Ara

Medenî Olmak İçin Medîne Rûhuna Sāhip Olmak Gerekir

Medenî Olmak İçin Medîne Rûhuna Sāhip Olmak Gerekir

Kur’ân’da karye (çoğulu: kurâ), mısır, medîne (çoğulu: müdün, medâin) kelimeleri şehir anlamına kullanılmıştır. Bunlardan küçük yerleşim merkezleri için karye, sınırları belirlenmiş yerleşim merkezleri için mısır kullanılırken; etrâfı surlarla çevrili olan, kalesi bulunan büyük yerleşim merkezleri medîne olarak isimlendirilmiştir.

Medeniyet kelimesi, sāhip olmak ve yönetmek anlamına gelen deyn/din; şehir anlamına gelen medîne kelimeleriyle ilişkilidir. Medeniyet kelimesinin hem sosyal hem de siyâsî yönü vardır. Bu yüzden medeniyet için medenî olmak, medenî olmak için de sağlam bir sosyal donanıma sāhip olmak, güçlü bir siyâsî nizāma tâbi olmak gerekmektedir. Tabiî ki bunun için özgür olmak da önemlidir. Bu i’tibarla bilgisizlik, esâret ve keşmekeşlik medenîlik ile bağdaşmaz. Zîrâ cehâlet bedevîlik, esâret ve nizamsızlık kaos ve anarşi sebebidir. Belli yasalara uyarak şehirde yaşayan halk anlamına gelen dilimizdeki uygarlık kelimesi de benzer mānâlar içerir.

İslâm toplumunun hayat düstûru olan Kur’ân âyetlerinin Yaratan Rabbin adıyla oku fermânıyla başlaması, ilk inen âyetlerde Kalem’e yemîn edilerek okuma ve yazmanın önemine dikkat çekilmesi boşuna değildir. Dāvâsının kurumsal yapıda hayâta geçmesi engellenen Peygamberimizin Medîne’ye hicret ederek orada çok yönlü bir yapılanmaya geçmesi de anlamsız değildir.

Peygamberler, şehirli insanlardır. Onlar şehirlerde peygamber olarak görevlendirilmişler ve şehirlerde dāvet mücâdelesini başlatmışlar, her bakımdan huzurlu örnek şehirler kurmaya çalışmışlardır. Bu konu âyetlerde şöyle anlatılır: Senden önce şehirler halkından şüphesiz, kendilerine vahyettiğimiz bir takım insanlar gönderdik.1 Rabbin kentlerin halkına, onlara âyetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları helâk etmiş değildir. Zâten Biz yalnız, halkı zālim olan kentleri yok etmişizdir.2

Kur’ân, Hz. Yûnus peygamberin yüz binlik metropollerde tevhîd mücâdelesi yaptığını haber verir: Yûnus’u, yüz bin hattâ daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.3 Hz. Lût kavminin helâk olan şehirlerinde 400 bin kişinin yaşadığı kaynaklarımızda yer alır.4 Demek ki Peygamberler, büyük yerleşim merkezlerinde göreve başlamışlar ve o şehirleri tevhîd üzere yeniden inşâ etmek; fıtrattan kopan, tevhîde yabancılaşan şehir halkını dönüştürüp yetiştirmek için çırpınmışlardır.

Gündemine İslâm Gelen Yer Şehir Olur

Yâsîn sûresi 13-32. âyetlerde Yüce Allah, çarpıcı bir misâl olarak bir kıssayı anlatır. Kıssaya, onlara o Karye ahâlîsini misâl olarak göster diye başlanır. Daha sonra mezkûr yerleşim merkezine önce iki, ardından üçüncü bir dāvetçi elçi gelir. Gelen elçiler sâyesinde şehir gündeminde dāvetçilerin tevhîd mücâdelesi konuşulmaya başlanır. Dāvetçi elçiler müşrik ahâlî tarafından tehdît edilmeye başlayınca, şehrin öteki ucundan/ileri gelenlerden bir adam koşarak gelir ve kavmini, elçilerin dāvetine icâbet etmeye çağırır. Bu olay anlatılırken ‘bu sefer şehrin ileri gelenlerinden bir adam koşarak geldi’ denilirken bu sefer Karye yerine Medîne kelimesi kullanılır. Karye ile başlayan kıssa Medîne ile devâm eder, karye dāvetçilerin gelmesiyle şehre dönüşür. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Bir yerin gündemine tevhîd mücâdelesi oturduğunda, şehirde tevhîde dāvet başladığında o yer, artık şehir konumunda olur. Buna göre gündeminde tevhîd konuşulmayan yerler ne kadar kalabalık ve büyük olursa olsun şehir vasfından uzaktırlar. Gerçek şehirler, gündeminde tevhîd olan, tevhîd için koşturan ve gerektiğinde bu uğurda candan geçen yiğitlerin olduğu yerleşim yerleridir.

Nitekim fıkıh kaynaklarımızda şu hükümler yer almıştır: Cuma, bayram namazları şehir hükmünde olan yerlerde kılınır, hadler şehirlerde uygulanır. Kādīlar kazālarda olur.

Bu söylediklerimizden köylerde yaşanmaz mānâsı çıkarılmamalıdır. Zîrâ nice şehirde yaşadığı halde köylü rûhunda olan insanlar; nice köyde yaşayan ama medenî bir hayat süren insanlar vardır. Bu yönüyle zâten köyler, şehirlere bağlıdırlar ve bağlı bulundukları şehirlerin taşradaki şūbeleridirler.

İslâm Şehirleri, Medîne Modeliyle Kurulur

Hicretten önce Medîne, Yesrib adında bir yerleşim yeriydi. Orada Kitap ehli ve müşrikler yaşamaktaydı. Ancak şehrin gündeminde henüz tam anlamıyla tevhîd yoktu. Zîrâ Kitap ehli olduklarını söyleyen Yahudiler, menfaat merkezli bir hayâtın içerisinde fâiz, rüşvet ile adâletsiz bir hayat tarzı sürdürüyorlardı. Kur’ân’ın dediği gibi: Onlar yalana kulak verirler, haram yerler.5 Onlardan çoğunun günâha, haksızlığa ve haram yemeğe koşuştuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür! Rabbe kul olanlar ve bilginlerin onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür!6

Ne zaman ki hicretle birlikte Yesrib’e Peygamberimiz geldi, şehrin gündemine tevhîd oturdu. Şehrin adı Medîne oldu ve medeniyetin merkezi bir şehir kuruldu. Önce Medîne mescidi yapıldı. Ardından mescidde Ashâb-ı Suffe kuruldu ve toplumun önderleri eğitilmeye başlandı. Medîne’de yaşayanlarla ilk yazılı anayasa yapıldı. Ardından Medîne pazarına el atıldı ve pazara bir düzen verildi. Medeniyetin temelleri bu şekilde atıldı. İbâdet, ahlâk, eğitim-öğretim, ekonomi ve siyâset. Bu temeller üzerine Saadet Çağı inşâ edildi. Yahudilerin bile yer gök adâlet üzerinde, yeryüzünde cennet Müslümanların eliyle kuruldu dedikleri bu çağ insanlığa model oldu. Artık Medîne, sâdece şehir olmakla kalmamış, kendini ve başka yerleri aydınlatan Münevver Medîne olmuştu.

Bu çağda Müslüman olsun olmasın insanlar, huzur buldu. Akıl, din, can, mal, nâmus emniyeti sağlandı. Böylece şâirin Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta/Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Diye tanımladığı toplum, erdemler şehrinin fazīletli insanlarına dönüştü. Câhiliyye dönemi eşkıyâsı, yerini İslâmî dönemin evliyâsına bıraktı. Artık o toplum Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu bilincinde yöneticilerin olduğu bir toplum oldu. Bu rûha sāhip olan toplumlar, târih boyunca güçlü medeniyet merkezleri kurmuşlar ve insanlığa güzel örneklik sunmuşlardır:

Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz/Gelmişiz dünyâya milliyet nedir öğretmişiz.
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyetin/Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin.

Bu modelden sonra İslâm şehirleri mescid merkezli olarak kuruldu. Artık şehirlerde bütün yollar mescide çıkar, çok yönlü ve çok amaçlı olarak kurulan mescidlerde İslâm insanı yetiştirilir, şehir mescide göre şekillenir, şehrin adresleri bile mescidlere göre belirlenirdi. Nitekim yeryüzünde ilk yapılan ev de Mekke’deki Ka’be idi. Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyâlar için mübârek ve doğru yol gösteren Kâbe'dir.7 Yeryüzü şehirleri bu mābede göre şekillenmeliydi. Şehrin kalbi olan mescidler kurulmalı, şehrin fizikî yapısı o merkeze göre oluşturulmalı, şehrin ahâlîsi de o merkezde yetiştirilmeliydi. Onun için insanlığın önderi ve örneği olan Hz. Peygamber, kalbi mescidlere bağlı olan kişi, hiçbir korumanın olmadığı kıyâmet gününde Allâh’ın koruması altında olacak derken bu gerçeğe işâret edecekti. Zîrâ Ufuk Peygamberine göre yeryüzü kendisine mescid kılınmıştı; buna göre O ve ümmeti yeryüzünü, mescid merkezli olarak kurmalı, orayı mānen ve maddeten tertemiz yapmalıydı.

Medenî toplum, bilgi temeli üzerine kurulmuş, liyâkatli önderin liderliğinde, ahlâkī değerleriyle var olan bir toplumdur. Onun için Kur’ân’ın yetiştirmeyi hedeflediği bu toplum Peygamberlerin önderliğinde tevhîd dîninin evrensel ilkeleri doğrultusunda kurulur, toplum fertlerinin yetişmesi ve olgunlaşıp pişmesi mescidde gerçekleştirilir. İşte hedeflenen bu toplum, tüm insanlığın hayrına olan, denge toplumudur. İyilikleri yaşayan ve başkalarına taşıyan, kötülüklerden uzak duran ve başkalarını da kötülüklerden kurtaran; kötü gidişata seyirci kalmayan, aksine gündemi belirleyen; yanlışlara duyarsız kalmayıp onları düzelten ve engelleyen mūtedil/dengeli bir toplum. Kur’ân’ın tanımıyla:

 

Böylece sizi insanlara şâhit ve örnek olmanız için tam ortada bulunan/dengeli bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhit ve örnektir.8

Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenâlıktan alıkoyan, Allâh'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.9

Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenâlıktan men’eden bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır.10

Bu açıklamaların ışığında kendimize şu soruları soralım:

Sahi biz, medenî miyiz, yoksa bedevî mi?

Teknolojik imkânlarla lüksü konforu elde ettik, sayısız nīmetlerin içerisinde yaşıyoruz. Ne ki huzūrumuz yok, bunun sebebi nedir? Neyi bulduk, neleri kaybettik?

Dünyâlıklar insanımızı mutlu etmeye yetmiyorsa, insanlığı mutlu edecek olan iksir nedir?

Kanâatsizlik ve doyumsuzluk çağın salgın ve yaygın hastalığı oldu. İnsanları doyuma eriştirecek olan nedir?

 

Dipnotlar:

1 12 Yûsuf 109.

2 28 Kasas 59.

3 37 Saffât 147.

4 Bkz. Kurtubî, el-Câmi’, VII, 247.

5 5 Mâide 42.

6 5 Mâide 62-63.

7 3 Âlu Imran 96.

8 2 Bakara 143.

9 3 Âlu Imran 110.

10 3 Âlu Imran 104.

Nisan 2022, sayfa no: 10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak