Ara

Mehmed Ākif’in Milletimize En Güzel Hediyesi: İstiklâl Marşı

Mehmed Ākif’in Milletimize En Güzel Hediyesi: İstiklâl Marşı

Mehmed Âkif’i şâir kimliğiyle ve daha çok İstiklâl Marşımızı yazması dolayısıyla tanıyoruz. Fakat Âkif’in mücâdelesinde İstiklâl Marşı buzdağının görünen yüzüdür. Âkif’in ilk gençlik çağlarından ītibâren çevresine tesir eden şahsiyeti, 1908’den ītibâren yayınladığı gazete yazıları, 1893’ten ītibâren yazdığı şiirleri, 1906’dan ītibâren başladığı Hocalığı, I. Dünyâ Savaşı yıllarında Teşkilât-ı Mahsusa çatısı altında yaptığı istihbârî/askerî faaliyetleri, millî mücâdele yıllarındaki vaazları, I. Meclisteki siyâsî mücâdelesi ve tefsir çalışmaları bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Kısacası Âkif milletinin ihtiyaç duyduğu hemen her alanda görev alarak benzeri az bulunur bir hayat hikâyesine imzā atmıştır.

Mehmed Âkif hakkında yazmak her zaman zor olmuştur. Çünkü ne yazsanız eksik kalacağı hissine kapılırsınız. Karşınızdaki isim öylesine farklı yönleriyle temâyüz etmiştir ki hangisine el atsanız içinden çıkamazsınız. Kaleminiz çâresiz kalır ve büyük bir hürmet ile bu benzersiz ismin karşısında susarsınız.

Âkif sâdece Osmanlı son döneminin değil Türk-İslâm târihinin mihenk taşlarından biridir. Tüm târihimizi taradığımızda Âkif’e denk olabilecek birkaç isimden başkasını bulamazsınız. Bu bakımdan Âkif’i Yüce Allâh’ın bu millete bir ihsânı olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü Âkif bu milletin en zor zamânında ruhları harekete geçiren, milyonların ayağa kalkmasına vesîle olan büyük bir destandır.

Âkif bu milletin İstiklâlini ve İstikbâlini şahsında deruhte ederek yolu açmıştır. Âkif’in mücâdelesi sanılanın aksine İstiklâl Harbinden çok önce başlamış, İstiklâl Harbi sıralarında zirveye ulaşmış ve savaşın nihâyetinde farklı bir boyuta geçmiştir.

Âkif; karakteriyle, îmânıyla, cesâretiyle, duruşuyla, ilmiyle, şâirliğiyle, hitābetiyle, mücâdelesiyle kısacası numûne şahsiyetiyle asırları kucaklayan bir ahlâk adamıdır. Kur’ân ve Sünnet bu ahlâk âbidesini ortaya çıkaran iki büyük kaynaktır. Sahabe hayâtını kendisine düstûr edinen bu büyük münevver, ömrünün sonuna kadar duruşundan zerre kadar tāviz vermemiştir.

Âkif’in yaşadığı yıllar milletimizin en karanlık yıllarıdır. İnsanlarımızın oraya buraya savrulduğu, münevverlerin bile yolunu bulmakta zorlandığı bu zamanlarda sapasağlam bir kale misali tereddüte düşmeden, sözünü esirgemeden, duruşunu bozmadan vatanın ve milletin selameti için ateşten gömleği giyen gizli bir kahramandır Âkif. Kahramandır çünkü Anadolu’da başlayan millî mücâdeleye dâir milletin kafasındaki tereddütleri ortadan kaldıran asıl isim Âkif’tir. Çünkü Anadolu insanı Âkif’i uzun yıllardır gazetelerdeki yazıları/şiirleri dolayısıyla tanıyor ve bu büyük İslâm şâirine güveniyordu. İşte kafaların karışık olduğu böylesi bir zamanda Âkif’in Ankara’ya dāvet edilmesi ve milleti iknâ etmesi için Anadolu’ya gönderilmesi Millî mücâdelenin dönüm noktasıdır.

Nurettin Topçu hayâtının her aşamasında kendisine örnek aldığı Âkif’i şöyle anlatır: “Büyük adam, eseriyle hayâtını birleştiren adamdır. Biz onda şu vasıfları arıyoruz: Önce bütün ömründe aynı kanâatin, aynı îmânın sāhibi olan adamdır. Devirlere, zarûretlere, cemiyetlere göre değişmez, muhitine uymaz; muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten daha kuvvetlidir, cemiyeti sürükleyicidir. Bu karaktere sāhip insanların, yāni değer īmâr edenlerin bir kısmı zekâsıyla, bir kısmı kalbi ve hisleriyle, bir kısmı da irâdesiyle başka insanlara ve cemiyete üstündür, velûddur, sāhiptir veya velîdir… İşte Âkif yaradılışın bu lütfuna uğramıştı… Bizi bu dünyâda iken büyük mahkemenin huzūruna yükselten bir mürşiddir, büyük kurtarıcımızdır. Hattab’ın oğlu Ömer’in XX. asırda yaşayan mürîdi, onun gibi haşin mizaçlı, sert yürüyüşlü, zulme tahammülsüz, riyâ karşısında şiddet taşıran bir îman heykelidir. Edebiyat ve sanat târihimizde Âkif’in yeri, derinlikte Yûnusların ayakucunda ise azametle parlaklıkta Fuzulîlerle Sinanların başucundadır. Âkif, yalnız yirminci asrın Müslüman-Türk şâiri değil, dokuz yüz yıllık târihimizin en yükseklerde duran terennümcüsüdür. O koca bir târihin türbedârıdır. Dînî sanat denen zirve edebiyatının kapısı yirminci asırda Âkif’in eliyle açıldı. Bu kapıdan girmek kolay değil; çünkü pek yüksek. Ona tırmanmak için büyük ruh kuvveti lâzım… Âkif’i konuda, kāfiyede, tasavvurların dar çemberi içinde tanımaya çalışmak beyhûdedir.”

İstiklâl Marşı Pusulamızdır

Millî marş olarak kabûl edilişinin yıl dönümünde Mehmed Âkif’i daha yakından tanımak sorumluluğundayız. Bu sorumluluk en küçüğünden en büyüğüne milletin tüm fertlerine düşen bir görevdir. Bunun yolu ise bu kutlu metni kaleme alan Mehmed Âkif’i ve metnin yazıldığı şartları yakından tanımaktan geçer. Allâh’ın lütfu olan böylesi bir mānâ erini tanımadan İstiklâl Marşının rûhu anlaşılamaz. Âkif hem seciyesi hem de ahlâkı ītibâriyle numûne bir şahsiyettir. Dînine, vatanına ve milletine olan sevgisini bir ömür hayâtıyla göstermiştir. İstiklâl Marşı işte bu sevginin ve bağlılığın en yüksek nişânesidir. Yeryüzünde hiçbir milletin bu denli derin, etkileyici, yol gösterici bir millî destânı yoktur.

Âkif hem doğuyu hem batıyı yerinde tahlîl etmiş münevverlerimizin başında gelir. 1914 yılında Teşkilât-ı Mahsusa tarafından görevlendirildiği Almanya’da gördükleri şâirin iç dünyâsında fırtınalar doğurmuştur. Makineye hükmeden Almanların iş ahlâkı, temizliği, disiplini, çalışkanlıkları Âkif’i aradığı senteze götürmüştür. Almanların hep bir ağızdan seslendirdikleri güftesi 1797 yılına āit millî marşları Âkif’in etkilendiği manzaralardan biridir. 1841 yılında ünlü Alman besteci Joseph Haydn tarafından bestelenen bu şiir bir milletin mısrâlarla nasıl şahlandığının en açık örneğidir. Deutschland, Deutschland über alles/Über alles in der Welt (Almanya, Almanya her şeyin üstünde/Dünyâdaki her şeyin üstünde) mısrâlarıyla başlayan bu marş Almanların tüm cephelerde yüksek sesle hep bir ağızdan söyledikleri mutābakat metni hâline dönüşmüştür. Çanakkale harbi başladığında Âkif’i bu kez Arabistan çöllerinde istihbârat faaliyetlerinde görürüz. Âkif, İstiklâl Marşını müjdeleyen ilk metin olan Çanakkale Şehitlerine şiirini işte bu çölde yazmaya başlamıştır. Âkif Çanakkale cephesinden çok uzakta bulunmasına rağmen ādetâ cephedeki bir Mehmetçiğin gözünden görerek, hissederek yazmıştır. Hâlen Çanakkale denilince ilk akla gelen metin de budur. İstiklâl Marşı’nı müjdeleyen bir diğer metin ise Bursa’nın işgāli üzerine yazdığı “Bülbül” şiiridir.

Cemil Meriç bir yazısında Âkif’i şöyle tārif eder: “Emperyalizm hiç bir zaman Âkif kadar müthiş bir düşman tanımamıştır. Âkif hem bir ülkenin sesidir, hem de bütün bir kıtanın.” Âkif kalemiyle tek başına bir cephedir. Yıkılmaz, sarsılmaz bir îman kalesi. Aynı kararlılık Millî Mücâdele yıllarında da kendisini gösterecektir. 1920 yılında oğlunu da yanına alarak zor şartlarda Ankara’ya geçen Âkif, İstiklâl Harbinin hemen her cephesinde milleti millî mücâdeleye dāvet eden vaazlar vermiştir. Ankara'ya varır varmaz Konya Ayaklanması'nı önlemek için buraya gönderilmiş, buradan da Kastamonu'ya geçmiştir. Halkı, Millî Mücâdeleye destek vermeye teşvîk etmek için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu'daki Nasrullah Câmii'nde verdiği vaaz basılarak tüm vilâyetlere ve cephelere dağıtılmıştır. Âkif’in bu vaazları milletin millî mücâdeleye dâir tereddütlerini de kökünden kesip atmıştır.

İstiklâl harbinin yaşandığı bu dönemde Meclis tarafından Millî Marş yazılması için bir yarışma īlân edilmiştir. Yarışmanın son mürâcaat târihi olan 23 Aralık 1920'ye kadar gönderilen toplam 724 eser jüri tarafından değerlendirilse de hiç biri o rûhu yansıtabilecek kudrette bulunmamıştır. Aslında bu şiiri yazacak kişiyi herkes biliyordu: Mehmed Âkif. Fakat yarışmada vaad edilen para ödülü sebebiyle yarışmaya katılmayan Âkif, dönemin Maarif Vekîli Hamdullah Suphi tarafından iknâ edilmiş ve ödülsüz şekilde görevi kabûl etmiştir. Âkif, verdiği söz üzerine İstiklâl Marşı'nı bir gecede yazmıştır. İlk mısrâ Hasan Basri'nin (Çantay) evine çay içmeye gittikleri sırada ilham olmuştur. Bir sağa bir sola giden ve yerinde duramayan Âkif'in en son boş bir odadan sayhası işitilir. Hasan Basri odaya girdiğinde kâğıt olmadığı için duvara yazılmış "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" dizesini görmüştür. Sonrasında Âkif hızla oradan ayrılarak kaldığı Taceddin Dergâhı’na dönmüş ve milletin rûhunu tutuşturan metni tamamlamıştır. Sevr Mağarasında Hz. Peygamber’in (sav) Hz.Ebubekir’e (ra) söylediği şu cümle Âkif’in işâret fişeği olmuştur: “Korkma Yâ Ebubekir! Allah bizimledir."

Milletimizin uyanışına ve dirilişine vesîle olan İstiklâl Marşı ādetâ ilâhî bir el tarafından Âkif'e yazdırılmıştır. Bunu Mehmet Âkif şöyle anlatır: "Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hātırasıdır. O şiir bir daha yazıl(a)maz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!"

Mart 2022, 54-55-56-57

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak