Şubat ayının sonlarına doğru, bir Cuma akşamı gezi programından dönen Ömer Kaptan ile Divanyolu üzerinde karşılaştık. Sohbet ederek Ayasofya Câmii cihetine doğru yürüyoruz. Ömer Kaptan, Ayasofya Câmii’nin sol tarafında kalan Abud Efendi Konağı’nı işâret ederek onun hakkında bir kitap bile yazılabileceğini söyledi. Sebebini sorduğumda kısaca hikâyesini anlattı. Vaktiyle konağın sâhibi olan Mehmed Abud Efendi'nin Bosnalı tüccarlar hakkındaki düşünceleri ve hüsnü şehâdeti bizi ziyâdesiyle etkiledi. Kabrinin de Eyüp Sultan semtimizde olduğunu öğrenince merâkım iyice arttı. Bu vesîleyle yazıyı kaleme aldık. Ömer Kaptan kardeşimize buradan teşekkür ederek selâm gönderiyoruz.
Sultanahmet civârından, tramvay yolu ile Gülhane’ye doğru ilerlerken, yolun sol tarafında, Ayasofya Câmii’nin tam karşısında yer alan Abud Efendi Konağı, Mehmed Abud Efendi tarafından 18. Yüzyılın sonlarına doğru inşâ ettirilmiştir. 1930’lu yıllarda dış cephesi sıvanarak bugünkü görünümünü almıştır. Binânın girişinde renkli mermerden yapılmış nârin bir selsebil bulunur. Osmanlı mîmârî izlerini taşıyan konağın iç tezyînâtı da dönemin süsleme zevkini ve sanat anlayışını yansıtmaktadır. Konak, 1972 yılında, bağış yoluyla Yücel Kültür Vakfı’na devredilmiştir. Mehmed Abud Efendi’nin Kandilli/Küçüksu’da bir de yalısı vardır.
Yalı, Abdülmecit devrinin ünlü tüccarlarından Altunizade Necip Bey tarafından yaptırılmıştır. Necip Bey’in Kırım Savaşı’nda kendi parasıyla gönüllüler bölüğü kurup, donatarak bölgeye gönderecek kadar varlıklı ve hayırsever biri olduğu söylenir. Pek çok televizyon dizisine ev sâhipliği yapan Abud Efendi yalısının mîmârı Garabet Amira Balyan’dır. Balyan âilesi, saraya yakınlığı ve kamu binâlarının müteahhitliğini yapmakla ünlü bir âiledir. 1830’larda yaptırılan yalının iç dekorasyonunun Dolmabahçe Sarayı’ndan esinlenerek yapıldığı rivâyet edilir. Yalı Abud âilesi tarafından 1900’lerin başında satın alınmış. Son sâkini olan torun Mehmed Abud, 1980’li yıllarda yalıyı başka bir âileye satmış. Âilenin günümüze kadar gelen hikâyesi hakîkaten bir kitap hacmini de aşan boyutta uzun ve hüzünlü. Bu sebeple Mehmed Abud Efendi’nin vefâtından sonraki gelişmelere değinmeyip bu kadarla yetineceğiz.
Dürüstlüğü ve hayırsever yönleriyle bilinen Mehmed Abud Efendi’nin bilinen mülkleri arasında Beyoğlu’ndaki Suriye Apartmanı, Sirkeci’deki Meserret Oteli ve Eminönü’ndeki iki hanı da vardır. Bu iki han zaman zaman birbiriyle karıştırılır. Hanların birisi “Abud Efendi Han” ismiyle bilinen, Mahmutpaşa caddesi üzerinde, Kapalı Çarşının Mahmutpaşa giriş kapısına yakın bir mesâfede bulunan handır. Batı etkisi ile inşâ edilen bu yapının mîmârı bilinmiyor. 19. yüzyılın ilk modern yapılarından biri olarak gösterilir. Üç kapısından ikisinin üzerinde, bir tarafında Osmanlıca “İstanbul Yeni Çarşı/1313” diğer tarafında Fransızca olarak “Stamboul Yenni Tcharchi/1895” yazıları bulunmaktadır. Diğer han ise Marpuççular Caddesinde yer alır. “Büyük Abud Efendi Han” ismiyle biliniyor. Mîmârını ve yapım târihini tespit edemedik. Lâkin diğer han gibi 19. Yüzyılın sonlarına târihlenebilir. Han’ın önünde bulunan “Büyük” kelimesi yapının büyüklüğünden kaynaklanmıyor. Mehmed Abud Efendi’nin ticâretle uğraşan Ahmet Abud isimli bir kardeşi vardır. Ahmet ile Mehmet isimleri karıştırılmasın diye iş piyasası Mehmed’e “Büyük Abud”, Ahmed’e ise “Küçük Abud” lakabını takmıştır. Büyük Abud Efendi Han, 1986 yılında, başrolünü Kemal Sunal’ın oynadığı “Yoksul” filmine de ev sâhipliği yapmıştır. Kemal Sunal, Zeki Ökten’in çektiği bu filmde bir çaycıyı canlandırmıştı. Çay ocağı günümüzde de faâldir. Görünür bir yerde “Yoksul” filminin afişine yer verilerek hâtırası yaşatılıyor. 1990’lı yıllardan beri tuhafiyeciler, bijutericiler ve elektronik eşyâ tâmircilerinin faâliyet gösterdiği Büyük Abud Efendi Han, orijinal hâlini günümüzde de muhâfaza etmektedir.
Mehmed Abud Efendi, 1839 yılında, günümüzde Suriye’nin başkenti olan Şam’da dünyâya gelmiştir. 18 veya 20’li yaşlarda İstanbul’a göç ederek ticârete atıldı. Doğruluğu, dürüstlüğü ve temiz ahlâk sâhibi kişiliğiyle kısa sürede işlerini büyüttü ve genç yaşına rağmen İstanbul’un en saygın tüccarları arasında yer aldı. İpekli kumaşlar, Mensûcât Ürünleri ve deri mâmuller başlıca ticârî faâliyet alanlarıydı. Başarılarla dolu saygın ticârî hayâtı, mûteber ve güvenilir kişiliğiyle 1884 yılında İstanbul Ticaret Odası başkanlığına seçildi. Bu görevini vefât târihine kadar 33 yıl kesintisiz olarak sürdürdü. Eyüplü Meşhurlar isimli eserde verilen bilgilere göre, Şirket-i Hayriye ile Harbiye Nezâreti alım-satım komisyonu reisliklerinde bulundu. Vefâtından kısa bir süre önce, 1916 yılında faâliyete geçen İtibâr-ı Millî Bankası idâre âzâlığına tâyin edildi. (Editör, S.Ünlü, c.2 s.28.) Mehmed Abud Efendi’nin İstanbul dışında da bâzı yatırımları vardı. Zamânın şartlarına rağmen Bosna Hersek’ten Japonya’ya kadar uzanan bir ticâret zincirini yönettiği söylenir. Bulgaristan’daki “Karadeniz Şirketi” bunlardan birisidir.
Fakir fukarâya yardım eden, Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Donanma Cemiyeti, Hicaz Demiryolu gibi millî ve insânî yardım kuruluşu ve organizasyonlara bağışlarda bulunan Mehmed Abud Efendi, İdare Meclisi Başkanlığı ve üyeliklerinden tahakkuk eden huzur hakkını almaz, bunları ilgili kurum ve kuruluşlara bırakırdı (a.g.e. s.28). Kadîm zamanlardan beri Bosnalı müslümanlarla dînî, siyâsî, ticârî, kültürel ve sosyal açıdan köklü bağlarımız var. Bir ağabey-kardeş veya bir baba ile oğul gibiyiz. Bosna’yı bu yazıda anlatmaya çalışsak kelimeler kifâyetsiz kalır. Zîrâ Bosnalılar bize Fatih Sultan Mehmed Hân’ın emânetiydi. Ahde vefânın, kadirşinaslığın da gereği de bu değil midir?!
19. Yüzyılın sonlarına kadar Bosna ile irtibâtımız, ilişkilerimiz hiç kopmadı. Bu minval üzere devâm etti. Târihler 1878’i gösterdiğinde Osmanlı, ağır şartlar altında Berlin Antlaşması'nı imzâlamış, nüfûzu altındaki bâzı toprakları başka devletlerin inisiyatifine bırakmak zorunda bırakılmıştır. Bu topraklardan biri de Bosna Hersek'tir. Bu antlaşma gereği ileri karakolumuz, canımız, ciğerimiz Bosna, Avusturyalıların eline bırakılmıştır. Avusturyalıların ülkeye girişiyle birlikte büyük bir kıyım, zulüm ve baskı dönemi başlamış, Bosnalıların dışarıya çıkmasına özellikle de Osmanlı'nın başkenti İstanbul’a gitmelerine izin verilmemiştir. 1878 öncesi İstanbul-Saraybosna arasında çok büyük ölçekli ticârî ilişkiler bulunuyordu. Kapılar açılıp tekrar ilişkiler devâm edinceye kadar aradan tam 30 yıl geçti. Ticârî faâliyet bitmiş, alacak verecekler tabiî olarak dondurulmuştu. Özellikle borçlu olan taraf Boşnaklar, bir yolunu bulup İstanbul'daki tüccarın borcunu ödeme imkânını bir türlü bulamıyordu. Yıllar sonra 1910 yılında kapılar açılıp İstanbul-Saraybosna ilişkileri yeniden başladığında, İstanbul Ticaret Odasında önemli bir toplantı vardır. Toplantı konusu, “Bosna Hersek ile ticârî ilişkiler” idi. Zîrâ kimi tüccar belirsizlik sebebiyle Bosna Hersek ile ticârî faâliyete pek sıcak bakmıyordu. O sıralar Ticaret Odası Başkanı Mehmed Abud Efendi'dir. Mehmed Abud Efendi, idare meclisinde, târihe geçecek duygu dolu şu konuşmayı gerçekleştirmiştir:
“Bilmeyeniniz olabilir anlatıvereyim; Bosna Hersek, 1878 yılında Avusturya-Macaristan’a bırakıldı ve Türkiye (Osmanlı) ile olan bütün kapılar kapandı. 30 sene boyunca biz, Boşnakları hiçbir şekilde göremedik. Oysa 1878 yılından önce Bosnalı işadamları İstanbul’a gelir, malını getirir satar; İstanbul’dan da mal alır götürürdü. Bâzılarının tüccarlarımıza borcu kaldı. Daha sonra İstanbul’dan ayakları kesilsin diye Avusturya buraya gelmelerini yasakladı. Otuz sene sonra kapılar açılıyor ve tek-tük gelmeye başlayan oldu. Gelenlerin yanlarında emânet paralar vardı. Kapılar bir gün açılır diye İstanbul’da kalan borcunu ödemek için emânet para verdiler bu gelenlere. Böylece bir tek Boşnak’ın İstanbul’da borcu kalmadı. Boşnaklar çok sağlam insanlar, onlarla çalışmaya lütfen Allah aşkına devâm edelim…” (Boşnakların İş Kültürü, www.bosnahersek.ba)
Çuvallar içerisinde gelen paraların bir kısmı da Mehmed Abud Efendi'ye âittir. Rivâyet odur ki Mehmed Abud Efendi 1878 öncesi Bosnalı tüccarlara önemli miktarda kredi açmış, yolların kapanmasıyla ciddî bir darboğaza girmiş, paraların geri ödenmesiyle tekrar durumunu düzeltmiştir. Bosnalı tüccarların bâzıları aradan geçen uzun yıllar içinde vefât etmişti. Lâkin her bir Boşnak, ölürken bir diğerine vasiyet ederek: “İstanbul’da falanca tüccara şu kadar borcum bulunmaktadır. Sakın ha ihmâl etmeyesiniz.” demişti. Böylelikle koca Bosna coğrafyasından alacaklı olup da parasını alamayan tek bir kişi dahi kalmamıştır. Bu da Bosnalı kardeşlerimizin ne kadar nâmuslu, vefâlı, dürüst ve kadirşinas olduklarının zarîf bir yansımasıdır.
Mehmed Abud Efendi, 1916 yılında vefât etmiş ve Eyüp Sultan, Bostan İskelesi sokağı (Cülus Yolu) üzerinde bulunan Mihrişah Valide Sultan Türbesi hazîresine defnedilmiştir. Mihrişah Valide Sultan Türbe ve hazîresi, yanı başında bulunan imâretteki restorasyon sebebiyle ziyârete kapalıdır. Bu vesileyle fotoğraf çekimi için yardımlarını esirgemeyen İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü ilgililerine teşekkür ediyorum. Mehmed Abud Efendi’nin lahit şeklindeki mezarının şâhidesinde Hamidî başlık bulunur. Mezar taşı kitâbesi merhûmun hayâtını ve yukarıda dile getirilen vasıflarını özetler mâhiyettedir:
Huve’l-Bâki / Yetmiş beş senelik müddet-i hayâtiyesini alemi / ticâretde iffet ve nâmusu ve ikdâm ve gayretiyle / ihrâz eylediği mevki-i müstesnâda din ve vatana / hidemâtı fevkalâde îfâ etmek sûretiyle / îmâr etmiş ve kendisini tanıyan ve nâmını işitenlerin / bilâ istisnâ hürmet ve takdir ve tebcilleri arasında / azîm-i dâr-ı bekâ olmuş olan meşâhir-i tüccardan / Mehmed Abud Efendi’nin kabridir. Rûh-ı pâki / Fâtiha ile şâd edilmeye hamid-i müstahaktır. / 1334 (1916)
Aralık 2020, sayfa no: 50-51-52-53-54
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak