Ara

Mîmâr ve Mîmârî

*Yrd. Doç. Dr. Hamdi Ergül   İstanbul, Dubai, Paris, New York, vs. bütün şehirler, şehirlerdeki konutlar, konutların içindeki mekân ve mekânın tefrîşi giderek birbirine benzemeye başladı. Aslında tam tersi olmalıydı. Her türlü baskıdan kurtulan Mîmar ve sanatçılar daha özgün eserler tasarlamalıydı. Böyle olmadı çünkü yeni baskının adı “Modernite” dir. Modernite baskısı kibirli mîmarların bireysel dâvâlarına hâkim oldu. Bir sahada ilk olmak, yeni tasarım için dikkat çekici ve farklı olanı tasarlayarak alkış toplamak ve zengin olmak. Sorunları tesbit etmek çözümü kolaylaştırır. Sâdece ülkelerin değil şehirlerin hatta mahallelerin ve sokakların kendine has kimlikleriyle yaşayabilmeleri mîmârîde üslûbun oluşmasına çok katkı sağlardı.   Modern insanda; gözle gördüğü, saydığı, varlığından güç alıp prestij ve zenginliğini başkasına gösterme hissi duyduğunun arka planında ‘eşyâ’nın sayılır ve ölçülür olması, maddedir. Adâlet, güzel ahlâk, ilim ve irfan ise mânâdır. Mîmar ve düşünür Turgut Cansever; “Açıktır ki modern çağ kendi fetişizmlerinin (şirklerinin) bile bilincinde olmayan bir trajik bilinçsizlik çağıdır. Teknolojik, iktisâdî ve siyâsî güçlerin kölesi olan bu çağ, târih boyunca yaşamış diğer tekâmül safhalarından çok daha geridedir ve hattâ tapındıkları şeyin bilincinde olan fetişistik kültürlerden bile daha geridedir” derken çağımızın yanılgısına dikkat çekmiştir.   Değişime ve gelişime açık olduğunuz zaman en önemli kriteriniz insana hizmet ve geleceğe hayırlı işler yapacak nesiller yetiştirmek olmalı. Bugünkü mîmarlık fakültelerinin maalesef bu misyona ve vizyona uygun kafa yapısıyla mîmar yetiştirme kaygıları yok. Modern hayat tüketme üzerine kurulu olduğundan mîmarlar ve mîmârî de tüketen topluma tüketilecek tasarımlar sunmaktalar. İnsana saygı, moderniteye eleştiri bu işin neresinde? Mîmârîde tasarruf anlayışı yok. Çünkü tasarruf, tüketim ekonomilerinde konu edilmez. Dünyâ kaynaklarına saygı duyan, insanı merkeze alan mîmarların yetişmesi gerekmez mi? Toplumda huzur ve barışın tesisi biraz da meskenin huzûru ve komşuluk ilişkilerinde aranmalıdır. Buradaki dönüşümde mîmârînin de katkısı olacaksa yetişecek mîmar; misyonunun farkında olan, insana tepeden bakmayan, toplumun ihtiyaçlarına, değer yargılarına, mahremiyet ve kul haklarına riâyet eden biri olmalıdır. Mîmârî; insanları oturduğu eve, siteye veya mahalleye göre kategorilere ayırmayan yapıda olmalı. Amaç insana faydalı olmaksa; mîmâr ‘aslında fırında ekmek yapandan farkım yoktur’ anlayışıyla hareket ederse, prestije ve farklı olana sâhip olma hissini azaltmış olur.   İnsan, sâhip olduğu etiket veya kendini tanımlamasından ziyâde insanlığa faydalı olacak projeleri ve hayâta bakışı ile değer kazanır. Bu noktada profesör, mîmâr, mühendis, öğretmen olmanızdan eğer hayâtı anlama ve fıtrata uygun bakış açısı ile bakamıyorsanız eksik olan birşeyler var demektir. Herhangi bir etiketi olmayan insan da üretebilir, üretmek fikrî planda olmadığı zaman donuk ve ruhsuz toplumların oluşması kaçınılmazdır. Modern tüketim toplumu bu süreci hızlandırmaktadır. Eğitim verip yetiştirmeyi düşündüğümüz Mîmâr, bu toplumda yıpranma ve aşınma sürecini tasarımlarıyla hızlandıran kişi olmamalıdır. Mîmârînin güç gösterme yarışına dönüştüğü çağımızda kişinin değişime gücü yetmiyorsa, en azından meselenin farkında olması gerekir.   Toplumda olumsuz olaylarla karşılaştığımızda ilk önce ‘Eğitim şart’ deriz. Çocukların, gençlerin eğitilerek daha bilinçli toplumlar oluşacağını düşünürüz de üniversite seviyesinde mîmâr ve mühendislerin yetişmesinde onların çağı anlayan, dünyâ kaynaklarına duyarlı, gelecek nesillerin haklarına adâletli yaklaşan bireyler olmasını ihmâl ederiz.   Mesele devâsâ kuleler ve kentler yapmak değil, mesele Mîmar Sinan gibi mîmarlar yetiştirmek. Mîmar Sinan’ı farklı kılan Tezkiretü’l Bünyân’daki anılarında; “Yedi katın temellerini Atan’a, dokuz katlı gök kemerinin binâsını Kur’ân’a, yâni Yaratan’a, yâni Allâh’a hamdolsun. Çünkü bir köprüdür dünyâ, geçmektedir insanlar, ne dilenci kalır burada, ne de mutluluğa ermiş hükümdar. Bu fânî dünyâ yok oluş seli üstünde bir köprüdür, ondan geçerken secde etmeyi bilen özgürdür.” Mîmar hayâta böyle baktığında Mîmâr da, Mîmârî de güzelleşir. Çünkü hikmeti anlamaya çalışarak bakmaktan hakîkat tecellî olur.   Tadao Ando; Mîmarlık eğitimi almamış olmasına rağmen 20. ve 21. yüzyılın en önemli mîmarlarından biri olmuştur. “Mîmarların sosyal sorumluluklarını hatırlamaları gerekiyor. Mîmarlıkta yıldızlara ihtiyâcımız yok. Sosyal sorumluluğunun farkında olan ve insanların yaşamalarına izin veren yapılar tasarlayan genç mîmarlara ihtiyâcımız var.” Mîmârî ve mekânı prestij, konfor için değil insanın mesken ihtiyâcını doğaya zarar vermeden, “mîzânı” gözeterek, adâletli ve emânete saygı çerçevesinde çözmek asıl mîmarlıktır.   Oleg Grabbar, İslâm Sanatını Düşünmek adlı kitabında dikkati başka bir konuya çekerek; “İslâm’ın ilk üç asrı boyunca bir şehir övüleceği vakit binâlar ve meydanlar değil şehrin yetiştirdiği âlimler, sâlihler, zâhidler anlatılırmış.”der. Yâni eşyâ değil insanmış üstün tutulan; kâmil insanların gönlünden yansıyan ilim, irfan, takvâ ve zühd imiş.   Çağımızın Bilge Mîmârı Turgut Cansever; “Rahmân ve Rahîm ve Kâdir-i Mutlak olan Allâh’a inanmak emniyet duygusunun kökenini oluşturur ve sanat formlarına çok renklilik ve aydınlık, formların berraklığı, hareketlerin sükûnu olarak yansır. İslâm’ın düzenleyip tanımladığı tutumlar (meselâ Allah’tan başkasından korkmamak) tasarım sürecinde baskın olan psikolojik unsurlardır. Etkileri aynı zamanda tevâzu, saygı ve sevgi, hayat tarzının sâdeliği, topluma ve geleceğe karşı sorumluluk şuuru gibi duygularla ilişki kurarak insan ölçeğinde âbidevîlik olarak tezâhür eder”. Mîmârın tasarımlarında aldatıcı, insanı ezen, kullanıcıya geçici de olsa prestij, güç ve kibir katan tasarımlar önermek; ahlâkî açıdan, meslek etiğine uyma, insanı tanıma ve tanımlama eksikliğindendir.   Modern mîmârînin öncülerinden olup, daha sonra bunu sorgulayan Le Corbuser; “Fransa’da büyük bir ulusal mîmarlık okulu var, diğer ülkelerde de ulusal, bölgesel, çeşitli mîmarlık okulları var; bunlar genç zekâları aldatırlar; onlara yanlış olanı, yapmacıklığı, dalkavuk saygısını öğretirler. Başlangıç noktasından başlanmalı, dinginliğe dönmeli; günümüz mîmarlığı artık başlangıcını anımsamamaktadır”. Günümüz gençleri Mîmarlığı toplumda prestijli bir meslek ve ekonomik açıdan refahı yüksek bir iş olarak görmekteler. Sistemi, gençlerimizi prestij ve dünyevîleşmenin etkilerinden koruyacak sistemlere dönüştürerek, insanların iç dünyâlarındaki güzelliklerin yaptıkları her faaliyete yansıtılmasının önemini anlatarak, gelecek nesillere sürdürebilir dünyâ bırakmış oluruz.   Günümüz mîmarları Mîmar Sinan gibi mîmarların eserlerine bakıp; minâresine, kubbesine, kemerlerine odaklanıp mânevî dünyâsını görmezden gelme hâlindeler; İstanbul, Endülüs, Şam, Bağdat’taki mîmârî şâheserlerin ancak böyle bir mâneviyâtın taşa nüfûz etmesiyle mümkün olabileceğini idrâk etme gayretinde değiller.   Tevâzuyla tasarlanmış, insana özgü temel ilkeleri insan ihtiyaçlarına göre olan, mahremiyet ve kul hakkına saygı gösteren binâların bulunduğu bir mahallede yaşayan insanlar bu değerleri hayâta kolaylıkla geçireceklerdir. Umarım insanlığın “şatafatı” terk edeceği; insanın eşyâ, eşyânın da insan yerine konmadığı bir dünyânın idrâki ve inşâsı için geç kalmayız.   *Alaplı Meslek Yüksekokulu, Mîmârlık ve Şehir Planlama Bölümü, Bülent Ecevit Üniversitesi  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak