Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk yıllarında yayımlanan Kur’ân-ı Kerîm tercümeleri üzerine ilim çevrelerinde ve basında yoğun tartışmalar yaşanması konunun TBMM’ye taşınmasına yol açtı. Kur’ân-ı Kerim’in tercüme ettirilmesi için sunulan önerge, 21 Şubat 1925 târihinde TBMM’de kabûl edildi. Konu ile alâkalı Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Ahmet Hamdi Akseki görevlendirildi. Akseki’nin sekiz aylık çalışmaları ve görüşmeleri sonucunda tefsîrin Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a, meâlin Mehmed Âkif Ersoy’a ve Sahîh-i Buhârî tercüme ve şerhinin Babanzâde Ahmed Naim Efendi’ye verilmesi kararlaştırıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı temsîlen Ahmed Hamdi Akseki ile 26 Ekim 1925 târihinde Beyoğlu Dördüncü Noteri’nde (noter Midhat Cemal Kuntay’dır) Elmalılı ile tefsîr, Mehmet Âkif ile meâl sözleşmesi imzâlandı. Mehmed Âkif, mukaveleyi imzâladıktan birkaç ay sonra 1926 yılının başlarında Mısır’a gitti ve yerleşti.
Mehmed Âkif Ersoy, Diyanet İşleri Başkanlığı ile meâl sözleşmesini feshettiği Aralık 1931 târihine kadar meâl çalışmalarına Mısır’da aralıksız devâm etti, hattâ vefâtına kadar meâl çalışmalarını hiç bırakmadı. Âkif, Aralık 1931’de meâl sözleşmesini feshedince, hükûmet yapmayı planladığı inkılaplar için Türkçe meâl arayışına başladı. Bunu fırsat bilen Albay Cemil Said, Katolik Albert de Biberstein Kazimirski’nin 1840 yılında Fransızcaya tercüme ettiği Kur’ân meâlini, Fransızcadan Türkçe’ye çevirdi ve Mustafa Kemal’e takdîm ederek 3.000 liralık kıymetli bir ödül aldı. Fakat söz konusu tercüme incelendiğinde çok başarısız olduğu anlaşıldı ve hemen devre dışı bırakıldı. Mustafa Kemal, hiçbir tercüme üzerinde karar veremiyor ve Âkif’in meâlini istiyordu. Bunun için 2 Şubat 1932 târihinde: ‘Şâir Mehmed Âkif’in yaptığı tercümeyi isteyelim, vermezse çaldıralım’ emrini verdi. Elçilik yoluyla birkaç defa Âkif’ten meâl istenildi ve kendisine maddî her türlü teklif yapılmasına rağmen Âkif meâli teslîm etmedi.
Âkif 1935 yılı başlarında hastalandı ve Temmuz 1935’te Antakya’ya tebdîl-i hava için gitti, fakat rahatsızlığı artarak devâm etti. Doktorların ısrarla tavsiyeleri üzerine İstanbul’a, memleketine dönmeye karar verdi. Mısır’dan ayrılmadan önce çok sevdiği Sultan Mahmud Medresesi’nde müderris olan Yozgatlı Mehmed İhsan Efendi’yle (ö. 1961) görüştü ve ‘Ben sağ olur da gelirsem, noksanlarını ikmâl eder, ondan sonra basarız. Şâyet ölür de gelemezsem bunu yakarsın’ diyerek meâli kendisine emânet etti. Haziran 1936’da İstanbul’a gelen Âkif’in, pek çok ziyâretçisi oldu. Ziyârete gelenler arasında Mustafa Kemal’in meâl için gönderdiği Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Us da vardı. Hakkı Tarık ziyâreti esnâsında Âkif’e, Mustafa Kemal’in meâli istediğini söyleyince: ‘Tercümeyi Mısır’da birine verdiğini, onun da başka birine verdiğini öğrendiğini, hâsılı geri alamadığını öğrendikten sonra zâten bu tercümeyi beğenmediğini, inşâallah iyi olursa yeniden bir cüz tercüme ederek onu takdîm etmeyi ve onu beğenirlerse devâm edeceğini’ ifâde etti. Mustafa Kemal’in meâl için yaptırdığı diğer girişimlerden de bir sonuç alınamadı. Altı ay İstanbul’da, memleketinde tedâvi gören Âkif’in hastalığı daha da ilerledi ve 27 Aralık 1936 Pazar günü akşam saat 19:45’te ebediyete irtihâl etti.
Âkif’in vefâtından birkaç yıl sonra, meâli Mehmed İhsan Efendi’ye verdiği öğrenilince yetkililer resmen teşebbüse geçtiler. Mehmed İhsan Efendi kendine ulaşıldığı her seferde ‘Yok ettim, yaktım’ cevâbını veriyordu. Yıllar sonra Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de, Mısır’a gittiğinde Mehmed İhsan Efendi ile görüştü ve tercümeyi istedi, M. İhsan Efendi, Yücel’e: ‘Rahmetli Âkif Bey, Kur’ân tercümesini, evet, bana verdi, şu vasiyeti yaparak: İyileşirse kendisine iâde etmek, ölürse yakmak şartıyla… Onun öldüğünü haber alır almaz yaktım.’ dedi. Yıllar içerisinde Eşref Edip, Ömer Rıza Doğrul gibi zâtlar da Âkif’in meâli için Mısır’a, M. İhsan Efendi’ye mürâcaat etmiş, fakat hepsi eli boş dönmüştü.
Mehmed İhsan Efendi vefâtı olan 1961 yılına kadar Âkif’in meâlini sakladı ve yakmadı, yakamadı. Ali Ulvi Kurucu’nun ifâdelerine göre M. İhsan Efendi, oğlu Ekmeleddin’e vefâtından önce çalışma odasındaki kilitli çekmeceyi göstererek şöyle vasıyet etmişti: “Âkif Bey’in yak dediği bir şeyi ben yakamadım, vasıyeti yapamadım, sen yak. Korkuyorum, bu adamların niyeti hâlis değil, Allâh’ın kelâmını suistimâl edecekler.” Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Bey de benim şiir hocam. O da bu işlerde son derece hassas tabii. “Îmânımızı onlar yakmadan, gel Ekmeleddin biz onu yakalım” diyorlar, yakıyorlar.”
İbrahim Sabri Bey, Ekmeleddin İhsanoğlu, Osman Saraç, Ali İhsan Okur ve İsmail Hakkı Şengüler’den oluşan beş kişilik ekip, Şengüler’in Mısır’ın Abbasiye semtinde bulunan bahçeli müstakil evinin balkonunda, alüminyum bir leğenin içerisinde Âkif’in meâlini ve M. İhsan Efendi’nin istinsâh ettiği meâl nüshasını da yakarlar.
Mehmed Âkif’in Kur’ân Meâli’nin Küllerinden Doğuşu
1992 yılında İsmail Hakkı Şengüler’in, Âkif’in meâlini ve Mehmed İhsan Efendi tarafından istinsâh edilen nüshasını arkadaşlarıyla yaktıklarını kamuoyu ile paylaşması, meâlin ortaya çıkacağı konusundaki ümit kırıntılarını da neredeyse yok etmişti. Ümit kırıntıları aradan geçen 20 yıldan sonra, 2012 yılının Eylül ayında, Recep Şentürk ve Âsım Cüneyt Köksal tarafından hazırlanan Mehmet Âkif’e âit Kur’ân Meâli’nin yayımlanması ile tekrar canlanmaya ve yeşermeye başladı.
Mehmed İhsan Efendi’nin talebelerinden Mustafa Runyun’un, Mısır’da bulunduğu yıllarda Mehmed Âkif’in meâlinin Fâtiha sûresinden Tevbe sûresinin sonuna kadar yâni 206 sayfalık kısmını daktilo ettiği şöyle tesbît edildi: Mustafa Runyun’un oğlu Ali Yahya Bey, babasının sağlığında onun evrakları arasında teksir kağıtlarına daktilo edilmiş bir dosya bulunca babasına bunun ne olduğunu sorar. Mustafa Runyun “Bunları nereden buldun? Bu Âkif’in meâlidir!” diye cevap verir. Mustafa Runyun’un vefâtına kadar bu dosya âilede muhâfaza edilir. 1988 yılında Mustafa Runyun vefât eder. Ali Yahya Bey, tâziye ziyâreti için gelen Recep Şentürk’e dosyadan haber vererek dosyayı kendisine emânet eder. Yıllarca dosyayı muhâfaza eden Recep Şentürk, yaptığı istişâreler sonucu meâli hazırlayıp yayınlamaya karar verir. Çalışma hazır hâle getirilerek Eylül 2012 târihinde Mahya Yayınları’ndan neşredilir ve okuyucu ile buluşur.
Âkif’in meâli Mahya Yayınları’ndan neşredilince kamuoyu ikiye bölünür; bir kısmı meâlin orijinalinin olmadığını, Latin harfli daktilo nüshası olduğunu ve Âkif’e âit olamayacağını ileri sürerken, diğer kısım meâlin dili ve metodu ile Âkif’e âit olduğunu iddia ederler. Bu tartışmalar sürüp giderken 2016 yılında önemli bir gelişme daha olur.
Mehmed Âkif’in Kur’ân Meâli’nin Orijinal Nüshasının Yayımlanması
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 26 Ekim 1925 târihinde Elmalılı ve Âkif ile yaptığı anlaşma sonrası 1926 yılı başında Âkif’in Mısır’a gittiği mâlûmdur. Âkif’in, Elmalılı ile ortaklaşa yaptığı çalışmada, Elmalılı tefsîrinin içinde yayınlanacak meâl yerlerinde, Âkif’ten kendisine gönderilecek meâller yer alacaktı. Elmalılı, Âkif’e yazdığı târihsiz mektupta Hûd sûresinin tefsîrini tamamlamak üzere olduğunu belirterek, konu ile alâkalı şunları yazmaktadır: ‘Şimdiye kadar Diyânet İşleri Riyâseti’ne on bir cüz’ü tevdi’ edebildim. Bunlardan zât-ı âlînize âit olmak üzere tebyîz edilmiş olanlar da benimkilerle berâber nezdimde mahfûzdur. Lâkin hepsinin meâl-i şerîf yerleri, bilâhare yazılmak üzere boş duruyor ki gönderdiğiniz zaman birâder yazacaktır.’ Elmalılı’nın 24 Şubat 1927 târihinde Ahmed Hamdi Akseki’ye yazdığı mektupta, Âkif’in meâllerden A’raf sûresini de gönderdiği ifâde edilmektedir. Bu mektup, Elmalılı’da, Âkif’in 176 sayfalık -Fâtiha sûresi-A’raf sûresi arası- meâlinin bulunduğunu göstermektedir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır üzerine olan doktora tezimizle alâkalı çalışmalar yaptığımız esnâda, 2012 târihinde Elmalılı’nın torunu Mehmet Hamdi Yazır ile tanıştık. Mehmet Hamdi Bey, nezdinde mahfûz olan dedesinin çok kıymetli metrûkâtını araştırma ve incelememize açınca, Elmalılı’nın kendi el yazmaları olan, kamuoyu tarafından bilinen ve bilinmeyen eserleriyle karşılaştık. Tefsîr, meâl, usûl-i fıkıh, fıkıh, felsefe, mantık, edebiyat, dil, şiir, hat sanatı gibi birçok farklı alanda telif-tercüme yazma eserlerin üzerinde uzun zaman tasnîf ve tarama çalışmaları yaptık. Tasnîf ve tarama sonrası Elmalılı’nın birçok eseri üzerine bilimsel makaleler yayımladık ve söz konusu eserlerin bir kısmının neşrini yaptık. En son yayınımız Ekim 2024’te Mahya Yayınları’ndan çıkan ‘Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Yeni Kur’ân Meâli’ ile Ağustos 2025’te Ketebe Yayınları’ndan çıkan ‘Hattat Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ oldu.
Elmalılı terekesi yayınlarımızdan birisi de Aralık 2016’da yayımladığımız iki cüzlük ‘Mehmed Âkif Ersoy’un Kur’ân Meâli’ idi. Âkif’in kendi el yazısı ile kaleme aldığı meâl, Elmalılı’nın metrûkâtı arasında tesbît ettiğimiz, Elmalılı’ya gönderdiği meâllerdendir. Aralık 2016’da orijinali ile berâber yayımladığımız Âkif’in iki cüzlük meâli, 2012 yılında yayımlanmış ve üzerinde birçok tartışmayı da berâberinde getirmişti. Bazı iddia sahipleri yüksek sesle ‘Âkif’e âit değil, olamaz, orijinali yok’ iddialarında sâbitkadem olmuştu. Âkif’in iki cüzlük orijinal meâli ile 2012 yılında yayımlanan meâlinin, karşılaştırdığımızda, birbirine -birkaç kelime ve ek hâriç- tıpatıp benzer oldukları anlaşıldı ve 2012 yılında yayımlanan meâlin Âkif’e âit olduğu yayımladığımız orijinal metinle net bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Âkif’in iki cüzlük meâli yazdığı defter, karton kapağında ‘Okulu, Öğrencinin ismi…’ gibi Arapça öğrenci bilgilerinin yer aldığı, 18x23 cm ebatlarındaki çizgili 19 satır, her iki tarafından kırmızı çizgi ile yazı içi ebatlanmış özelliklere sâhiptir. Âkif, defterin 54 sayfasına, siyah mürekkeple kendi el yazısı rika hattıyla Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtiha sûresi ile Bakara sûresinin 252. âyeti kerîmesi dâhil iki cüzlük meâl yazmıştır. Âkif, defterin üst orta kısmına defterin sayfa numaralarını yazmış, dördüncü sayfayı sehven iki defa yazmış, bu yüzden son sayfaya yazdığı 53 rakamı tarafımızdan 54 olarak düzeltilmiştir. Meâlinde, Kur’ân-ı Kerîm’in sayfalarını belirtmek için ayrıca sayfa 1, sayfa 2… şeklinde, sayfaya göre meâlin başladığı yerin üst kısmına gelecek şekilde meâl sayfa numarasını yazmıştır. Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’in cüz ve meâl sayfaları Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin ilk beş âyeti birinci sayfa olarak başlatılmaktadır. Âkif, meâlin birinci sayfasını sehven Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin on altıncı âyeti arası olarak numaralamış, yine sehven ikinci sayfasını Bakara sûresi 17-24 arası, üçüncü sayfasını 25-29 arası olarak yazmış, dördüncü sayfayı yazmamış, beşinci sayfada sayfa numarasını düzelterek ‘sayfa 5’ yazmıştır. Meâlde birinci sayfadan son sayfaya kadar herhangi bir boş sayfa bulunmamaktadır.
Âkif, Fâtiha sûresini tek sayfaya yazarak, yedinci âyet için parentez içi iki ayrı meâl daha kaleme almıştır. Meâl sayfa numaralarının yazılması dışında Bakara sûresinin meâli kesintisiz devâm etmektedir. Âkif’in âyet-i kerîmeleri birbirine bağlayarak yaptığı meâlde, âyet-i kerîmelerin numaraları yazılmamıştır.
Âkif meâlini, arı-duru, sâde bir Türkçe ile yazmıştır. Âyetleri birbirine bağlayarak, mânâ bütünlüğü içerisinde ele alarak farklı bir meâl metodu kullanmıştır. Âkif, meâlinde iki sûre başında yer alan Besmele’nin meâlini yazmamıştır. O, meâlinde düzeltmeler yapmış, bazı kelimelerin veya cümlenin üzerlerini çizerek iptal edip yeni kelimeler yazmış, cümle içerisinde eksik gördüğü kelimeleri ok ile ekleneceği yeri göstererek cümlenin üzerinde belirtmiş, parantez içerisinde bazı kelimelerin ve cümlelerin alternatif mânâlarını vermiştir.
Kasım 2025, sayfa no: 74-75-76-77
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak