Ara

Mavi Marmara’da Bir Yürekli Âsım: Şehit Furkan Doğan

Mavi Marmara’da Bir Yürekli Âsım: Şehit Furkan Doğan

Mayıs ayının sonlarıydı. Bir Gemi suları okşayarak yol alıyordu. Akdeniz’de sessizlik dolunayı selâmlıyordu. Gökteki yıldızları sayabiliyordunuz. Olağandışılık bu güzellikten başlıyordu belki... Deniz durgundu ve havada ılık bir esinti sanki yürekleri bir şeylere hazırlıyordu. Gece sehere dokunmaya başladığında güvertede neredeyse hiç insan kalmamıştı. Herkes bir köşeye çekilmiş ve duâ ile gönüllerini seslendiriyorlardı. Gözyaşlarından ve kesik hıçkırıklardan başka neredeyse hiçbir ses duyulmuyordu. Her şey fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Bunca sessizliğin arasında yaklaşan fırtınanın farkında olan birkaç kişi hayatlarının muhâsebesini yapıyordu. Masmavi umutlarla dolu “Mavi Marmara” ismindeki bu gemi, “insanlığın vicdânı” sloganıyla uzun zamandır ambargo altında can çekişen Gazzeli Müslümanlara yardım götürüyordu. Masmavi bir gökyüzü, masmavi duâlar ve masmavi gönüllerle yola koyulan geminin en büyük sermâyesi insanlıktı. Sessizce ilerleyen gemide gecenin son demleri yaklaşıyordu.

Siyonist Askerler Şaşkın

Sonra birden gemide sirenler çalmaya başladı, ardından da anonslar duyulmaya başlandı: “Değerli arkadaşlar, Siyonist savaş gemileri bize doğru yaklaşıyor. Duâ edelim ve birbirimizi kollayalım. Hanım arkadaşlar iç kısımlara geçsin lütfen, genç arkadaşlar salonda toplansınlar. Güvertede kimse kalmasın. Camlardan uzak durun ve başınızı cam hizâsına kaldırmayın. Rabbim yardımcımız olsun.” Çok zaman geçmeden etrafta konuşlanan savaş gemilerinin sesleri gelmeye başladı. Hemen ardından da gemilerden havalanan helikopterlerin sesleri duyuluyordu. Gemiye her bir yandan projektörler tutulmaya başlandı. Güvenlik amacıyla geminin ışıkları kapatıldı. İsrail askerleri megafonla uyarılar yapıyorlardı. Hücumbotlar ise geminin hizâsında yakın tâkibe ve tâcize başlamışlardı. Yapılan anonslar bunun bir tâciz ve korkutma olduğunu, endîşeye mahâl olmadığını söylüyordu. Lâkin Siyonistlerin sicilini bilen biliyordu ve endîşeler gittikçe artıyordu. Gemide farklı ülkelerden ve farklı dinlerden genç, yaşlı, kadın, erkek yaklaşık 700 insan bulunuyordu. Önce kadınlar ve yabancı ülkelerden gelen misâfirler güvenceye alındı. Hepsi iç kısımlara yerleştirildiler. Bazı gönüllüler gemiye İsraillilerin ineceği, gemideki misâfirleri korumak adına olabildiğince mücâdele etmek gerektiği inancındaydılar. Bazıları ise Uluslararası sularda İsrail’in, Türk toprağı sayılan bir gemiye baskına cesâret edemeyeceğini düşünüyorlardı. Her şey anlık gelişiyordu. Büyük bir imtihan yaşanıyordu. Herkes büyük bir vakar ile herhangi bir korkuya kapılmadan tüm olacakları kabûllenmiş bir hâlet-i rûhiye ile Hak’tan gelene bağrını açmıştı. O’ndan gelene râzıydılar. Yeter ki O (cc) râzı olsundu. Diğer zamanlarda evlâdım diyen, işim emeğim, yarınım diye endîşelenenler bile o an içinde bulundukları bu sükûnete hayret ediyordular. Rabbin kalplerine verdiği inşirah âdetâ tüm gemiyi sarmıştı. İsrail ordusu tüm unsurlarıyla bir gövde gösterisi yapmak ve gemideki sivilleri emellerinden vazgeçirmek için korkutmak istiyordu. Lâkin gemi hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devâm ediyor, gemi kaptanı ordu sözcüsüne Uluslararası sularda bulundukları ve geminin de Türk bandıralı olduğu, rotalarının değişmesinin söz konusu olmadığı cevâbını veriyordu. Arkasındaki güçle şımarmış siyonist komutanlar şaşkına dönmüştü. Oysa şimdiye kadar bu tür girişimlerde her zaman gelenleri geri püskürtmeyi başarmışlardı. Kafaları karıştı Siyonist komutanların! Ne yapacaklarına karar veremediler. Sâdece giden gemiye eşlik ediyorlardı şu durumda. Gemi engel tanımıyordu ve korkusuzca savaş gemilerinin arasından rotasına yol alıyordu. İsrail Genelkurmayında kurulan kriz masasındaki generaller de şaşkındı. Bu durumda korkunun dozunu artırma karârı alındı. Uzaktan tâciz atışı ile gemi durdurulmaya çalışılacaktı. Ateş emri verilmesiyle birlikte İsrail askerleri hücumbotlardan ve helikopterlerden gemiyi yaylım ateşine tutmaya başladılar. Tüm silahlarında susturucu takılıydı! Gemidekiler ilkin yeni durumu anlayamadılar. Ama vurulup yaralananları, yere düşenleri görünce gemiye ateş edildiğini kavradılar. Akdeniz’in ortasında neden susturucu takar ki bu askerler? Uluslararası sularda olduklarının onlar da çok iyi farkındaydılar elbet! Susturucu takmalarının sebebi de bu olmalıydı...

Furkan

Tüm bunlar yaşanırken geminin en genç gönüllüsü, 18 yaşındaki Furkan Doğan üst salonda bir köşede durmuş, elindeki küçük kamerası ve küçük not defteriyle meşgûldü. Ortalığın sükûneti ona da yansımıştı. Küçük kamerayı kenara bıraktı, çantasından küçük bir kalem çıkardı ve not defterine şunları yazdı: "Şehâdet şerbetine son saatler inşallah. Var mıdır acaba daha güzel şey? Varsa o da sâdece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim. Kıyasları çok zor. Salon büyük oranda boşaldı. Şu âna kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı.” Yazdıklarına şöyle bir baktı. Yazdıklarına kendisi de inanamıyordu. İçine doğan bu his, bu inşirah tüm varlığını kaplamıştı. Rahatladı... Henüz 18 yaşında üniversiteye hazırlanan bir lise talebesiydi Furkan. Memleketi Kayseri’den Mavi Marmara gemisine binebilmek için ismini yazdıran yüzlerce kişi arasında onun da ismi vardı. O kadar gönülden istemişti ki Gazze’ye gidebilmeyi, Rabbi duâlarına icâbet etti ve Kayseri’den gemiye binen dokuz kişi arasında onun da ismi çıktı. Sınavlara çok bir vakit kalmamıştı. Mavi Marmara ile Gazze’ye gideceğini bilen de pek yoktu. Duyulsun istemiyordu Furkan. Allah rızâsı için çıktığı bu yolculukta sâdece Rahmân’ın övgüsünü kazanmak istiyordu. Babası da âile içinde şehâdete en yakışanın Furkan olduğunun bilincindeydi. Buna rağmen âilesini iknâ etmesi kolay olmamıştı. Okulundan izin almalıydı, eğitim-öğretim hâlen devâm ediyordu çünkü. Hazırlıklarını tamamladı, arkadaşlarıyla helâlleşti ve gemideki yerini aldı. Gemiye binen yolcuların âdetâ maskotu oldu Furkan. Sevimli, esprili, çalışkan ve ağzı duâlıydı. Âsım’ın nesli ışıyordu gözlerinde. Gemide yerleri paspaslıyor, saka misâli yolculara su dağıtıyor, tuvaletleri temizliyor, elinden ne gelse yapıyordu. Namazlarda cemâatin en içli duâcısı O’ydu. İçine bindiği bu geminin bir milletin irâdesi ve duâsı olduğunun bilincindeydi. O’nu gören, O’nu tanıyan herkes gıpta ile evlatlarının Furkan gibi olmasını, ümmetin derdini dert edinen, dâvâsı için tüm zorlukları göğüsleyen bir îman eri olmasını diliyordu. Tüm bu süreç Furkan’ın gözünden film şeridi gibi geçti. Allâh’ın bu yaşananlardan murâdı içinde ışıdı. Tebessüm etti not defterine yazdıklarına bakarak ve “Şehâdet Yâ Rab!” dedi...

Rabbim Çağırdı Babacığım

İsrail askerleri iyice çılgına dönmüştü. Mermiler de kâr etmeyince bu kez gemiye havadan asker indirmeye başladılar. Gemide 700 sivil vardı ve hepsi de savunmasız durumdaydılar. İsrail askerleri ise son teknoloji silahlar, bomba atarlar ve lazer dürbünlerle donatılmıştı. Siyonistlerin gözünde gemidekiler âdetâ silahlı birer düşman askeriydi ve bu sebeple gemiye çıkarken oldukça tedirgindiler. İsrail helikopterleri üst güverteye indirme yapmaya başladıklarında büyük bir şoka uğradılar. İnen askerler üst güvertede bir avuç gönüllü tarafından derdest ediliyor ve ardı sıra ya denize atılıyor ya da silahları alınarak denize fırlatılıp kendileri alıkonuluyordu. Yaralanan İsrail askerleri yine gönüllüler tarafından tedâvi ediliyordu. İndirmeyi yapanların komutanı olan bir yüzbaşı bu şekilde ele geçirilince işin rengi iyice değişti. İsrail askerleri helikopterden yaylım ateşine başlamışlardı ama her şeye rağmen silahsız bu sivil gönüllüler aslanlar gibi mücâdele ediyor, korkak İsrail askerlerini bir bir denize atıyorlardı. Üst güvertedeki bu gönüllülerin en önünde Çetin Topçuoğlu, Cevdet Kılıçlar, Cengiz Akyüz ve Fahri Yaldız gibi isimler vardı. İlk şehitler burada verildi. Silahsız gönüllüler yaylım ateşine tutuldu. Aynı anda gemilerden keskin nişancılar tarafından da ateş ediliyordu. Bazıları yaralandıklarının farkında bile değildi. İndirilen askerlerin sayısı arttıkça yaralanan ve şehit olanların sayısı da artmaya başladı. Necdet Yıldırım, İbrahim Bilgen, Cengiz Songür, Ali Haydar Bengi de şehitler kervânına katıldı. Bunun üzerine güverte boşaltıldı ve İsrail askerleri üst güverteden itibâren geminin diğer bölümlerine geçmeye başladılar. Siyonist askerler gönüllülerin beyaz bayrak sallamalarına aldırmadan çevrede gördükleri her şeye ateş ediyorlardı. İsrail askerlerinin ilk hedefi katliâmı görüntüleyen basın mensupları ve elinde kamera ile çekim yapan gönüllüler oldu. Bu planlı ve hedef gözetilerek yapılan bir tercihti. Cevdet Kılıçlar bu sebeple şehit edildi. Ardından da yine elindeki küçük kamerasıyla çekim yapan Furkan... Evet, Furkan tüm anonslara rağmen elinde kamerasıyla âdetâ şehâdete koşuyordu. Alt güverteye inen İsrail askerleri Furkan’ı ve kamerasını fark ettiler. Elini kaldırmasına, silahsız olduğunu belirtmesine rağmen yanına kadar yaklaşan asker önce ayaklarından sonra göğsünden vurdu Furkan’ı... Bir güvercin gibi, kanadı kırık serçe gibi yere süzüldü Furkan... Bu acıyı bilmiyordu, nereden bilsindi? Henüz 18 yaşında, bıyıkları yeni terlemeye başlamış mâsum bir delikanlıydı Furkan... Yerde göğsüne isâbet eden merminin etkisiyle sessizleşti, gözlerini gökyüzüne doğru çevirdi... Gökte yıldızlar ne kadar da parlaktı. Koyu karanlığın ortasında ümit meşalesi gibi ışıldıyordu tüm yıldızlar. Birken beş oldu, beşken yüz ve sonra binlerce, yüzbinlerce yıldız belirdi gökte, her biri Furkan’a göz kırpıyordu. Furkan diline pelesenk olmuş şekilde Kelime-i Şehâdet getiriyordu. Tüm bunlar o birkaç sâniye içinde oluvermişti. İsrail askeri yere yığılan ama hâlen hayatta olan Furkan’ın gözlerine baktı ve bu kez başına doğru namluyu çevirerek silahındaki son mermiler bitene kadar ateş etti.

Sahabe Ahlâkı/Âsım’ın Nesli

İslâm Târihinde anlatılan bir kıssadır. Hz. Peygamber (sav) sefere çıktığı günlerden birinde, orduya katılmak için başvuran çok genç yaştaki bir sahabeyi geri çevirir. Çünkü bu genç yeni Müslüman olmuştur ve yaşı da küçüktür. Peygamberimiz (sav) genellikle genç Müslümanları Medîne’de bırakırdı. Lâkin bu genç ısrarcı olur ve Peygamberimiz de geride durması şartıyla orduya katılmasına müsâade eder. Savaş olup bittikten sonra gencin şehit olduğu anlaşılır. Hz. Ali (ra) bu gençle ilgili şunu aktarır: “O gün o gencin yerinde olmayı istedim. Çünkü mezarını Ömer kazdı, Hz. Peygamber ve Ebubekir ise naaşını mezara indirdi.” O genç İslâm’ın ilk genç şehitlerinden biri olmuştu. Hem de katıldığı ilk savaşta... Furkan Doğan ismi her anıldığında bu genç sahabe gelir hatırıma. Yıllardır Gazze’de ve Filistin’de devâm eden Siyonist işgâle ve katliamlara dur demek üzere yola çıkan bu milletin vicdânı ve duâsıydı Furkan Doğan. Bu genç yaşta tüm ümmetin derdini üzerinde hissetmiş, Filistin dâvâsına ve Mescid-i Aksa’ya olan samîmî bağlılığını şehâdetiyle taçlandırmış yüz akı bir Âsım’dır O... Rabbinin çağrısına kulak vererek şehâdet mertebesine ulaşmış bir cennet sakasıdır O... Şehâdetin kutlu olsun Ey Kardeşim! Mütebessim çehrende açan şehâdet çiçeklerini gördükçe ve son anlarında yazdığın şehâdet sevdânı okudukça sana gıpta ediyoruz. Öte dünyâda hesap vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in (sav) hemen yanında, sıra bekleyen mü'minlere sakalık yaparsın İnşâallah. Rabbim şefâatçi olduğun mü'minlerden eylesin cümlemizi.

Haziran 2024, sayfa no: 72-73-74-75

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak