Ara

Maddî İnşânın/Medeniyetin Mânevî Boyutu: Gönül Medeniyeti

Fatih Çınar[1] ‘Temiz et gönül evini Yâr gelecek kondurmaya’ Yunus Emre İnsanoğlu, var olduğu günden beri sayısız medeniyet kurmuş ve medeniyet kurma yeteneğine sâhip olan tek canlıdır. Yaratıcının kendisine bahşettiği bu özel yeteneğini günden güne geliştiren insanoğlu, her defâsında daha ileri bir noktada medeniyetler temin etme imkânı bulmuştur. Medeniyet anlayışlarını vahiy temeline oturtan inançlı insanlar ise herkesi hayran bırakan bir seviyeye ulaşmışlardır. ‘Medeniyet’ kelimesi ile birlikte ilim, kültür, sevgi, saygı, sabır gibi birçok kavram da aynı anda insanın aklına gelmektedir. En son ve mükemmel din olan İslâm’a dayanarak medeniyetler inşâ eden şanlı ecdâdımız da hâlâ unutulmayan ve gıpta ile bakılan bir medeniyet ile târihteki seçkin yerini almıştır. Selçuklular’ın hemen her merkezlerinde inşâ ettikleri ulu câmiler, Şifâiye medreseleri (Meselâ Gevher Nesibe Tıp Merkezi, Kayseri; Şifâiye Medresesi, Sivas), Gök Medreseleri; Osmanlı’nın her gittiği yerde yapımına vesîle olduğu câmiler (Meselâ Selîmiye Câmii, Edirne), hanlar (Örneğin Çığalazâde Hanı, Bağdat), hamamlar (Meselâ Haseki Hamamı, İstanbul), medreseler (Örneğin Yeşil Medrese, Bursa) gibi gören herkesin takdirini toplayan ve hayranlık uyandıran yapıları burada zikredebiliriz. Bu yapılar, müslümanların gönüllerindeki medeniyet anlayışlarını dışa vurdukları ve bütün dünyâyı hayran bırakan eserler olmuştur. Sâdece bu eserler değil yazılan kitaplar (Örneğin, İbn Sina’nın ‘el-Kanun fi’-Tıb’ isimli eseri) ve dile getirilen düşünceler de hep bu gönüller inşâ eden, gönül medeniyeti kurabilen müslümanların becerisi olmuş ve yüzyıllar boyunca bütün medeniyet anlayışlarına ışık tutmuştur.   Medeniyet aynasında dışa vuran bütün bu yansımaların arka planında yer alan ‘gönül medeniyeti’ ise müslümanların/sûfîlerin üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi olmuştur. Müslümanlar ‘maddî inşânın’ ancak ‘mânevî bir inşâ’ ile ortaya çıkabileceğini anlamışlar ve medeniyetlerini hep bu mânevî gelişim üzerine inşâ etmişlerdir. Müslümanların ulaştıkları bu yüksek medeniyetin arkasında esas başarılı oldukları alan gönül medeniyetini inşâ etmiş olmalarıdır. Onlar gönül medeniyetini yansıttıkları eserlerinde, kitaplarında, fikirlerinde nasıl ki bütün incelikleri göz önünde bulundurmuşlarsa; gönül medeniyetini inşâ etmek için de aynı hassasiyeti hattâ ondan daha fazlasını ortaya koymuşlardır. Gönlü mâmur hâle getirebilmek ve mutmain olmuş bir gönülden herkesi memnun edebilecek bir medeniyete ulaşmak için çeşitli yollar geliştirmişlerdir. Bu yolları tesis ederken Kur’ân ve Sünnet’in çizgisini tâkip etmek sûretiyle hareket etmişlerdir. Gönül ehli/sûfîler, gönül üzerinde o kadar durmuşlar ki ‘Bir kez gönül kırdın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil’ mısraları Yunus’un ağzından bütün dünyâya haykırılır olmuştur. Özellikle gönül konusu üzerinde duran ve gönlü mâmur etmek için uğraşan sûfîler, bu konuda birtakım yollara başvurmuşlardır. Öncelikle gönlü söz geçer bir hâle getirebilmek için, ‘Nefs-i Emmâre’nin yâni ‘durmadan kötülüğü emreden nefsin’ devre dışı bırakılmasını hedeflemişlerdir. O nefis; gönül sâhibini tehlikelerin en büyüğü olan ve kişinin saf gönlünün en şiddetli bir şekilde kirlenmesine sebep olacak îmansızlığa kadar götüren nefistir. Eğer inancı varsa günahlardan yüz çeviremeyen kişiye ‘fâsık’ sıfatının yüklemesine sebep olan acımasız bir nefistir.[2] Bu acımasız nefsin ardından aşılması gereken makam ‘Nefs-i Levvâme’dir ki bu makamda kişi kendisini kınamaya başlar ve kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bu nefs çeşidi, kişiyi kötülüklerden alıkoymadığı için zâlim olarak isimlendirilmiştir.[3] Hemen akabinde ‘Nefs-i Mülheme’ makâmı kişiyi beklemektedir. Bu makamda da hakîkî tevbe, ibâdet ve taatlere sımsıkı sarılma ile kişi birtakım ilhamlara mazhâr olur. Bu ilhamların mânevî zevkleri ile ömrünü geçirmeye başlar.[4] Fakat, medeniyetler inşâ edecek gönlün yakasını bir türlü bırakmamaktadır nefs… O yüzden ilerlemeye devâm etmek gerekmektedir ki bundan sonraki durak, ‘Ey Rabbine itâat edip huzûra eren nefis! Hem hoşnûd edici, hem de hoşnûd edilmiş olarak Rabbine dön, kullarımın arasına gir, cennetime gir’[5] ifâdelerinde kendisini bulan ‘Nefs-i Mutmainne’ makâmıdır.[6] Kişi bu makamda cömertlik, hayâ, şecaat, tevâzû, yumuşak huyluluk, sabır ve şükür gibi bütün güzel hasletlerin mihmandarı olmuştur. Evet, bundan sonra, ‘Nefs-i Râzıyye’ , ‘Nefs-i Marzıyye’ ve ‘Nefs-i Kâmile’ makamları da hedef olarak kişinin önünde bulunmaktadır.[7] Bütün bu makamları katederek ‘kâmil’ olan nefs bütün güzel vasıflar ile donanmıştır artık. ‘Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur’[8] hitâbı artık bu kişi içindir. Bu kimse artık gönül medeniyetini tamamlamıştır ki onun için, gönül medeniyetini yansıtacağı maddî medeniyeti inşâ etmeye sıra gelmiştir. Çünkü bu hâlde kişi, yanındaki komşusu siftah etmeden müşterisine bir şey satmak istemeyen, yanıbaşındaki komşusu açken tok yatamayan, dilinden güzel sözden başkası dökülmeyen, zikir, tefekkür ve insanlığa hizmet ile meşgûl olan, kötülüklerden elini eteğini çeken birisi olmuştur. Sıra ‘Selîmiye’leri, ‘Ulu Câmi’leri, Haseki Hamamları’nı, Gevher Nesibe Tıp Merkezleri’ni yapmaya gelmiştir. Gönül medeniyetini inşâ eden bu bahtiyar insanlar îsârın/kendilerini başkalarının yerine koyarak hareket etmenin zevkini almışlar, Allah rızâsı için sevmenin ve hizmet etmenin şuuruna ermişlerdir. Çünkü onlar için halka hizmet, Hakk’a hizmettir.   Gönüller inşâ eden bu insanlar, himmetin hizmete bağlı olduğunun farkındadırlar. Bu yetkin şahıslar için insanlara, hayvanlara, bitkilere ve hattâ cansızlara hizmet en temel şiâr olmuştur. Hz. Ebubekir’in (ra): ‘Yâ Rabbi! Benim bedenimi öyle büyüt ki, bütün insanların yerine cehennemde ben yanayım’[9] demesine; ecdâdımızın yapılan her handa kuşlar için yemek yeme ve su içme yerleri yapmasına, Allâh’ı (cc) zikrettiği için bir çiçeği dahi koparmaktan hayâ etmesine, Yûnus Emre’nin ‘Yaratılanı severiz yaratandan ötürü’ fikrine ulaşmasına sebep hep bu merkezdir: Gönül Medeniyeti.   Sözlerimizi gönül medeniyetinin yollarını çok veciz bir şekilde ifâde eden Şems-i Sivâsî’nin (ö.1597)[10] şu beyitleri ile noktalamak istiyoruz: Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan ‘Kenz’ açılmaz şol gönülden tâ ki pür-nûr olmadan   Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak Pâdişah konmaz sarâya hâne mâmûr olmadan   ‘Mûtû kable en temûtû’ sırrına mazhâr olan Gördü anlar haşr ü neşr ü nefha-i sûr olmadan   Hak cemâlin Kâbesini kıldı âşıklar tavaf Yerde Kâbe gökyüzünde Beyt-i Ma’mûr olmadan   Sen müyesser eyle yâ Rab bizlere beytin tavaf İlmin ile hâmil eyle vâde tekmil olmadan   Mest hem mestâne geldüm tâ ezelden tâ ebed İçmişem aşkun şarâbın âb-ı engür olmadan   Bir devâsız derde düşmüş bu dil-i Şemsi müdâm Hakka makbûl olmak ister Hakka menfûr olmadan   [1] Tokat İl Vaizi. [email protected] [2] Eşrefoğlu Rumî, Müzekki’n-Nüfûs, Terc: Ali Arslan, Metin Yayınları, İstanbul 1996, s.46–47. [3] Fâtır 35/32. [4] Rumî, Müzekki’n-Nüfûs, s.59. [5] Fecr 89/27–30. [6] Hüseyin Destgayb, Nefs-i Mutmainne, İnsan Yayınları, İstanbul 1998,s. 7–77. [7] Osman Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Seha Neşriyat, İstanbul 1995, s.135–140. [8] Şems 91/9–10. [9] Bu sözün Bâyezid-i Bistâmî’ye atfedenler de vardır. Bkz; DİA, c.IX, İstanbul 1994, s. 535. [10] Hayatı hakkında bkz; Hasan Aksoy, Şemseddin Sivâsî, Hayatı, Şahsiyeti, Tarikatı, Eserleri, CÜİFD, Sayı: IX/2, Sivas 2005, s.1–43.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak