Ara

Milletimizde Ehlibeyt Sevgisi

Milletimizde Ehlibeyt Sevgisi
İslâm dünyâsı dikkate alındığında, belki en çok Ahmed, Mehmed, Ali, Veli, Fatma, Hasan ve Hüseyin isimlerine Anadolu’da rastlanılmaktadır. Bunun sebebi, ehlibeyt sevgisinin milletimizin ortak paydası olmasıdır. Âşıklarımız, şâirlerimiz güzel duyguları, güzel ahlâkı, iyilik, asâlet ve fazîleti, onların isimlerini serlevha ederek anlatmışlardır. Onlar sâfiyeti ve sâdeliği temsîl etmişler, gül-i Muhammedî’nin hoş kokusunu târihin her sayfasına sindirmişlerdir. Yûnus Emre, gönlündeki ehlibeyt sevgisini mısralara şu kelimelerle taşımıştır: Şehidlerin ser çeşmesi evliyânın bağrı başı, Fatma ana gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir. Hazreti Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri Arşın iki gölgeleri Hasan ile Hüseyin’dir.1 Ehlibeyti seven milletimiz, onlara yapılan haksızlıkları, en yakın akrabalarına yapılmış kabûl ederek üzülmüş, Mersiye’lerin hüzünlü atmosferinde bu acıyı işlemiştir. Niyâzî Mısrî, Hz. Muhammed’in (sav) ehlibeytine olan sevgisini ve onlara revâ görülen eziyetlere üzüntüsünü, şu satırlarda dile getirmektedir: Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıyâ, Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ, İkisidir aslı nesli cümle âl-i Mustafâ, Ben anın âl’ine evlâdına kurbân olayım. 2 Vîrânî Baba, Hz. Peygamber (sav) ve ehlibeyte olan sevgi ve bağlılığını ifâde ederken âdeta bir ikrâr (söz) yenilemesi yapmaktadır. Onların sevgisinden uzak kalmayacağını, cân u gönülden onlara bağlı olduğunu belirtmektedir: Şehâdet vermişem ben Mustafâ’ya, Gulâmım cân u dilden Murtazâ’ya, Ali evlâdının hak bendesiyem, Muhibbem şah Hasan Hulki’r-Rızâ’ya.3 Vîrânî Baba, ehlibeytin niçin sevilmeleri gerektiğini, onların niteliklerini de anlatarak gerekçelendirmektedir. Onları seven, ölse bile diridir. Onlar her türlü güzel ahlâkın başı, Allâh’a götürecek yolun ışık saçan kandilidir: Şah Hasan Hulk’ir-Rızâ’dan zâhir oldu her sıfat, Hem Hüseyn-i Kerbelâ’dan keşf olur envâr-ı zât, Nesl-i Şâh’ı sevdi her kim buldu mematta hayat, Sevmişem cân u gönülden ben hem İmâm-ı Kâzım’ı.4 Yakın târihimizin meşhur Mevlevî şâiri Şeyh Gâlib, Allâh’ın ve Hz. Muhammed’in (as) sevgilisi, ilâhî sırların mazharı Hz. Ali’yi methederken, on iki imamların adlarını da saymaktadır: Ey mazhar-ı hem muzhır-ı esrâr Ali, İsnâ aşerin hayline serdâr Ali, Anlar ki Hüseyn ü Mûsiy ü Ca’fer’dür, İki Hasan üç Muhammed ü çâr Ali.5 Milletimiz ehlibeyte, târihten bugüne kadar büyük bir aşkla sâhip çıkmıştır. Kültür atlasımız ehlibeyti ve onların maneviyâtını temsîl eden sembol ve motiflerle bezenmiş ehlibeyt sevgisi, edebî metinlerde nakış nakış, ilmek ilmek işlenmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) soyundan gelen seyyid ve şerîfler baş tâcı edilmiş; İslâm’ın Türkistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan da Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılma sürecinde, onların peşinden gidilmiştir. Ehlibeytin diriltici, birleştirici ve kaynaştırıcı nefesi, târihimizdeki sosyokültürel birlik ve berâberliğimizi, fetih ve zaferlerimizi hazırlayan en önemli unsur olmuştur. Hz. Muhammed’in (sav) soyuna gösterilecek sevgi ve bağlılığın, geleceğimizi de aydınlatacağı muhakkaktır. Ehlibeyt neslinden gelen seyyid ve şeriflere, Selçuklu ve Osmanlı devletleri tarafından icâzetnâmeler verilerek, onların gereken sevgi ve saygıyı görmeleri temin edilmiştir. Bu sevgi ve saygı, onların İslâm dîninin öğretimi konusundaki etkinliklerine büyük güç kazandırmıştır. Türklerin din ve mâneviyât târihinde, ehlibeyt soyundan gelen seyyid ve şerîfler, İslâm dînini tüm berraklığı ile yaşayan ve öğreten kişiler olmaları yönüyle her zaman sevgi ve saygı görmüşler, etraflarına geniş kalabalıkları toplamışlardır. Hânedân-ı ehlibeytten olan ve Orta Asya’yı İslâm Güneşi ile aydınlatan, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, hikmetlerinde, ehlibeyt sevgisini işlemiş bir Hakk âşığıdır. O, İslâm’ın yeryüzüne yayılması sürecine önemli katkılarda bulunan Hz. Ali’nin kahramanlıklarını şöyle destanlaştırmıştır: Târif eylesem, Ali Allâh’ın arslanıdır Ki kılıç ile kâfiri kırmaktadır. Kâfirleri eyler îmâna dâvet; Vermektedir her zaman İslâm’a kuvvet. Ehl-i Beyt Sevgisinin Temelinde Yatan Ana Unsur Hz. Peygamberin yakın çevresi, yâni âilesi olan ehlibeytin ilk İslâm toplumundaki dînî ve sosyal fonksiyonları tüm Müslümanlar tarafından bilinen bir gerçektir. İlk dönemde Müslümanlar, Hz. Peygamber (as)’a karşı besledikleri sevgi ve saygının bir benzerini onun yakınları olan ehlibeytine karşı da beslemişlerdir. Bundan daha önemlisi Müslümanlar İslâm’ın yeni nâzil olan prensiplerini Hz. Peygamber’in öğretim ve uygulamasından öğrendikleri gibi ev ve âile hayâtının özel konumlarının öğreniminde de ehlibeytten istifâde etmişlerdir. Ehlibeytin bu fonksiyonu Hz. Peygamber (as)’ın irtihâlinden sonra da devâm etmiştir. Sosyal açıdan ise ehlibeyt ilk dönemlerden itibâren İslâm toplumu içerisindeki konumunu ve ağırlığını her zaman hissettirmiştir. Devâm eden süreçte ehlibeytin siyâsî, iktisâdî ve fıkhî boyutları da dikkate alınacak olursa, günümüze kadar uzanan İslâm târihi sürecinde ehlibeytin önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır. Hz. Peygamber (sav)’in yakınları olarak hayâtı boyunca ona hizmet eden, her türlü sıkıntı ve zorluğa göğüs geren, bu noktada diğer Müslümanlara örnek olup onlara yol gösteren bir özelliğe sâhip olan ehlibeyt; Hz. Peygamber’in dostları olan ashâb-ı kiramdan başlamak sûretiyle günümüze kadar olan süreçte tüm Müslümanların saf, temiz, samîmî sevgi ve saygıyla her zaman için hayırla yâd ettikleri kimseler olmuşlardır. İlk örneklerini ve en doğru şeklini ashâb-ı kirâmda gördüğümüz ehlibeyte sevgi ve saygının temelinde yatan ana unsur peygamber sevgisidir. Ehlibeyt Hz. Peygamber’in yakınları olduğu için, ona hizmetleri ve onun terbiyesi altında bulunmuş olmaları sebebiyle sevilmeli, sayılmalı ve fazîletleri kabûl edilmelidir. Daha sonra gelen ve günümüze kadar uzanan çizgideki ehlibeyt nesline karşı ise îmânı ve îmânının yaşantısındaki görünümü çerçevesinde muamele edilmeli, sevgi ve buğzda aşırı gidilmemeli, bir Müslümana karşı nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket edilmelidir. Aynı şekilde ehlibeyti kendi siyâsî ve kişisel çıkarları için bir kılıf olarak kullananlara karşı da dikkatli olunmalı, bu konuda gerekli hassâsiyet gösterilmelidir.6 Nakîbu’l-Eşraflık Geleneği Osmanlı Devleti’nde seyyid ve şeriflerin başkanına “Nakîbü’l-Eşraf” adı verilmektedir. 1400 yılında ehlibeyt muhibbi Yıldırım Bayezid zamanında “Nakîbü’l-Eşrâf Dâiresi” kurulmuştur. İlk göreve, Bağdatlı Seyyid Ali Natta getirilmiştir. Bu dâirenin görevi, Osmanlı Devleti bünyesinde kayıtlı ne kadar seyyid âilesi varsa, onların kayıtlı defterlerini tutmaktır. Bu deftere “şecere-i tayyibe” denmiştir. Ayrıca eyâletlerde de, nakîbü’l-eşrâf kaymakamları adı verilen vekiller bulundurulmuştur. Türklerin din ve mâneviyât târihinde, ehlibeyt soyundan gelen seyyid ve şerîfler, İslâm dînini tüm berraklığı ile yaşayan ve öğreten kişiler olmaları yönüyle her zaman sevgi ve saygı görmüşler, etraflarına geniş kalabalıkları toplamışlardır. Şeref Hanım (ö.1278/ 1861)’ın Ehlibeyt’e Dâir Şiiri 1861 yılında İstanbul'da vefât eden Şeref Hanım, bu asrın en bü­yük şâirlerinden biridir. Mevlânâ ve Mevlevîliğe gönülden bağlı olan Şeref Hanım'ın Dîvân'ında, Abdulkâdir Geylânî, Ahmed Rifâî, Veysel Karanî, Ahmed-i Bicân ve Yazıcızâde gibi şahsiyetlerle ilgili manzûmeler yer aldığı gibi ehlibeyt muhabbetini uzun uzun anlatan mersiyeler de vardır. Kabri Yenikapı Mevlevîhânesi kabristanındadır. Onun ehlibeyt muhabbetini ifâde eden manzûmesi şöyledir: Ümîdimi kat’eyleyemem dâd-ı Alî’den Mücrimlere lutf u kerem imdâd-ı Alî’den Haşr it bile ayrılmayam ecdâd-ı Alî’den Kim ola karîn Ahmed’e şeh-zâd-ı Alî’den Terfî’-i kemâlâtına etmez mi bu şöhret Dâmâd-ı Nebî Şîr-i Hüdâ Şâh-ı velâyet Ednâ kulı olmak dü-cihanda ulu devlet Kurbiyyete bir yol ararım rûz u şeb elbet Yâ Rabb beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den Düşmez yere dâmân-ı ‘inâyetleri elden Bu zerreye nevbet mi deger meh gibi Rûşen Cedd-i Hasaneyn ‘aşkına ferdâ dilerim ben Bir lahza cüdâ olmayayım ‘Âl-i ‘abâ’dan Yâ Rabb beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den İrfân u ‘ilm sâhibi sır-dâş-ı Peygamber Zehrâ gibi pâkîzeye hem-mahrem ü hem-ser Öpsem nola ayağın odur Sâki-i Kevser Olsun reh-i tahkîkde mahdûmları rehber Yâ Rabb beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den Miskîn-i siyeh-rû Şeref’i eyleme tahkîr Şâyân-ı hakâretse de kıl lutf ile tevkîr Âgâhsın ahvâle ne hâcet sana takrîr Bu nutk-ı şerîf oldı gönül levhine tahrîr Yâ Rabb beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den  Devam edecek… Prof. Dr. Kadir Özköse Dipnotlar [1] Yunus Emre, Dîvân, İstanbul 1954, Maarif Kitaphanesi, 274. 2 Niyâzî Dîvânı, Maarif Kitaphanesi, ts., 114. 3 Âşık Vîranî Divanı, s. 31-32. 4 Âşık Vîranî Divanı, s. 72. 5 Şeyh Gâlib Dîvânından Seçmeler, s. 96. 6 M. Bahaüddin Varol, “Soruşturma”, Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Kış 2004, 411-412.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak