olmak üzere dînî kaynakların zāhir anlamları yanında bâtınî anlamları ītibâriyle de ele alınması gerektiğini söylemiş ve sûfîlerin bu âyetin içsel anlamını şu şekilde dile getirdiklerini nakletmiştir: “Yere giren” ifâdesi sâlikin kalbine ulaşan Rabbânî mārifete; “Gökten inen” ifâdesi esmâ ve ilâhî sıfatlardan gönle doğan ledünnî ilme ve “Göğe yükselen” ifâdesi Kelime-i Tayyibe’ye/Kelime-i Tevhîd’e işâret etmektedir.
Es’ad Efendi, bir sâlikin sâdece zikir tālimi için değil, aynı zamanda mārifet bilgisini tecrübe etmek gāyesiyle mürşid-i kâmile bende olmasının esas gāye olması gerektiğini söylemiş ve Abdülkādir-i Geylânî’nin şu sözünü naklederek bu düşüncesini temellendirmiştir: “Ben sizin yalnız zāhirinizi süslemeye memur değilim. Belki kalp arâzilerinize mārifetullah fidanlarını dikmeye ve onları sulayıp terbiye etmeye memurum. Böylece büyüsün, dal budak versin. Yaprak ve meyvelerinden istifâde edilsin.”
Erbilî’ye (ks) göre bir insan, nefs ve şeytan gibi iki büyük düşmana karşı koyamayacağından bunlara gālip gelmek için ve büyük Rahmânî lütuf olan insanlık ve İslâm’ın gāyesine yāni ebedî mutluluk ve kurtuluşa ulaşabilmek için tarîkata girmek ve Hz. Peygamber’e (sav) kadar uzanan bir altın silsileye dâhil olmak durumundadır. Tarîkat yolcusu ancak mānevî kuvvet ve Mevlâ’dan gelen yardım sâyesinde mutluluğun düşmanı, mānevî ilerleyişin engeli olan nefs ve şeytāna gālip gelebilir. Hakk Teālâ Hazretlerine tam bir itāatle kendini mukarreb/O’na yakın olanlardan kılabilir.
Es’ad Efendi (ks) sâlikin, “Her nerede olursanız olun Allah sizinle berâberdir”6 âyetini iyi tefekkür etmesini, burada dile getirilen birlikteliğin zâta ve zamâna bağlı bir birliktelik olmadığını idrâk etmesini zarûrî görmüştür. Hele hele bu âyetten hulûl ve ittihad yolu ile bir birlikteliğin anlaşılmasının kişiyi îmânından edecek bir husūs olduğunu ısrarla dile getirmiştir. Es’ad Efendi (ks), Hakk’ın ālemle bütün zuhûr mahallerinden şimşek ışığı gibi sâdece zuhûr ve huzūr yoluyla irtibâtı olduğunu, Hakk’ın bütün fiil ve hallere vâkıf olup onları bildiğini ve görmekte olduğunu fark etmenin gerektiğini söylemiştir. O, “Gökler ve yerde var olan her şey O’nun mülküdür. Ve herkese sālih veya bozuk amelleri ölçüsünde karşılık vermesi O’nun hakkıdır. Bu âyet-i celîleyi bildikten sonra, halktan birinin huzūrunda çirkin bir fiili yapmaya cesâret edemeyenlerin Yüce Allah’ın huzūrunda ne cesâretle o çirkin davranışı yapıyor olduğu gerçekten hayret verici bir husustur. Acabâ bu gibilere akıllı denilir mi?” uyarısı ile ilâhî isimler ve Hakk’ın kâinatla münâsebeti bağlamında hayâtın anlamlandırılmasının yolunu resmetmiştir. Buna göre Hakk, “Vahdet”, “Kudret”, “Kibriyâ” ve “Azamet” gibi bāzı ilâhî sıfatlarını açıklamış, ardından kullarını Zât’ına ve Rasûl’üne (sav) îmâna yāni bağlanma ve itāate, malını harcamak sûretiyle muhtâc olanlara yardım etmeye memur etmiştir. Ona göre amel ve ibâdetten uzak olan bir îman yāni sâdece sözde kalan bir îman kurtuluş sebebi olamaz.7
Netîce-i Kelâm ya da Sonuç Yerine
Es’ad-ı Erbilî’nin (ks) bu ifâdeleri, onun varlık konusunda İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd düşüncesini benimseyen bir sûfî olduğunu göstermektedir. Hakk-ālem münâsebetinin ilâhî isim ve sıfatlar vâsıtasıyla olduğunu kabûl eden bu düşünce sistemine göre gerçek varlık Hakk’ın Zât’ıdır, eşyâ ise Hakk’ın tecellîlerinin yansımasından ibârettir.8 Es’ad Efendi (ks) bu mektûbunda, varlık tasavvurunun hayatta anlam arayışının temelini oluşturması gerektiğini vurgulamıştır. O, varlık tasavvurunda temel referanslar olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin zāhir ve bâtın yorumlarının çok önemli olduğunu da belirtmiştir. Erbilî (ks), “Kişi nerede olursa olsun Hakk’ın kendisiyle birlikte olduğunu bilmeli, ancak bu birliktelik bilgisi Hakk’ın Zât’ı, zaman, ittihad ve hulûl gibi yanlış birliktelik düşüncelerinden uzak olmalı” diyerek varlık tasavvurunun hayâta aktarılması noktasındaki kırmızı çizgisini de gözler önüne sermiştir.
Es’ad Efendi (ks) bu mektubunda, gerçek kurtuluşun sözde kalan bir îmânla değil bütün emirlere cân u gönülden bağlanmış ve hayâta bu bilinçle yön veren bir îmanla mümkün olacağı husūsunu vurgulamıştır. Es’ad Efendi (ks) kulluk bilincine bürünmenin yolunun, Hakk’ın eşyâdaki tasarrufunu fark etmekten geçtiğini söylemiş ve bu bağlamda Hakk-ālem ve insan münâsebetinin Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye çerçevesinde ele alınmasının önemine işâret etmiştir. Bir başka deyişle, anlam arayışının sır kapısının Hakk’ın son ilâhî kelâmı Kur’ân-ı Kerîm ve son Peygamberi Hz. Muhammed (sav) olduğunu izah etmeye çalışmıştır.
Dipnotlar:
1 Ekrem Demirli, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2012, s.237; Fatma Aygün, “İslâm Düşüncesinde Tanrı-Ālem (Birlik-Çokluk) İlişkisine Yönelik Temel Teoriler: Hudûs, Sudûr, Zuhûr”, Kader, c.XVI, Sayı: I, (2018), s.175-179.
2 Ekrem Demirli, İbnü’l-Arabî Metafiziği, Sufi Kitap, İstanbul 2017, s.39-297.
3 Enbiyâ 21/22.
4 Hadîd 57/3.
5 Hadîd 57/4.
6 Hadîd 57/4.
7 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1351, c.I, s.281.
8 Ekrem Demirli, İslam Düşüncesi Üzerine Söyleşiler ve Konuşmalar, Sufi Kitap, İstanbul 2016, s.127-158.
Şubat 2022, sayfa no: 54-55-56-57
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak