Ara

Mâbetteki Çiçek

Mâbetteki Çiçek

Her zamanki gibi su almak için Silvan Mağarası’na gittiğinde beklemediği bir durumla karşılaştı. Henüz sakalı çıkmamış, saçları dalgalı, uzunca bir delikanlı ona bakıyordu.

“Bu da nereden çıktı?” diye düşündü kendi kendine ve korktu. Etrafta kimsecikler de yoktu. Görünen Cebrâil’di. İnsan sûretinde ona gelmişti.

Meryem şaşırdı, korkusunu dile getirdi:

“Senden, Rahmân'a sığınırım. Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme).”

Cebrâil, Meryem’e güvence verdi ve durumu hatırlattı.

“Ben ancak Rabbi’nin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim.”

Olmayacak bir şey söylüyordu genç. Meryem evli olmadığı, eli bir erkek eline bile değmediği halde bu nasıl olacaktı? Soruyu açık ve sitemli bir şekilde sordu: “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?”

Cevap çok açık ve netti…

“Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mûcize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdîr ettik. Bu, zâten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir.” (Geniş bilgi için bkz. Meryem, 19/17- 40)

Emir, hüküm açık ve netti. Karar verilmişti. Geri dönüş yoktu. Yeni durumun neler getireceği bilinmese de pek çok imtihanlara, güzelliklere gebeydi. “İmrân kızı Meryem’e rûhumuzdan üfledik” (Tahrîm, 66/12). Meryem bir müddet sonra gebeliğini anladı.

Allah her şeye güç yetirendir, kuvvet sâhibidir. “Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der, o da olur” (Âl-i İmrân, 3/47).

...

Meryem’i doğum sancıları tuttu. İçine doğan ilhamla, vakti gelince de uzak bir yere çekildi (Meryem, 19/22). Korku ve endîşe içindedir. Aynı zamanda bir utanç hissi de yaşamaktadır. Yanında kimseler de yoktur. Tek başına doğum yapacaktır.

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. ‘Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!’ dedi. 

Meryem o an büyük acılar yaşasa da Allah kulunu yalnız bırakmamıştı. Cebrâil ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana tâze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.” (Meryem, 19/23-26)

Temizlenmesi için bir küçük dere akmaya başlamıştı.

Hem açlığını gidermek hem de doğumu kolaylaştırmak için ağaçta tâze hurmalar oluşmuştu.

...

Herkesin sevdiği, değer verdiği, örnek gösterdiği genç bir kız, elinde bir bebekle insanların huzûruna çıktı. Herkes şaşkındı. O çocuk nereden, kimdendi? Meryem’in kucağında ne işi vardı?

Görünen manzarada Meryem, ona kendi çocuğu gibi sâhip çıkmaktadır. “Ben Rahmân'a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” dese de kucağında bir çocuk vardır.

İnsanlar hemen suçlamaya başladılar:

“Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!”

Akıllarına gelen ilk şey, onun gayrı meşrû bir ilişkiye girmiş olmasıdır. Ve akıllarına gelen bu ilk şeyle de Meryem’i, ahlâksızlıkla suçladılar:

“Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”

Senin âilen temiz bir âile, yakın çevren de öyle. Sen nasıl böyle bir iş yaparsın?

Meryem hiç konuşmaz. Kendini savunmaya geçse, durumu olduğu gibi anlatsa onlardan kaç kişi inanır ki? Mûcize üstüne mûcize geliyordu. Meryem kucağındaki bebeğe konuşması için işâret etti:

“Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?”

Ama yine beklenmedik bir durum yaşandı, bebek konuştu:

“Şüphesiz ben Allâh'ın kuluyum. Bana kitabı (İncil'i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti. Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).”

İşte şüphelendikleri Meryem ve kucaktaki bebek.

Anna (Hanne) ile kocası İmran yaşlanmış ama çocukları olmamıştı. Allâh’a duâ ettiler. Çocukları olursa onu Allâh’a adayacaklarını, mâbedin hizmetine vereceklerini söylediler. Bir nevi adakta bulundular. Ve Allah, o yaşlılık hâllerinde onlara bir evlat verdi. Ama erkek beklerken kız geldi. Adını Meryem koydular, sözlerinin gereği olarak da erken çocukluktan çıkınca mâbede getirdiler. (Âl-i İmrân 3/35-37)

Meryem mâbede getirilince oradaki din adamlarının her biri Meryem’e hâmîlik, rehberlik yapmak istedi. Zekeriyyâ(as) hem bir peygamber hem de Meryem’in akrabâsı, teyzesinin kocasıydı. O daha çok ehildi aslında. Ancak kimse talebinden vazgeçmiyordu.

Bunun üzerine suya kalemlerini bırakıp ona göre kura ile bir karar vermek istediler. Yirmi civârında din adamı ve Hz. Zekeriyyâ tahta kalemlerini suya bıraktılar. Tüm kalemler battı sâdece Zekeriyyâ Peygamberin kalemi su üstünde kaldı. Böylece Meryem’in sorumlusu ortaya çıkmıştı. “İçlerinden hangisi Meryem’i himâyesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar bu yüzden çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmran, 3/44)

Meryem orada bir odaya yerleşir. Melekler ona, “Ey Meryem! … Rabbine ibâdet et, secdeye kapan ve (O’nun huzûrunda) rükû edenlerle beraber rükû et” diye tavsiyelerde bulunurlar (Âl-i İmrân 3/37, 42-43).

Allah tarafından her dâim maddî ve mânevî ikramlara mazhar oluyordu. Hiçbir insanın getirmediği yemeklerle, Allah tarafından rızıklandırılıyordu. “Zekeriyyâ onun bulunduğu yere, mâbeddeki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem! Bu sana nereden?’ diye sorar, o da ‘Allah tarafından.’ cevâbını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.” (Âl-i İmrân, 3/37)

Kur’ân’da ve hadislerde övülen kadınların başında gelen Hz. Meryem; iffet, ismet ve takvâ gibi fazîletleri kendinde toplamış bir şahsiyettir (Âl-i İmrân 3/45; Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12). Öyle ki, onun peygamber olduğunu söyleyen âlimler bile vardır.

Hz. Meryem bedenî ve rûhî saflığı ile kendini Allâh’a ibâdete adamıştı.

İffet ve nâmusunu koruması sebebiyle “Betûl” olarak adlandırılmıştır.

Tanrı’nın sevgili kulu; ümit, acı, yükseklik, isyan, efendi, sâhibe, aydınlatan, gösteren, mağrur, şişman, güzel, ibâdet eden mânâlarına da gelmektedir.

Hz. Meryem, Kur’ân’da adı anılan tek kadın olup 34 yerde geçmektedir. Adına müstakil bir sûre vardır. Meryem, “Rabbinin hizmetinde olan, Allâh’a kulluk eden” demekti.

Meryem’in tertemiz olması (Âl-i İmrân, 3/42), onun “maddî ve mânevî kötülük ve günahlardan uzak olduğu” şeklinde anlaşılmaktadır.

Âyette onun seçilmiş bir hanımefendi olduğundan bahsedilmektedir. “Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyâdaki kadınlara üstün eyledi.” (Âl-i İmrân, 3/33, 42)

O, dünyâ kadınlarının efendilerindendir. “Zamânındaki dünyâ kadınlarının en hayırlısı İmrân kızı Meryem, bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce’dir” (Buhârî, “Şehâdât”, 30).

Âsiye, Fâtıma ve Hatîce ile birlikte cennet kadınlarının önde gelenlerindendir. (Müsned, III, 64, 80, 135)

Onun ilâhî bir özelliği yoktur, beşerdir. (Nisâ 4/171; Mâide 5/75, 116)

Kendisini de oğlu da âlemlere ilâhî kudretin gösterildiği bir delildir. (Enbiyâ, 21/91)

Bir peygamberin terbiyesinde büyümüştü.

Mâbedde güvenli bir alanda yetişmişti.

Mâbedin temizliği ile de meşgûl oluyordu.

İlim ve ibâdetle de günlerini bereketlendiriyordu.

Rabbine itâatkâr bir kuldu. “Rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdîk etti ve o içtenlikle itâat edenlerdendi.” (Tahrîm, 66/12)

Oğlu Hz. Îsâ(as) da bir kuldu. İlâh değildi. Allâh’ın peygamberiydi.

“Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allâh’ın elçisidir, Allâh’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ, 4/171)

Allah ona hüsnü kabûl gösterir ve onu güzel ve nârin bir çiçek gibi yetiştirir.

“Böylece Allah, Meryem’i (kendi yolunda adanmış kıymetli bir adak olarak) güzelce kabûl buyurdu ve onu (nâdide bir çiçek gibi) güzelce yetiştirdi.” (Âl-i İmrân, 3/37)

Doğumu, hayâtı mûcizelerle süslenmiş, Allah yolundan ayrılmamış, bir beşer olan, nâdide çiçeğe selâm olsun…

Nisan 2025, sayfa no: 18-19-20-21

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak