Ara

Merve Nur Vatansever / Nağmelerle Anlatılan Hikmet: Musiki

Merve Nur Vatansever / Nağmelerle Anlatılan Hikmet: Musiki

Sanat, insanın duygu ve düşüncelerini ifade etme yollarından biridir. Her sanat dalı farklı bir dil kullanır: Hat çizgiyle, ebru suyla, tezhip altınla konuşur. Musiki ise sesle kendini ifade eder. İnsanlık tarihi boyunca ses, iletişimin ve ifadenin en güçlü araçlarından biri olmuştur. Konuşmak, anlatmak, ses vermek; insanın kendini dış dünyaya açma biçimlerinden biridir. Musiki, bu seslerin ölçüyle, ahenkle ve düzene bağlı kalarak bir bütün hâline gelmiş şeklidir. Her toplum kendi kültürü içinde bu sesi yoğurmuş, kendine has bir musiki geleneği oluşturmuştur. İslam medeniyeti de musikiyi sadece kulağa hoş gelen bir melodi olarak değil, insan ruhuna dokunan bir sanat olarak değerlendirmiştir.

Bu yazımızda İslam kültüründe musikinin yerini, nasıl bir anlayışla benimsendiğini ve musiki ile insan arasında nasıl bir bağ kurulduğunu ele alacağız. Çünkü bu sanat dalı yalnızca notalardan değil; sabırdan, teslimiyetten ve Hakk’a duyulan aşktan da beslenir. Diğer sanatlar gibi musiki de Hakk’a açılan bir başka kapıdır.

Musiki ritim, melodi ve makam gibi öğelerle şekillenir. Seslerin belirli aralıklarla ve belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Her milletin kendi coğrafyasına, tarihine ve yaşayışına göre şekillenen musiki anlayışı, o toplumun duygularını ve dünya görüşünü yansıtır. İslam medeniyetinde gelişen musiki hem dinî hem de kültürel bir zeminde şekillenmiştir. Bu anlayışta musiki yalnızca eğlence ya da hoş vakit geçirme amacıyla değil, insanın kendini terbiye etmesine, duygularını anlamasına ve manevî derinlik kazanmasına yardımcı olan bir araç olarak kabul edilmiştir.

Klasik Türk musikisi, Arap ve Fars etkilerinin harmanlanmasıyla gelişmiş, özellikle Osmanlı döneminde büyük bir ilerleme göstermiştir. Bu dönemde musiki sarayda, medresede, tekkede ve halk arasında farklı şekillerde icra edilmiştir. Eğitimli musikişinaslar tarafından notaya alınan eserler, belli usullere göre bestelenmiş ve icra edilmiştir.

Musiki hakkında yazarken makamlardan bahsetmemek olmaz. Makamlar musikinin ruhudur. Her makamın bir duyguyu temsil ettiği kabul edilir. Mesela Rast makamı denge ve huzur verir; bu nedenle ruh hâli karışık olan kişilere iyi geldiği düşünülür. Hüseynî makamı sevgi ve merhamet duygusunu öne çıkarır, gönülde yumuşaklık meydana getirir. Segâh makamı hüzünle karışık bir sükûnet hissi verir ve özellikle içsel sorgulama ile pişmanlık anlarında tesirli olduğu kabul edilir. Uşşak makamı aşk ve muhabbet duygularını beslerken, Hicaz makamı derin bir iç çekişi ve özlem duygusunu yansıtır. Osmanlı döneminde bazı hastanelerde musikiyle tedavi uygulamalarında bu makamların bilinçli şekilde kullanıldığına dair bilgiler de mevcuttur. Çünkü sesin ve makamın insanda bir titreşim oluşturduğu, bu titreşimin kalp, zihin ve beden üzerinde olumlu etkiler bıraktığına inanılırdı. Bu anlayış, musikiyi yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda bir şifa aracı olarak da görmeyi mümkün kılmıştır.

İslam dünyasında zaman zaman musikinin haram ya da mekruh olup olmadığı tartışılmışsa da musiki, genel olarak ölçülü ve anlamlı olduğu sürece hoş karşılanmıştır. Bu noktada musikinin içeriği ve amacı önem kazanmıştır. Allah’ı anmaya, insanın manevî yönünü beslemeye hizmet eden musiki teşvik edilmiştir. Bu anlayış özellikle tasavvuf geleneğinde belirgin hâle gelir.

Tasavvuf, insanın nefsini tanımasını, terbiye etmesini ve Hakk’a yönelmesini esas alan bir yoldur. Bu yolculuk yalnızca bilgiyle değil, hissiyatla da gerçekleşir. Tasavvufta musiki, kalbe hitap eden bir araç olarak görülür. Sözün yetersiz kaldığı yerde ses devreye girer. Zikir meclislerinde, sema meclislerinde ve ilahi okumalarında musiki aktif olarak kullanılır. Amaç, sadece güzel bir ses duymak değil; o sesin ruhu harekete geçirmesidir.

Özellikle Mevlevîlik, musikiyi tasavvufî eğitimin ve ibadetin bir parçası hâline getirmiştir. Mevlevîhanelerde yetişen dervişler ney çalmayı, ilahi söylemeyi ve musiki makamlarını öğrenmişlerdir. Sema sırasında okunan ilahiler, belli bir düzen içinde ve makamına göre icra edilir. Her hareketin, her sesin bir anlamı vardır. Bu yönüyle musiki, tasavvufta sadece duyulan değil, yaşanan bir hâl olmuştur.

Bugün hâlâ geleneksel musiki yaşatılmaktadır. Konservatuvarlarda, özel kurslarda ve tekkelerin devamı olan bazı kültürel mekânlarda bu kadim sanat öğretilmekte ve icra edilmektedir. Klasik Türk musikisi yalnızca geçmişin bir mirası değil; bugünün insanına da seslenen bir tefekkür aracıdır. Bu alana meyyal olan kişiler yüzlerini Hakk’a dönerek yeteneklerini kullanırsa, Rabbimizin kendilerine bahşettiği potansiyeli de gerçekleştirmiş olur. Çünkü güzel bir ses bazen bir öğütten, bir kitaptan daha derin bir etki bırakabilir ve her nağme insana kendini ve Yaratıcısını hatırlatabilir.

Sonuç olarak musiki, İslam medeniyetinde önemli bir yere sahip olan, insan ruhunu besleyen ve gönüllere işleyen bir sanattır. Tasavvuf geleneği içinde ise bu sanat, ilahî aşkın bir ifadesi, kalpten kalbe akan bir yoldur. Her ses, yerini bulduğunda anlam kazanır. İnsan bu anlamı duymaya ve hissetmeye başladığında musikinin dilini çözmeye başlar. Ve bu dil sadece kulakla değil, kalple anlaşılır.

Eylül 2025, sayfa no: 18-19

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak