İhvân-ı tarîkat tarafından sorulan bâzı soruların cevâbıdır: Soru 1. Yüce bir tarîkata mensup olan bir kimse diğer bir yüce tarîkata intisâb edebilir mi? Cevap: Bu kimse eğer şeyhi vefât etmişse herhangi bir yüce tarîkatta kâmil bir zâta ulaşırsa tereddütsüz intisâb etmeli ve tarîkattaki eksikliklerini tamamlamalıdır. Vefât etmemişse aynı şekilde intisâb edebilir. Çünkü yüce tarîkatta tekâmül etmiş olan bir zât bütün tarîkatların kaynağından feyz almış ve hepsine âşinâ olmuştur. Soru 2. Teberrüken tâbirinden maksat nedir? Cevap: Yâni bir şahıs kâmil bir şeyhi hayatta olduğu halde diğer bir şeyhin râbıtasını yapmak veya terbiyesi altına girmek edebe muhâlif olduğundan diğer şeyhin ancak sohbetiyle şereflenip ve güzel nefeslerinden feyz ve bereket kazanmak maksadıyla intisâb edebilir yâni râbıtasını yapamaz. Soru 3. Bir sâlik ne zaman kadar râbıtaya yapmalıdır? Cevap: ‘Ey îmân edenler! Allah Teâlâ’yı çok zikredin’ (Ahzab 33/41.) âyet-i celilesindeki mü’min şüphesiz zâhir ve bâtını itibâriyle bütün/mükemmel bir mü’mindir. Zikretmekle emrolunan da bu toplam (zâhir-bâtın)dır. Yâni yalnız dil veya kalp gibi bir parça değildir. Binâenaleyh insanın bütün bedeninin aynı şekilde bâtında olan kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefsinin de zikreylemesi gerekiyor. Bu zikre ulaşmaksa yol gösterici bir gönül doktoru mürşid-i kâmilin zâhir ve bâtınından yardım ve feyz almasıyla mümkün olabileceğinden bir sâlik bu zikirleri temin edince ve murâkabe derslerine ulaşıncaya kadar râbıtadan vazgeçemez. Murâkabe derslerine ulaştıktan sonra ihtiyaç hissederse râbıta yapar etmezse yapmaz. Soru 4. Bir şeyhin kâmil olup olmadığının alâmeti nedir? Cevap: Söz ve davranışlarıyla şerîat ve sünnet çizgisinden ayrılmayan, sohbetlerine devâm eden sâlike Allâh’ın zikir ve sevgisinin husûle gelmesini sağlayabilen şeyh, kâmil bir mürşid sayılır. Şu kadar var ki temyiz kuvveti olmayan âciz bir insan olursa ve şeyhin velâyeti hakkında tevâtür var ise dînen tevâtürü kabûl etmekle mükelleftir. Soru 5. Bir sâlik bir şeyhin irşad ve terbiyesinden müstefid olmadığı takdirde ne yapmalıdır? Cevap: ‘İlim ikidir: Biri bedenlere dâir diğeri de dinlere dâir olanıdır’ (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.89. ) hadîs-i şerîfine bakarak tıp ilimleri ile din ilimleri arasında birçok bağ vardır. Binâenaleyh hasta olan bir kimse önce bir doktora başvurur, ilacını, iğnesini vs. malzemesini öğrenir ve doktorun emrini eksiksiz yerine getirir. Ancak beklenen şifâya ulaşamazsa şüphesiz başka bir doktora mürâcaat eder ve bundan dolayı da ayıplanmaz. Şu kadar var ki aldığı emirlere riâyet etmediği takdirde kusurlu görülür ve bu konuda kendisi kınanır. Aynı şekilde bir sâlik ile bir mürşid arasındaki hâl ve keyfiyet bu minvâl üzeredir. Bir sâlik mürşidin emirlerini, yasaklarını yerine getirdikten sonra istenen netîceye ulaşılamadığı takdirde diğer bir mürşidi aramakta mâzurdur hem de aramalıdır. Soru 6. Bir sâlik kalp veya diğer beş letâifinden birinde diğerinden fazla harâret hisseder ve bu sebeple rahat ve huzûrunu kaybederse ne yapmak lazım gelir? Cevap: Harâretin şiddeti geçip de normal hâline dönünceye kadar zikrini terk eyler. Şu kadar var ki harâretin kalması giderilmesi mümkün olmazsa bâzen râbıta ve bâzen salât ü selâm ile meşgûl olmak gerekir. Es’ad-ı Erbilî’nin (ks) Bu Mektubundan Öğrendiklerimiz:
- Müslümanlara hitâb ederken sevgi ve saygı içeren ifâdeler kullanılmalıdır.
- Eğitimde soru-cevap usûlünden istifâde edilmelidir.
- İnce meselelerde herkesin anlayabileceği örnekler ve hoş bir üslûp kullanmalıdır.
- Müslümanlar maddî yaşamlarını olduğu gibi mânevî hayatlarını da Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’den ilhâm alarak şekillendirmelidir.
- Mürşid-i kâmiller mânevî gelişimlerini tâkip ettikleri müridlerine sözlü veya yazılı şekilde yardımcı olmalıdırlar.
- Mürşid-i kâmillerin kâmillikleri dînin zâhirine ve sünnete riâyetlerine, sohbetine katılan müridlerin ondan feyz almasına bağlıdı
Güncelleyen: Fatih Çınar
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak