Ara

Mevlevîliğin Bânîsi, Şâir-Mutasavvıf Sultan Veled

Mevlevîliğin Bânîsi, Şâir-Mutasavvıf Sultan Veled

Mevlevî Kaynakları Yûnus Emre’yi kendi gelenekleri içinde düşünürler. Bu yüzden Mevlevîlik kaynaklarında Mevlânâ-Yûnus Emre birlikteliğini konu alan menkıbeler bulunmaktadır. Yine Yûnus Dîvânı’nda Mevlânâ’ya ithâf edilmiş beyitler yer almaktadır. Bütün bunlar Yûnus Emre’yi bu muhit içerisinde düşünmeyi gerektiren hususlardır. Fakat Yûnus Emre’nin Mevlevî çevresiyle münâsebeti bunlardan da ibâret kalmaz. Bu menkıbeler arasında Yûnus’u Sultan Veled ile arkadaş gösteren bir menkıbe de yer almaktadır. Bu iki büyük şahsiyet arasındaki münâsebeti göstermesi açısından önce bu menkıbeye bakalım:

“Yûnus, Mevlânâ’nın büyük oğlu Sultan Veled’le arkadaşlık etmiştir, her ikisi de Mevlânâ’dan ders almıştır. Mevlânâ ölünce Yûnus çok perîşân olmuş, ardından içli gözyaşları dökmüş, tesellîsiz, ışıksız bir ömür sürmeye başlamış... O günlerde, Mevlânâ için bir türbe yapımına başlanmış. Yûnus da inşaatın gönüllü ırgatlarından birisi olmuş. Sabahtan akşama kadar, omzunda taş-tuğla taşıyarak vecd içinde çalışmaktaymış. Bir seher vakti erken, Baş mîmar inşaatı kontrole gelmiş. Bir de ne görsün? Bir işçi yerden bir tuğla alıyor, “Allah, Hakk!.” diyerek yukarı fırlatıyor, tuğla havada birkaç devir yaptıktan sonra, kubbede yerini buluyor! Mîmar hayretler içinde kalmış. Biraz daha yaklaşarak “Kimsin sen?” diye seslenmiş. Bu sırada o işçi, yerden aldığı tuğlayı yukarıya fırlatmaktaymış. Fakat bu tuğla yerini almadan yere düşüp parçalanmış. Mîmar işçinin yanına yaklaşmış. Bu işçi Yûnus’muş. Fakat bu seslenme üzerine Yûnus’un kerâmeti meydana çıkmış. Bu yüzden Konya’da fazla durmak istememiş. Sultan Veled’i ziyâret ederek elini öpmüş. Sultan Veled ona: “Git Yûnus, git de türbe değil gönül bünyâd et.” diyerek onu efsânevî çilesini çekmek üzere Tapduk Emre’ye göndermiş.”

Yûnus’un Sultan Veled ile Münâsebeti

Görüldüğü gibi bu menkıbe Yûnus’un târihî hayat hikâyesine başka bir pencere açmaktadır. Buna göre Yûnus Emre Konya’da Mevlânâ çevresinde bulunmuş, oğlu Sultan Veled ile arkadaşlık yapmıştır. Yine onun Tapduk Emre’ye gönderilmesi kendisinin de farkında olmadığı bir kerâmeti üzerine Sultan Veled tarafından sağlanmıştır. İşte bu menkıbe, Sultan Veled ile Yûnus Emre arasında bir münâsebet var mıydı ya da görüşmüş olabilirler mi sorularını akla getirmektedir. Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle yaşadıkları zaman dilimine bakmak gerekir. Yûnus 1240-1320, Sultan Veled ise 1226-1312 târihleri arasında yaşadığına göre Yûnus doğduğunda Sultan Veled 14, vefat târihleri düşüldüğünde ise Sultan Veled öldüğünde Yûnus 72 yaşındadır. Bu da bize ikisinin aynı çağda yaşadıklarını ve bu yüzden görüşmüş olabileceklerini gösterir. Yine başta belirttiğimiz Yûnus Emre-Mevlânâ münâsebetini anlatan menkıbeler ve Yûnus’un Mevlânâ’ya dâir beyitleri de bu münâsebeti doğrulayıcı olarak görülebilir. Bütün bu ayrıntılar yâni çağdaş olmaları ve Yûnus’un Mevlevî çevreleriyle münâsebeti olduğuna dâir menkıbeler bu münâsebeti doğrulayabilir. Ama bu iki büyük şahsiyet arasında başka bir müşterek noktadan da söz etmek gerekir. Çünkü Sultan Veled, bir mutasavvıf şâir olarak Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Türkçe şiirler de yazmıştır. İşte bu durum da dikkate alındığında onu Yûnus’un sûfî çevresi içinde düşünmemiz mümkün hâle gelir. Zâten aynı çağda yaşayan iki mutasavvıfın birbirlerinden habersiz olmaları da düşünülemez. Şimdi de Sultan Veled’i daha yakından tanıyalım.

Sultan Veled kimdir?

Sultan Veled, Hz. Mevlânâ’nın büyük oğludur. 1226’da Larende’de (Karaman) doğmuştur. Doğumunda kendisine dedesinin adı olan Bahaddin Muhammed Veled adı verilmiştir fakat manzûmelerinde “Veled” mahlasını kullandığı için daha çok bu adla anılmaktadır. Annesinin adı ise Gevher Hâtundur. İlk eğitimini babasının sohbet meclislerinde alan Sultan Veled, daha sonra Şam’da eğitim görmüş, irfânî yol olarak Şeyh Necmeddîn Kübrâ’ya intisâb etmiş, Şems’in de mânevî eğitim halkası içinde bulunmuştur.

Onun tasavvuf açısından en önemli tarafı hem babasının yolunu tâkip etmesi hem de Horasan tasavvuf geleneğini Anadolu’da daha da yaygınlaştırması ve babası adına kurulan Mevlevîlik tarîkatının kuruluşunu tamamlamasıdır. Kendisi otuz yıla yakın şeyhlik makâmında bulunmuş olup Mevlevîliğin âdâb ve erkânını da o inşâ etmiştir. Tasavvufu şiir, mûsikī, semâ ile insanlara hitâb eden bir söyleme dönüştürmesi ise bu yolun hızla benimsenmesine ve yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Bu yüzden onun için: “Mevlânâ’nın düşünce dünyâsına Sultan Veled kapısından girilir.” denmiştir ki bu söz onun önemini anlamak açısından yeterlidir. Sultan Veled, 1312’de Konya’da vefât etmiş ve babasının sağ tarafına defnedilmiştir. Yerine ise oğlu Emîr (Ulu) Ârif Çelebi geçmiştir.

Şâirliği ve Eserleri

Sultan Veled’i hem önemli kılan hem de onun Yûnus Emre ile münâsebetini güçlendiren tarafı ise şâirliği ve kaleme aldığı eserleridir. Kendisi oldukça velûd bir şâir olarak bilinmektedir. Mesnevî nazım şekli ile kaleme aldığı Rebabnâme, İntihanâme, mensur olarak da Maarif, kültürümüzün en önemli klasik metinleri arasında yer almaktadır. Yine dört dilde (Arapça, Farsça, Rumca ve Türkçe) manzûmeleri vardır. 

Sultan Veled’i Yûnus Emre bağlamında önemli kılan yönü ise işte yazdığı bu Türkçe manzûmelerdir. O, bu manzûmeleri ile Türkçe açısından ve şekil/tür bakımından Anadolu klasik Türk edebiyatının kurucularından birisi olmuştur. Çünkü Farsça yazdığı manzûmelerde bile duyuş ve düşünce bakımından Türkçe bir hava hâkimdir. İşte onu bu yüzden Yûnus Emre, Gülşehri, Âşık Paşa ile birlikte düşünmek ve Anadolu Türk edebiyatının temellerini atan bir isim olarak görmek gerekir. 

Onun Türkçe’ye verdiği önemi eserlerindeki Türkçe beyit ve gazeller de göstermektedir. Buna göre Dîvânında müstakil 10 Türkçe beyit ve bir rubâisi bulunmaktadır. 11 gazeli ise tamâmen Türkçe’dir. İbtidanâme’de 76, Rebabnâme’de ise 162 Türkçe beyit vardır. Bu durum, ilk bakışta az görülebilir. Bu yüzden şüphesiz diğer isimler bu anlamda ondan öndedir. Ne var ki Farsça’nın hâkim olduğu Mevlevî muhîtinde onun Türkçe’ye bu kadar örnekle de olsa verdiği bu önem bu muhîtin Türkçe’ye bakışını olumlu etkilediği için önemlidir. Bir örnek olarak şu gazeli hatırlanabilir: 

“Karnum açdur karnum açdur karnum aç/ Rahmet itgil Tangrı bana kapu aç/Uçmak aşından dilerüm bir çanak/ Nur hamîrinden iki üç bazlamaç/Rahmetün çokdur denizdür iy Çalab/ Rahmetün eksilmeye sen çok saç/Ger yazukluvan bağışla iy Kerîm/Kuluna dutma katı bu kez geç/Sen buyurdun kuluna gel bir karış/Kim gelem seniniçün ben bir kulaç/Kim seni bir bilmeye canlar cânı/Oldı gâvur boynına asıldı haç/Kim seni göre vü âşık olmaya/Ya eşekdür yâ ki taşdur yâ ağaç/Sen güneşsin gök tahtun iy paşa/Çayır u çimen nûrından oldı çaç/Kaşlarun yâdur gözün oklar atar/Gönlüm ol oklariçün oldı amaç/Ol ne kaşdur ol ne gözdür cân alur/Ol ne boydur ol ne yüzdür ol ne saç/İy Veled gözlü cihanda azdur/Gözsüze bakma ırakdan kaç kaç”

Sözün Sonu

Sonuç olarak şunlar söylenmelidir. Yûnus Emre, kendi çağında yalnız değildir. Doğrudan yâhut dolaylı olarak içinde bulunduğu bir tasavvuf ve şiir çevresi vardır. İşte Sultan Veled’i, gerek onu Yûnus’la birlikte ele alan menkıbelerden ama daha çok da yazdığı Türkçe manzûmelerden dolayı Yûnus Emre ile bir şekilde münâsebeti olan ve gerek Yûnus gerekse devrin Türkçe söyleyen diğer mutasavvıf şâirleri ile birlikte Anadolu sahasındaki Türkçe tasavvufî edebiyat geleneğinin kuruluşunda adı anılması gereken bir isim olarak görmek gerekir.

Sözü onun İbtidanâme adlı eserinde yer alan bir şiirinde yer alan birkaç beyitle tamamlayalım: “Bu hadîsi buyurdu Peygamber/Kangı kişi ki dirliğin ister/Kendisinden gerek kim öle/Dirliğim ma’nisin ölüp bula/Ölmeden tez ölün ağın göğe/Kim sizi ay ile güneş öğe/Ol kim öldü ölümsüz ol kaldı/Uçmağı bu cihanda nakd aldı/Kim ölürse bir gün diri ola/Ol kim ölmez yarın yavuz ola/Dünyânın dirliği geçer kalmaz/Tanrı’dan kim diriyse ol ölmez/Girtü dirlik ölümsüz ölmektir/Tanrı birle hemişe olmaktır” 

Kaynakça

Yakup Şafak-Sultan Veled’in Türkçe Şiirleri, Konya 2008

Şadi Aydın-Elvir Music- Sultan Veled Divanından Seçmeler, İstanbul 2015

Veyis Değirmençay, Sultan Veled, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 37, s. 521-522, İstanbul 2009 

Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik, İstanbul 2009

Eylül 2021, sayfa no: 48-49-50-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak