Ara

Mâneviyat ve Ahlâktan Yoksun Bir Hayat Allah’tan (cc) Kopuk Bir Hayattır

Mâneviyat ve Ahlâktan Yoksun Bir Hayat  Allah’tan (cc) Kopuk Bir Hayattır

İnsan ruh ve bedenden oluşur. Rûhu emir âleminden, bedeni ise halk âlemindendir. Ruh, yüceler yücesine āit ve onunla bağlantılıdır; beden ise aşağıların aşağısına mensup olup orayla irtibatlıdır. Ruh, yücelerden gelen mâneviyatla; beden ise āit olduğu topraktan bitip gelen gıdâlarla beslenir. Rûhunu mâneviyatla besleyen insan, içinde yaşadığı âile, okul, çevre, toplum, dünyâ, kâinat, canlı-cansız varlıklar, hayvanlar ve bitkilerle olan ilişkilerini düzenler. Bedenini besleyen gıdâlar ise, insanın kendi mikro organizmasının sağlıklı bir şekilde hayâtını sürdürebilmesi için gerekli irtibâtı sağlar. 

İnsanın bedeni yāni fizikî yapısı için “halk”, mânevî yapısı için ise “hulk” kelimesi kullanılır. “Ahlâk”, seciye, tabiat, huy gibi anlamlara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Başta sevgili Peygamberimiz’in hadisleri olmak üzere kaynaklarımızda hulk ve ahlâk terimleri, genellikle iyi ve kötü huyları; fazîlet ve rezîletleri ifâde etmek için kullanılmıştır. Özellikle iyi huylar ve fazîletli davranışlar hüsnü’l-huluk, mehâsinü’l-ahlâk, mekârimü’l-ahlâk, el-ahlâku’l-hasene, el-ahlâku’l-hamîde; kötü huylar ve fenâ davranışlar ise sûü’l-huluk, el-ahlâku’z-zemîme, el-ahlâku’s-seyyie gibi terimlerle anılmıştır. Ayrıca ahlâkın yanında; yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi günlük hayâtın çeşitli alanlarıyla ilgili davranış ve görgü kurallarına, terbiyeli, kibar ve takdîre değer davranış biçimlerine; bunlara dâir öğüt verici hikmetli sözlere ve bu sözlerin derlendiği eserlere edeb veya âdâb denilmiştir.1 

Ahlâk bu açıdan şu şekilde tanımlanabilir: “Yaratılmış bir kimsenin, başta kendisine ve kendisinin dışındaki bütün varlıklara karşı, yaratılışında var olan tabiatına uygun şekilde davranmasıdır.” 

İnsanın Allâh’a yaklaşması, özünde bulunan iyi ve kötü huylara yönelmesiyle şekillenir. İnsan iyi ahlâkla hareket ettiğinde aʿlâ-yı illiyyîne doğru; kötü huylara yöneldiğinde ise esfel-i sâfilîne doğru yol alır. Bu sebeple güzel ahlâk, Allâh’a yakınlık kazandırırken; kötü ahlâk, insana O’ndan uzaklaşmayı yâhut şeytāna yakınlığı getirir. Bundan dolayı Allah Teālâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Kendisine en yakın olan Peygamberimizi, ahlâkının yüceliğiyle öne çıkarmış2; Kendisine en uzak olan şeytānı ise kötü sıfatıyla3 tanıtmıştır.

İnsanın ahlâkının yüceliği ve güzelliği, mâneviyâtının güçlü olmasına bağlıdır. Bu da ancak “Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmakla” mümkündür. Buradaki ifâde mecâzîdir; Allâh’ın sevdiği ve kullarının yapmasını istediği vasıflarla vasıflanmaktır. Yāni acziyetimizin, muhtaçlığımızın, sâhip olduğumuz her şeyin geçici ve sınırlı olduğunun farkına vararak, Allâh’ın kullarına muāmelesinde ortaya koyduğu ve Kur’ân-ı Kerîm’de formülleştirdiği ahlâk ilkelerini benimsemek ve hayâtımıza uygulamaktır. Cömertlik, hatâları örtmek, rıfk ile muāmele etmek gibi. İşte bu da sevgili Peygamberimizin sâhip olduğu ve övülen ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe vâlidemiz O’nun ahlâkını “Kur’ân ahlâkıdır”4 şeklinde tanımlamıştır. 

O hâlde güçlü bir mâneviyât ve güzel bir ahlâka sâhip olmak için Rabbimizin bize muāmelede bulunduğu ve peygamberlerine örnek olarak yaşattığı ahlâk ilkelerine bir göz atmak gerekir. 

El-Kerîm (Çok Cömert, Karşılıksız ve Sürekli Veren)

Allah Teālâ, Kur’ân-ı Kerîm’de insana sonsuz ikram sâhibi olduğunu haber vermektedir: “Ey insan! Yüce Rabbin hakkında seni aldatan nedir? O Rabbin ki seni yarattı, seni insan olarak şekillendirdi, seni dengeledi. Terkîbini de dilediği gibi yaptı.”5 Allah, insana hayâtı; vücut organlarını, organlar arasındaki uyumu, içinde yaşadığı imkânları, nîmetleriyle berâber bahşetmekte ve bu şekilde keremini hatırlatmaktadır. Bu öyle bir cömertliktir ki yalnızca bir defa veya birkaç defa değil; sürekli ve karşılık beklemeden gerçekleşmektedir. Üstelik bu cömertlik yalnızca insana değil, Allâh’ın yarattığı bütün varlıklara yöneliktir. 

Sevgili Peygamberimiz de hem cömertti hem de cömertliğe teşvîk ederdi. Kendisinden bir şey istendiğinde aslâ “hayır” demezdi. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür. Cimrilik ise dalları dünyâya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, o da onu cehenneme sürükler.”6 Başka bir hadîs-i şerîfinde ise: “Allah temizdir, temizliği sever; kerem sâhibidir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever.”7 buyurmuştur. 

Dolayısıyla cömertlik, ikram, iyilik ve lütuf Allâh’ın (cc) vasıflarındandır. Bir Müslümanın bu ahlâka sâhip olması, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanması demektir. 

Cimrilik ise Allâh’ın sevmediği kötü ahlâklardandır. Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Gerçek bir mü’minde şu iki haslet aslâ bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk.”8 

Er-Rahîm (Çok Merhametli, Şefkatli, Acıyan)

Allah (cc), bize ne kadar merhametli olduğunu “Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır”9 buyruğuyla haber vermektedir. Kâfir, mü’min, ateist, münâfık, deist fark etmez; bütün mahlûkat O’nun rahmet tecellîsiyle nefes almaktadır. Bu sâyede isyankârlara bile mühlet vermekte, onları hemen cezâlandırmamaktadır. 

Allah (cc), birbirimize merhamet etmede kendisini örnek almamız gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Peygamber Efendimiz de bu bağlamda “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”10 buyurmuştur. Dolayısıyla her mü’min; insanlara, hayvanlara, bitkilere ve cansız varlıklara karşı Allâh’ın ve Peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanmak durumundadır. Aksi takdirde zulüm, şiddet ve haksızlık gibi kötü huyların ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

El-Afüvv, El-Ğafûr, El-Ğaffâr (Çok Affeden, Bağışlayan)

Allah (cc), Zât-ı Ulûhiyetini sâdece affedici değil, “çok affedici” olarak tanıtmaktadır: “İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, günahları bağışlayıcıdır.”11 Bu ifâde hem çok günâhı hem de çok günahkârı affetmesi anlamına gelir. Kim olursa olsun, hangi cürmü işlerse işlesin kendisine yönelen herkesi affeder, aslâ geri çevirmez.

Sevgili Peygamberimiz de Hz. Âişe (r. anhâ)’ya Kadir gecesinde okuması için öğrettiği duāda bu vasfa dikkat çekmiştir: “Allâh’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin; beni de affet.”12 

Kendine karşı yapılan hatâ ve kusurları affetmek, bağışlamak, kin gütmemek en güzel ahlâkî meziyetlerdendir. Allah kusursuz olduğu hâlde kullarına karşı işlenen kusurları affetmektedir. İnsanlar kusurlu oldukları hâlde kendilerine yapılan hatâları affederlerse, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmış olurlar. Başkalarının hatâlarını affetmeyenler ise işledikleri günahlar sebebiyle Allâh’a dönecek yüzlerinin olmayacağını unutmamalıdır. 

Es-Settâr (Kusur, Ayıp ve Günahları Örten)

Allâh’ın kullarına en büyük lütuflarından biri de organlarımızla işlediğimiz günahları örtmesidir. Eğer işlediğimiz günahlar organlarımızda belirginleşseydi, insanlar sokaklara çıkamaz hâle gelirlerdi. Özellikle kalbimizden geçenler açığa çıksaydı, en yakınlarımızla bile bir arada bulunmamız imkânsız olurdu. 

Dolayısıyla Allâh’ın (cc) ayıp örtücü vasfı, bizi hem dünyâda hem de âhirette büyük bir mahcûbiyetten kurtarmaktadır. Kıyâmet gününde peygamberlerin, âlimlerin, âriflerin ve bütün insanların önünde rezil olmamak için en kestirme yol, bu dünyâda başkalarının kusurlarını örtmektir. Nitekim Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim arkadaşının ayıbını örterse, Allah da kıyâmet günü onun ayıbını örter. Kim de Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa çıkarır. Hattâ evinin içinde bile olsa, onu ayıbıyla rezîl eder.”13 

Es-Sabûr (Çok Sabreden, Mühlet Veren, Hemen Cezâlandırmayan)

Allâh’ın (cc) ne kadar sabırlı olduğunu anlamak için kâfirlere, isyankârlara, zālimlere ve günahkârlara hemen cezâ vermemesine bakmak yeterlidir. Târih, haddini aşan topluluklara ve insanlara Allâh’ın sabırla mühlet verdiğinin örnekleriyle doludur. Bu durum, O’nun sabırlı olduğunu ve sabırlı kullarını sevdiğini göstermektedir. 

Sevgili Peygamberimizin en belirgin özelliklerinden biri de sabırdı. Güzel ahlâka sâhip bir mü’minin de en temel hasletlerinden biri sabırlı olmasıdır. 

Eş-Şekûr (Şükreden, Yapılan İyiliğe Kat Kat Karşılık Veren)

Allah Şekûr’dur; yāni kulun az da olsa yaptığı iyiliğe fazlasıyla karşılık verendir. Amel yapma gücünü yaratan Allah, kulunun yaptığı amele en az bire on mükâfât vermektedir. Bundan dolayı Allah (cc), kullarının nîmetlere karşı şükretmelerini istemekte ve şükreden kullarını sevmektedir. Nankörlük kâfirlerin, şükür ise mü’minlerin ahlâkıdır. 

El-Halîm (Sabırlı, Temkinli, Ağırbaşlı)

Hilim; sabırlı, temkinli olmak; acele ve kızgınlıkla davranmayıp ilerideki gelişmelere fırsat tanımak, kudreti olduğu hâlde cezâlandırmayı ertelemek demektir. Allah (cc), kullarına hemen cezâ vermez; yanlışlardan vazgeçmeleri hâlinde onları affeder, yanlışa devâm ederler ise cezâlandırır. Bu O’nun en mükemmel adâletine delildir. 

Sevgili Peygamberimiz de hilim ahlâkına sâhipti. Nefsine yapılan bütün kötülükleri, hattâ canına kastedilse dahî affetmiş; intikam alma duygusuna kapılmamış, kin gütmemiştir.

İçinde yaşadığımız çağda öfke patlamaları yaşayan, kin ve nefretle dolu, tahammülsüz insanların bulunduğu bir ortamda hilm sâhibi olmak en büyük ahlâkî erdemlerdendir. Toplum olarak buna çok ihtiyaç duyulmaktadır. Her Müslüman, Allâh’ın ahlâkıyla, sevgili Peygamberimizin ahlâkıyla, yāni Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmak zorundadır. Bu, onun Allâh’a yakınlığı, huzûru ve mâneviyâtı demektir. 

Dipnotlar:

1 Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, “Ahlâk”, TDV İslâm Ansiklopedisi 1989 (İstanbul) 2/1-9.

2 Bkz. Kalem 68/4

3 Bakara 2/34.

4 Müslim, Müsâfirîn 139: Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26.

5 İnfitar 82/6-8.

6 Beyhakî, Şuab, VII, 435.

7 Tirmizî, Edeb, 41.

8 Tirmizî, Birr, 41.

9 A’raf 8/156.

10 Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65.

11 Nisâ 4/99.

12 Tirmizî, Daavât 84. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duā 5.

13 İbn-i Mâce, Hudûd, 5.

Ekim 2025, sayfa no: 14-15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak