Son zamanlarda toplumda mevcut Anayasanın kişi temel hak ve özgürlüklerini tam ve âdil bir şekilde karşılamadığı düşüncesi hâkimdir. Bu sebeple toplumun tüm kesimlerince mevcut Anayasanın değiştirilmesi gerektiği kesin bir şekilde savunulmaktadır. Ancak bu değişikliğin hangi mâhiyette olacağı, yeni maddelerin kapsamının ve temel dayanaklarının ne şekilde olacağı tartışma konusudur.
Bu aşamada toplumun az da olsa bir kısmı mevcut Anayasa üzerinde kısmî değişikliklerin yeterli olacağını savunmaktaysa da toplumun çoğunluğu yeni bir Anayasa yapılması gerektiğini düşünmektedirler. Doğru, âdil, hukûka saygılı ve insanlar arasında gerçek barış ve istikrârı amaçlayan ideal bir projenin, farklı gruplar (dînî, hukûkî, felsefî, siyâsî vs.) arasında bir sözleşme temelinde ortaya çıkması gerekir.
Yeni Anayasa yapılırken bir diğer husus ise hâkimiyet’in değil, katılım’ın hareket noktası seçilmesidir. Çünkü totaliter ve üniter bir siyâsal yapıda farklılıklar kabûl edilemez. Bu sebeple yapılacak Anayasanın kişi temel hak ve özgürlüklerini tam ve âdil bir şekilde karşılaması için günün keyfiyetine veya baskın olan bir grup veyâhud cenâhın istek ve arzularına göre değil insanların tüm sâhip olduğu özellik ve ihtiyaçlarını gözeterek daha kapsayıcı bir bakışla tanzim olunmalıdır. Aksi takdirde yapılacak yasalar insanların ihtiyaçlarını karşılayamayıp her zaman değişmeye mahkûmdur.
Buradaki tartışmaların kaynağında yeni bir yasa yaparken temel hareket noktasının, yasal kural ve kâidelerin dayanak ve usûllerinin ne olacağıdır. Yasaların muhâtabı sâdece insandır. Bizce konulacak tüm kural ve kâideler, insanı tüm yönleriyle tanıyan Allâh'ın (cc) kural ve kâidelerinden beslenmeli, bu kural ve kâidelere ters düşmemelidir. Aksi takdirde yapılacak tüm düzenlemeler günün anlayışına göre tanzim olacağı için sığ bir yapıya sâhip olacaktır. Bu ise değişen zamâna göre yasaların yetersizliğini berâberinde getirecektir.
Her işte, her yaptığımız meselede mutlaka bir ölçü, bir tartı, bir kıstas, bir kıyas olmak zarûreti vardır. Ölçüsüz yapılan işler dâimâ netîcesiz, sonuçsuz kalır. Bu işlerden de ne yapana ne de insanlara herhangi bir fayda gelmez.
İnsanın çalışmasını ve bütün faaliyetlerini te’min eden hareketlerinin ölçüsü (insanın kendi ölçüsü değil), bütün hareketlerin, bütün değer hükümlerinin ölçüsü tekdir, birdir, o da Allâh-u Azîmüşşân'ın emri olan Müslümanlıktır. Ölçü bu!…
Bir varlığın kendi tabiatına, yaratılışına uygun olan kâidelerden meydana gelen hareket sistemine Nizam derler. Eğer bir hareket, bu harekâtı yapan varlığın yaradılışına mutâbık/uygun değilse o yapılan işe de nizamsızlık derler! Her varlığın kendi yaradılışına mutâbık olan bir nizam muhakkak olacaktır.
Farzedelim bir arabayı ele aldık. Bu arabanın bir çalışma sistemi, bir çalışma nizâmı muhakkak ki vardır. Bu nizâmı bulmak kolaydır. Fabrikadan arabayı aldığımız zaman içinde kullanma kılavuzu mevcuttur, bu arabanın bütün inceliklerini ihtivâ eder. Çalışma sistemini de anlatır. Şâyet bu kılavuzu dikkate almaksızın aracın çalışması hakkında fikir yürütülse muhakkak ki her şahıs kendince farklı usûl ortaya koyacaktır. Fakat hangisi doğru? Benimki mi doğru seninki mi doğru? Arabayı en iyi bilen kim ise onun koyduğu sistem ona en mutâbık olacaktır. Onun yapısını en iyi kim bilir? Muhakkak ki onu yapan bilir, başkası bilmez.
En çok insana vâkıf olan kimdir? Allâh-u Azîmüşşân! Onu yapan, onu yaratan, onu meydana getiren, îcâd eden, yoktan var eden, şu maddeye hayâtiyet veren, ruh veren, his veren, duygu veren Allâh-u Azîmüşşân’dır. Başkası bilemez.
Peygamber Efendimiz (sav) Medîne'ye hicret edince ilk iş olarak bir mescid inşâ etmiş ve Müslümanları bir araya toplamıştır. Akabinde Medîne'deki tüm insanlara hitâb eden ve devletin temelini oluşturan esasları bir araya toplayarak Medîne Anayasasını oluşturmuştur. Efendimizin Medîne Anayasasından günümüze ışık tutan ve günümüzde de hâlen geçerliliğini koruyan maddeleri ile bu yazımıza son veriyoruz. Medîne vesikasının aktaracağımız maddeleri detaylı bir şekilde incelendiğinde bugünün gelişmiş ülkelerinin yasalarından daha ileri bir seviyede ve âdil bir yasa olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Medîne Anayasasının günümüz için bir mihenk noktası olması ve yeni Anayasa çalışmalarına ışık tutması dileğiyle.
MEDİNE VESİKASI BÂZI HÜKÜMLERİ:
- Mü’minler aralarından hiçbir kimseyi içine düştüğü ağır mâlî sorumluluğun altında tek başına bırakmayacaklar, gerek kan bedeli gerekse kurtulmalık gibi borçlarını mü’minler arasında bilinen en iyi ve mâkûl esaslar doğrultusunda ödeyeceklerdir.
- Hiçbir mü’min başka bir mü’minin mevlâsı (velîsi) aleyhine bir iş yapamayacaktır. (Ya da farklı bir okunuşa göre) Hiçbir mü’min başka bir mü’minin mevlâsı ile o kişinin aleyhine bir anlaşma yapamayacaktır.
- Allah’tan hakkıyla korkan mü’minler, kendi aralarında karşılıklı saldırıya ve haksız bir fiil işlemeye yönelik olarak bir suç ya da bir hakka tecâvüz veya inananlar arasında kargaşa çıkarma niyeti taşıyan kimseye karşı olacaktır ve bu kimse onlardan birinin çocuğu bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
- Hiçbir mü’min bir kâfir yüzünden bir başka mü’mini öldüremez ve bir mü’min aleyhine bir kâfiri destekleyemez.
- Allâh’ın zimmeti (koruma ve güvencesi) tek olduğu için, mü’minlerin arasından en mütevâzı olanın bile bir başkasına yapacağı himâyenin herkes nezdinde bir değeri vardır. Zîrâ mü’minler, diğer insanlardan ayrı olarak, birbirlerinin mevlâsı (kardeşi) durumundadır.
- Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve aleyhlerine olan kişilerle yardımlaşmaksızın, bizim yardım ve gözetimimize hak kazanacaklardır.
- Barış da mü’minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü’min, Allah uğruna girişilen bir savaşta, öteki mü’minlerin haberi olmaksızın ve onları dışlayacak biçimde bir barış anlaşması yapamaz. Bu barış, ancak mü’minler arasında eşitlik ve adâlet ilkeleri üzerine yapılacaktır.
- Bizim saflarımızda savaşacak olan bütün askerî birlikler nöbetleşe görev yapacaklardır
- Mü’minler, birbirlerinin Allah yolunda akan kanlarının intikâmını alacaklardır.
- Allah’tan hakkıyla korkan mü’minler en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunmaktadırlar.
- Hiçbir müşrik (putperest) Kureyşli birinin mal ve canını himâyesi altına alamaz ve bu hususta hiçbir mü’minin Kureyşlilere saldırmasına engel olamaz.
- Ayrıca, herhangi bir kimsenin bir mü’minin ölümüne sebep olduğu kesin delillerle kanıtlanır ve maktulün velîsi (hakkını savunan) râzı olmazsa kısas hükümleri uygulanır. Bu durumda bütün mü’minler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sâdece bu kuralın uygulanması için hareket etmeleri helâl (doğru) olur.
- Bu yazının (sahifenin) içeriğini kabûl eden, Allâh’a ve Âhiret Günü’ne inanan bir mü’minin bir kâtile yardım ve yataklık etmesi helâl (doğru) değildir. Kim ona yardım ve yataklık ederse Kıyâmet Günü Allâh’ın lânet ve gazabına uğrayacaktır ve o gün kendisinden bir tazminat ya da tâviz kabûl edilmeyecektir.
- Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey Allâh’a ve Muhammed’e götürülecektir.
- Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir! Mevlâları için de kendileri için de aynı durum söz konusudur.
- Kim bir başkasına haksızlık eder ya da bir suç işlerse sâdece kendisine ve kendi âile bireylerine zarar vermiş olacaktır.
- Hiç kimse müttefikinin aleyhine bir suç işlemeye kalkışamaz. Kuşkusuz zulmedilene yardım edilecektir.
- Bu sahifede (belgede) belirtilen kimseler için öne sürülen şartlar hem mevlâları hem de kendileri olmak üzere bütün Evs Yahudilerine bu sahifenin (belgenin) ilgili maddelerinde gösterilen kimselerce sıkı sıkıya uygulanır. Kurallara tam olarak uyulması ve aykırı bir davranışta bulunulmaması gerekir. Ve haksız yere bir kazanç sağlayanlar ancak kendi kendilerine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahifeye (belgeye) en sıkı ve en titiz bir biçimde riâyet edenlerle berâberdir.
- Bu belge, haksız bir fiil ya da suç işleyen kişi ile onun cezâsı arasına engel olarak giremez. (Cihad amacıyla evinden) çıkan kişi emniyettedir ve yine aynı şekilde şehirde (Yesrib’de) kalan kişi de emniyettedir. Ancak haksız bir fiil ya da suç işlenmesi durumu müstesnâdır.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak