Ara

‘Mektûbât-ı Es’âd-ı Erbilî (ks)’

Güncelleme: Fatih Çınar   Bismillahirrahmanirrahim Hak Teâlâ Hazretleri Kelâm-ı Kadîmi’nde; ‘Sizden insanları hayra davet eden iyilikleri emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek (manada) kurtuluşa erenlerdir’[1] buyurmuştur. Bu ayet-i celilenin kısa bir tefsiri/açıklaması aşağıda verilecektir.   Bilindiği gibi ehl-i imanı kâfirlerin cahiliyye devirlerine ait âdet gayr-i meşru davranışlarından sakındırıp, dünyevî ve uhrevî kurtuluşa sebep olabilecek hakikatler sırasında genele hitap ayetlerde öncelikle takva ve taat sonra iman erbabının birbirleriyle ittifak/birlik ve muhabbet/sevgi içerisinde olmaları emir buyrulmuştur.   İslâm’ın getirdiği bu hakikati İslâm cemiyeti/toplumu içinde bulunan ve bu hakikatlerden habersiz dağlı, köylü, şehirli bütün herkese öğretmek ve anlatmak konusunda (Allah Teâlâ) buyuruyor ki, ‘Ey İslâm cemaati! Sizlerden bir taife/grup dinî ilimleri öğrenip tahsil ettikten sonra avâm-ı nâsı/toplumun bütün kesimlerini gerçek tevhide davet etsin. Dinin ve aklın meşru/uygun gördüğü şeyleri kendisi ifa ettikten/yerine getirdikten sonra diğer insanlara da emretsin. Aynı şekilde din ve akıl ölçülerine göre kabih/kötü, meşru olmayan kendisi terk ettikten sonra başkalarını da o kötülükten sakındırsın. İşte bunlar gerçek anlamda kurtuluşa eren kimselerdir. Şayet bu kimseler Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına itina göstermez ve ilimleri gereğince emirlere yapışıp uygulamazlarsa bu kimseler ilahî hükümleri insanlara ulaştırmaya layık olamazlar. Dini hükümleri tebliğ etse bile bir tesiri olmaz. Sözün kısası Hak Teâlâ hazretleri, insanların ilimden uzak olanlarının cehalet ve günah karanlıklarından kurtulup marifet nurlarından istifade edebilmeleri için özel bir grubun/cemaatin ilim ve amel olarak hazır bulunmasını farz-ı kifaye yoluyla farz kılmıştır. Bu yüce/mukaddes vazifenin iftihar vesilesi olan yükü ise şüphesiz, zâhir ve bâtın olarak âlim olma vasfını/sıfatını elde etmiş meşâiyih-i kiramın uhdesine verilmiştir/bahşedilmiştir.   Öncelikle zâhir ilim sahiplerinden bahsedelim. İlim yolunu seçip bu yolda ilerleyenlerin memleketlerini terk ederek sevdiklerinden ayrılarak on beş yirmi sene kadar bir zaman medrese köşelerinde mihnet/zorluk, gurbet ve sıkıntı içinde güçleri nispetinde ilim tahsiline gayret sarf ederek âlim oldukları herkesin gördüğü ve kabul ettiği bir gerçektir. (İlimde belli bir noktaya geldikten sonra) şer’î/dinî meseleleri isteyenlere öğretmektedirler. Allah, onların çalışmalarını şükre vesile kılsın.   Fakat zâhirî ilimden daha önemli ve daha ince olan bâtınî ilim hakkında bugün neredeyse halkın tamamının görüşü ve ortak kanaati şöyledir: ‘Her biri dergâh idare eden şeyh efendilerin sahip olduğu ilimdir.’ Din kardeşlerimizin noksanlarımızı nezaket icabı yüzümüze söylemedikleri bir anda yukarda geçen ayet-i kerime gereğince;
  • Öncelikle seyr ü sülük sayesinde tahsil etmiş olduğumuz tarikat adabımızı;
  • İkinci olarak söz, fiil ve inanç açısından dinin sınırları içerisinde bulunan amel ve ibadetimizi;
  • Üçüncü olarak tarikat erbabı yetiştirmek konusunda istenilen çalışma ve gayretimizin eserlerini araştırmadıkları ve bu konuda şahsî/yanlı düşüncelere sahip olduklarında şüphe yoktur.
  ‘Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz’[2]  hadis-i şerifine uyarak insan herkesten önce kendi noksanlarını arayıp bulmaya ve ondan sonra o noksanlarını düzeltmeye hızlı bir şekilde sarılması gibi irfan olamaz.   Bilindiği gibi tarikat halkasından gelip geçen bütün salih ve kâmil veliler sürekli olarak kendi kusur ve noksanlarını kontrol ve araştırmaktan geri durmamışlardır. Nefislerini suçlamaktan, azarlamaktan ve hor görmekten hali kalmamışlardır. İmanlarını güçlendirmekten, yakînlerini artırmaktan ve irfan tahsil etmekten müstağni durmamışlardır. ‘Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz’[3] hadis-i şerifine sarılarak feyz ve istifade yolundan ayrılmamışlardır. Mensup oldukları temiz din ve nurlu tarikatın/yolun nuru/ışığı ile saadet/mutluluk konağına ulaştıkları gibi müntesiplerini de o istikamete yönlendirerek kurtuluş yollarının şâhı olan necata, yol gösterici ve irşat edici kimseler olmuşlardır.   Zamanımızda yaşayan din kardeşlerimizin tarikat eğitimi için önceki salih kimselere müracaat edemeyecekleri açık olduğundan dönemimizdeki şeyhlere başvurarak ihtiyaçlarını dile getirmeleri zaruridir.   Tarikata girmek isteyenlerin maddî-manevî feyz ve terakki/ilerleme sebeplerini temin ve özellikle şeriat-tarikat yönünden itikatlarını/inançlarını bozabilecek söz ve fiillerden onları korumak zamanımız şeyhlerinin yerine getirmeleri gereken bir fariza ve görevleridir. Bu hizmetleri, onların dünya ve ahirette iftihar vesileleridir.   Cenâb-ı Hak (celle ve alâ) cümlemizi bu gibi mukaddes hizmetlerden mahrum buyurmasın. Büyük üstat ve pirlerimizin feyz ve bereketlerini üzerimizden eksik etmesin. Âmin.   Es’âd-ı Erbilî’nin (k.s) Bu Mektubundan Öğrendiklerimiz:
  1. Söze ‘Besmele’ ile başlamalıyız.
  2. İlim anlayışımızı zâhir ve bâtın dengesi üzerine inşa etmeliyiz.
  3. Dini bir konuda irşat yapabilmek için sağlam bir ilmi yapıya sahip olmalı ve bu ilmin gereğince davranan bireyler olmalıyız. Tebliğ görevinde bu hususlar olmazsa tebliğ hizmetinin bir tesiri olmaz.
  4. Müslümanlar içerisinde halkın tamamını irşat edecek ve yol gösterici konumuyla onları doğruya sevk edecek özel bir cemaat/grup her zaman olmalıdır.
  5. İlim, zorlu süreçler ve çeşitli sıkıntılardan sonra elde edilen bir güzelliktir. İlim ehline dua etmeliyiz.
  6. Zahirî ilme değer verdiğimiz gibi ondan daha titiz ve dikkatli olmamız gereken bir süreci ifade eden bâtınî ilme de yönelmeliyiz.
  7. Meşayih, ‘manevî yolculuk, dinin sınırlarında hareket etme ve Allah’a kavuşmayı arzu edenleri yönlendirme’ gibi vazifeleri ifa etmektedirler.
  8. İlim, serüvenimiz beşikten mezara kadar sürmelidir.
  9. İnsanları Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarıyla irşat etmek ahirette iftihar etmeye vesile olacak önemli bir hizmettir.
  10. Sözlerimizin sonu dua cümleleriyle süslenmelidir.
          [1] Âl-i İmran 3/104. [2] Tirmizi, Kıyame 25. Bu ifadenin Hz. Ömer’e (r.a) ait olduğu belirtilmektedir. [3] Bu ifade hadis kaynakları arasında bulunamamıştır. Keşfü’z-Zünûn, c.I, s.51.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak