Ara

Medreseden Mektebe

Medreseden Mektebe

İnsan yaşamına yön veren en önemli ve kritik etken kişinin alacağı kaliteli bir eğitimdir. Nitelikli bir eğitimin etkileri hem ferdî düzeyde hem de toplumsal seviyede kendini hissettirir. Günün bilimsel gelişmelerini tâkip eden ve bireysel yeteneklerin parelelinde planlanan bir eğitim politikası hedeflenen toplumsal ve kişisel gelişim için doğru bir yol haritası olacaktır. Bu yolda ilerlerken atılacak her doğru adımın etkileri günümüzden geleceğe kendini gösterir. Devlet politikasının, ülke gelişiminin ve geleceğinin olumlu yönde ilerlemesini sağlar.

Bu kadar kritik bir öneme hâiz olan eğitim planlamasının oluşturulma aşamasında hangi kaynaklara dayandırıldığı, hangi ölçütlerin baz alındığı; yapılan planlamanın kalitesini ve etkinliğini belirleyen en önemli sebeplerdir.

Ülkemiz eğitim politikası incelendiğinde yıllardır yap-boz tahtasına dönen, istikrârı olmayan, etkinliği düşük seviyede olan bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı görmekteyiz. Okula başlama yaşından tutun, üniversiteye giriş sınavına kadar her sene farklı bir uygulama ile karşılaşabilmekteyiz. Okullardaki öğretim programlarının ve öğretim tekniklerinin verimliliği öğrenci başarıları incelendiğinde kendini ele verebilmektedir.

Eğitim ve öğretim programlarımızdaki bu olumsuz tablonun zincirleme etkileri ferdden topluma, toplumdan ülke ve devletin gelişim sürecine kadar kendini gösterir.

Burada sorgulanması gereken Asya’dan Avrupa’ya ve Afrika’ya kadar varlığını hissettirmiş bir milletin torunları olarak günümüz dünyasında içine düştüğümüz bu durumdan kendi kültürel ve mânevî mirasımızı güncel hâle getirip aktive ederek istenen hedefe ulaşabilmek düşünülemez mi?

Kendi döneminde bulunduğu zaman ve coğrafyalarda diğer milletlerin gıpta ile baktığı bir yaşam standardı yakalayan atalarımızın; uyguladıkları medrese eğitimleriyle her alanda ve her anlamda etkin ve istikrarlı bir çizgi içerisinde ilerledikleri görülmektedir. Yakalanan bu istikrar ise hem toplum olarak hem de devlet olarak ilerleyişin ve gelişmenin önünü açmıştır. Bu konuyla ilgili Prof. Dr. Cevat Akşit hocaefendinin bir tesbitinde Osmanlı imparatorluğunun başarılı olmasındaki en önemli etkenin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) sünneti seniyesini çok iyi bir şekilde yaşayıp yaşatması ve sünneti seniyyeye bağlılığı olarak belirtmiştir. O dönemde de medreseler İslâmî ilimlerin öğretildiği ve uygulandığı merkezler olarak başı çekmekteydi. Bu dönemde medreseler Müslüman Türk toplumunun hem dînî hem de dünyevî anlamda şekillendiği yerlerdi.

Geniş bir konu olan ve ayrı bir uzmanlık alanı gerektiren medrese eğitimleri ve târihi üzerine biz de bu yazımızda bir uzman görüşüne yer vermek istedik. Bu konuyla ilgili olarak Uludağ üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Mustafa ÖCAL hocayı makâmında ziyâret ettik ve bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşimize başlamadan önce değerli bilgilerini bizimle paylaştığı için kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sayın hocam Osmanlının kuruluş yıllarından günümüze yâni medreseden mektebe geçiş süreciyle ilgili bir değerlendirme yapacak olursak neler söylemek istersiniz?

“Osmanlı’da medrese eğitimi çok geniş bir konudur. Hattâ ana hatlarını içine alan teferruatı dışarda bırakan bir inceleme yapmak bile bir iki kişiyle halledilecek bir konu değildir. Uzun zaman gerektiren bir çalışmadır. Bu uzun soluklu ciddi bir komisyonla yapılacak bir iştir. Şu âna kadar Osmanlı eğitim sistemi ile ilgili yapılan çalışma Osman Ergin’in 3 ciltlik Türk Maarif Tarihi adlı eseri en geniş eserdir. Ayrıca bu konuda dönem dönem yapılmış gerek yüksek lisans tezi, gerek doktora tezi adı altında örnek olarak Türk eğitim târihi ismiyle Orta Asya’dan bu tarafa eğitim târihi incelenmiş. Ancak ana hatlarıyla Osmanlı eğitim târihi ile ilgili daha geniş bir çalışma yapılması gerekiyor. Benim hazırladığım Osmanlı Devleti Eğitim Sistemi adlı çalışmam Osmanlı eğitim sisteminin ana hatlarıyla özetlenmesidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) döneminden başlayıp Osmanlı dönemine kadar getirir.

Osmanlı medrese eğitimi hem ilim adamı, hem devlet adamı yetiştiriyordu. Programlarında meslekî dersler, Arapça, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm; dönemin şartlarına göre kültür, târih, geometri ve matematik dersleri okutuluyordu. Aradan zaman geçiyor ve Osmanlı’nın yetiştirdiği önemli adamlarından Kâtip Çelebi’nin ifâdesiyle 17. asırdan itibâren medrese bir hatâ yapıyor. Kültür derslerini bunlar felsefiyattır deyip yavaş yavaş program dışına çıkartıyor. Bu uygulama devletin zayıflamasına sebep oluyor. Devlet yeterince yetişmiş kadrolar bulamayınca alternatif mektepler açma yoluna gidiyor. İlk açılan 1734 yılında Humbarahane’dir. Bunu 1773 yılında Mühendishaneyi Bahriyi Hümayun, 1796 yılında Berriyi Hümayun açılmıştır. Mühendishaneyi Bahriyi Hümayun ve Berriyi Hümayun Deniz ve Kara mühendislik fakülteleri olup bugünkü İstanbul üniversitelerinin ilk nüveleridir. Buralarda belli oranda din dersi olmasına rağmen medresedeki kadar yoğun değildir.

1839 yılında 2. Mahmut zamânında bugünkü ortaokulun karşılığı olan Rüşdiye açıldı. 2. Mahmut Rüşdiye ismini bizzat kendisi vermiştir. 1845’te İdadiye’ler açılmaya başlanmıştır. İdadiye bugünkü anlamda okul değil, bir üst kuruma hazırlık ve dershane gibi yapılanmış kurumlardır. Bunların ilkleri Işıklar ve Kuleli askeri liseleri ve benzerleridir. 1848’te Muallim mektepleri öğretmen okulları, 1868’de Sultaniler açılmaya başlanıyor. Bunun ilki Galatasaray’da açıldığı için bugünkü Galatasaray Lisesi Türkiye’nin ilk lisesidir. Böylelikle eğitim sistemi türleniyor ve çeşitleniyor. Öbür taraftan ilk örneği Fatih Sultan Mehmed zamânında başlamak üzere azınlıklara okul açma imtiyâzı verilmiş. İlk dönemde ve sonraki dönemde bu okullar çok değil. Ancak 18. asrın sonu 19. asrın başında sayıları birden artıyor. Devlet güçlü olduğu zaman onları kontrol altında tutabiliyor. Yavaş yavaş devlet zayıflayınca bunlar da devleti kemirmeye başlıyor. Bunun dışında Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İran gibi yabancı devlet okulları vardı. Devlet bu okullara hiç karışmıyordu ve kendi içlerinde tam bir özerk yapıdaydılar.

Osmanlı’nın son dönemi tam anlamıyla serbest bir eğitim sistemiydi ama tersinden bakarsan tam bir karmaşa ve kaostur. Bu okulların arasında medrese yine devâm ediyor. Ancak 20. asrın başlarında medrese kendisini gelişen mektepler karşısında zebun yâni zayıf hissediyor. İçine düşülen bu durum karşısında çözüm üretmek amacıyla 1910 yılında ilk defa Medarisi İlmiye Nizamnamesi çıkarılıyor ve yeniden medreselere, programlarına kültür ve fen dersleri konuyor. Maarif nâzırı Emrullah Efendi Şeyhülİslâm Musa Kazım efendiden bu konuyla ilgili fetvâ alıyor. 1914’te Şeyhülİslâm Mustafa Hayri Efendi yeni bir Islahı Medaris Nizamnamesi hazırlatıyor. Programı 4+4+4 sistem olarak şekillendirip ilk-orta-lise ve âlî yüksek fakülte karşılığı ile medresetül mütehassısin ihtisas medreseleri kuruluyor. Kültür dersleri daha fazla yoğunlaştırılıyor. Medresetül vâizin, medresetül Eimme ve huteba adı altında imam hatip mektepleri açılıyor. 1917 yılında şeyhülİslâm Musa Kazım Efendi Medarisi İlmiye hakkında kânun çıkartıp pâdişâha onaylatıyor. Sistemi 3+3+3’e çeviriyor. Medresetül Mütehassısin, Medresetül Süleymaniye olarak değiştiriliyor. Her defasında kültür dersleri artıyor. Sistematik hâle geliyor. Sınıf sistemi oluşuyor. 1921 yılında TBMM kararıyla Medarisi ilmiye kararnamesi çıkarılıyor. Orada 12 yıllık program hazırlanıyor. Ancak devlet parçalanma sürecine giriyor. Her gün bir parçamız kopuyor. Üç kıtada hüküm süren Osmanlı imparatorluğu Anadolu yarımadasına sıkışıyor. Daha sonra cumhuriyetin ilanından 4ay 1hafta sonra 3 Mart 1924’te Tevhidi Tedrisat kanunu çıkarılır. Tevhidi Tedrisat kanunu ile bütün okullar tek yönetim altına alınarak Milli Eğitim bakanlığı denetim ve yönetimine verilmiştir. Bunun faydası: Azınlık ve yabancı okulların kontrol altına alınıp kapanmasını sağladı.

Mustafa Öcal hoca İle yaptığımız söyleşiyi burada sonlandırırken bu, kendimiz ve toplumumuz adına çok önemli dersler çıkarabileceğimiz bir söyleşi oldu. Özellikle dikkat çeken konu, 17. yüzyılda medresedeki fen ve kültür derslerinin kaldırılmasıyla berâber Osmanlı imparatorluğunun çöküş sürecine girmesidir. Devlet kendisine daha sonra çözümler üretmeye çalışsa da muvaffak olamamıştır. Burada bizlere düşen geçmiş hatâlarımızdan ders alıp geleceğe daha emin ve bilinçli adımlarla ilerleyebilmemizdir.

Cüneyt Gencer  (Ocak 2017)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak