Ara

Mevsimlerle Savruluyor Ömrümüz

Mevsimlerle Savruluyor Ömrümüz

Zaman ne de hızlı akıyor deriz sürekli. Yaşanan her şeyin kendi içinde bir hızı olduğunu unutup; kendimize, hayâta, mevsimlere bahaneler bulma yarışına gireriz. Yaratıcı’nın bize biçtiği ömür çizgisidir asıl olan. Biz Rahmân’ın izni ölçüsünde yaşarız, elimizdeki bir ömrü tüketmeye devâm ederiz. Önemli olan bu geçip giden vaktin idrâkinde olmaktır.

“ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak

ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak”

Ahmet Hâşim dendiğinde akla ilk gelen şiirlerden biridir Merdiven. Hayâtın ağır ağır çıkılan merdivenleri ve güneş rengi yapraklar. Mevsimlerin hepsinin ayrı bir rengi ve güzelliği var insanın içine dokunan. Sonbahar rengini yapraklardan alır; güneş rengi yapraklardan. Yazdan kışa geçerken; yeşil, sarı kırmızı, turuncu renklerin karışımı ile eşsiz bir güzelliğe bürünür yapraklar. Güneşin sabah doğuşundan başlayıp da akşam batana kadar büründüğü renklerin tümünü sonbaharda yapraklar, hüznü de alarak yanlarına, bürünürler renkten renge. 

İlkbaharla birlikte önce yapraklar basar dalları. Yemyeşil bir sevinç kaplar her yeri. Önce yapraklar, sonra çiçekler; sonunda meyveye durur ağaçlar.

Yazdan geçip de güzün kapısını aralarken önce yapraklar sararır. “Güneş rengi bir yığın yaprak” savrulur güz rüzgârları ile. 

Şehirlerde parklar ve bahçeler mevsimlerle birlikte eşsiz bir tablonun parçası gibi insanlara bütün güzelliklerini sunar. Ağaçların gölgelediği yollarda yürürken ağaçlardan gelen sesler bir mevsimin sesi olmayı hak edecek kadar bir ritmi tekrarlar. Bir bakmışsınız kuru yaprakların hışırtısı, bir bakmışsınız kuşların baharı selâmlayan neşesi…

Bir avuç da olsa şehirler ağaçlarla, çiçeklerle daha bir renkli. Baharla birlikte artık şehirlerin dört bir yanına çiçek bahçeleri kuruluyor. Betona boğulan şehirlere böylelikle bir nebze de olsa nefes aldırmaya çalışıyorlar. 

Yapraklar, kitabın ardı ardına çevrilen yaprakları, takvim yaprakları. Uçan her yaprak bir târih sayfası gibi dokunup geçiyor içimize. Biz ne kadar münzevî olalım desek de bir deli rüzgâra bakıyor her şey. Bir yaprak alıp bizi tevekkülün kapısına bırakıyor. 

Yapraklar rüzgâra kaptırıp kendini bir kez daha hasret kokan bir türküye çevirecek yüzünü. Yaraya merhem, mevsimlere içli bir şiir yakışır.

Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;

Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut,

Gül gül, mektup mektup büyüyen umut... (Sezai Karakoç) 

Kaldırımlar yapraklarla daha bir endamlı. Bir bankın üzerine dökülmüş yapraklar, hafif rüzgârla savrulan yapraklar, zamânın nasıl da geçip gittiğini anlatan yapraklar. 

Şehirleri doğal güzelliklerden mahrum bırakmamak gerek. Temizlik yapılacaksa şehrin âhengini bozan her şey temizlensin. Şehir temiz bir yüzle baksın insanlara ama şehirlerin doğal süslerine dokunulmasın. Yapraklar yemyeşil çimenlere örtü olsun, ağaçlar gölgesinde saklasın ferahlamak isteyen herkesi. 

Bir tablonun güzelliğini izlemek yerine tabloyu yaşasın şehrin insanları. Dağların, tepelerin, ovaların, ormanların huzur veren rengini bir tutam da olsa sunmak gerek şehrin betonlar arasına sıkışmış insanlarına. 

Ay düşsün bir ağacın dalına, oradan konsun bir mahzun yüreğin omzuna. Ağaçların arasında avuç içi kadar bile olsa doğanın kalbine dokunsun insanlar. Bir yaprak alıp, üzerine bir gazelden beyit düşüp kitabın arasına emânet etsin mevsimleri şiirle karşılayan herkes.

Bir şiir en çok da bizi anlatsın. Dağıyla, rengiyle, sesiyle bizim olsun bir şiir.

“Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun

Kuşların, çiçeklerin diyârı olsun” (Cahit Sıtkı Tarancı)


Hayâtı, bütün zamanlarda çekerek yaşamak da var. Geçmişle geçecek arasında durup geniş zamanları arzulayarak ayaklarını yere sağlam basarak her şeyin rûhuna vaktinde dokunmanın târifsiz mutluluğuna şâhit olmak gerek. 

Bir yaprak daldan yeşeriyorsa umutla onun sevincine bir şehri şâhit tutmak ne güzel. Bir şehir renkten renge bürünürken şehre şâhit olmak ne eşsiz bir manzara. Yaşamak ve anlamak için şehrin her karışını; karışmak gerek kalabalıklara. Kaldırımların arasında; yaşamaktan, özlemekten, kavuşmaktan bahsederek bir şiirle bir şehri kardeş yapalım yaşamak adına.

“Şehir ağır ağır yaşarken mevsimleri

Bir eski zaman duvarına yaslayıp omzunu

Bu da bizim hikâyemiz diyerek

Yaprakları seyre dalalım”

Sâdece ağaçlarda renkten renge bürünen yapraklar değil zamânın yok eden yüzünü anlatan takvim yaprakları da bir bir uçuştukça gökyüzüne bir yanımızı daha yitiriyoruz “bu da geçer yâ hû” diyerek. 

Hayat çok da acı vermiyor aslında görmezsek bir adım ötemizi. Irmağın karşısını görmezsek, arka sokaklardan gelen seslere aldırmazsak, çölden gelen fırtınaya kapatırsak gözümüzü, ağlayan bir çocuğun gözlerinden kaçırırsak kalbimizi, bir şarapnel parçasından sakınırsak kendimizi çok da acı vermiyor hayat. Sahi, nasıl da uçup duruyor takvim yaprakları böyle.

Havada uçuşan sâdece rakamlar olsa iyi.

Havada uçuşan sâdece “târihte bugün” olsa gam yok.

Takvimler acı veriyor bazan. Uzaklaştıkça târihten içimizde bir sayfanın telleri kopuyor en ince teli.

Geçmiş, bir toz bulutu gibi yeni bir dünyânın düzenini kurmak için bizim rengimizi değiştirirken en görkemli duruşuyla bir hünkâr;

Surlar aşılmak içinse kim tutabilir bir cengâveri gözlerinde parlayan bir hilal;

Akınlar en çok da içimizi onarmak içinse çekilin yoldan, bir tûfan gibi bin atlı elbet târih sayfalarından aynı inanç ve îmanla girecek şehrin kapılarından.

Biz her selâmı almaya meyilli bir yürek taşıyoruz. Köşe bucak bizden sorulsun, dost düşman bizi tanısın istiyoruz. Gölgemizin düştüğü her yer cenk meydanı olsun, ismimizin geçtiği her yer bir kıyâma hazırlasın istiyoruz kendini. Biz îmân üzere bir selâm verelim, âlem aynı iştiyakla alsın selâmımızı istiyoruz.

Mevsimlerden yapılmış bir ceketi atıp omuzlarımıza, bir eski zaman türküsü ile yaşamak bir masal tadında olsun diyerek geçelim mevsimlerden. Savrulan yapraklar bir süre daha ısıtsın içimizi. İçimizde çırpınıp duran kuşlar belki de bu mevsimde havalanır.

Temmuz 2024, sayfa no: 52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Mustafa Uçurum Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı. Şiir ve yazıları; Dergâh, Yediiklim, Hece, Hece Öykü, Yolcu, Türk Dili, Karabatak, Türk Edebiyatı, Aşkar, Sabit Fikir, Ayasofya, Cins, Nihayet, Muhit, Yitiksöz gibi dergilerde yayımlandı. Şairin Aynası kitabı ile TYB 2018 deneme ödülünü aldı. TÜRDEB tarafından 2020 yılı Dergi Dostu Yazar Ödülü’nü aldı. TYB Tokat Şube Temsilcisi. www.mustafaucurum.com adresinde dergiler ve kitaplar hakkında yazılar yazıyor. Evli ve iki çocuk babası olan Uçurum, Tokat’ta öğretmenlik yapıyor. Kitapları: Tenhalayın Kalbimi (Şiir), Esmerliğime Bakma (Öykü), Fedakâr Dost (Hikâye), Çocuklar Çocukluğunu Bilsin (Şiir), Irmaklarla Büyüyen Çocuk (Hikâye), Konuştukça Memleket (Şiir), Deneme Çekimi (Deneme), Kalbime Takılan Uçurtma (Hikâye), Şairin Aynası (Deneme), Şehirde Yeni Bir Rüzgâr (Deneme), Dünya Telaşı (Şiir) Uçurumda Bir Gömü ( Öykü), Boyumu Aşan Ömür – (Şiir), Eve Dönen Masallar ( Masal) - Yüzümün Haritası ( Deneme)
Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak