“Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir (bağışlayan ve esirgeyen).” (Bakara, 163)
“La ilahe illallah”, yani “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesi, imanın anahtarıdır; İslam’a girişin ve Allah’a teslimiyetin temel şartıdır. Bu ifade, İslam’ın temel inanç cümlesidir, en büyük reddiyedir ve çok derin bir anlama sahiptir.
Bu söz, İslam’ın temel inancı olan tevhid (Allah’ın birliği) ilkesini ifade eder. Allah’tan başka hiçbir varlık tapılmaya, kulluk edilmeye layık değildir. Tüm güç ve yetki yalnızca Allah’a aittir.
Bu söz, insanın her türlü sahte ilah ve otoriteye karşı özgürleşmesini temsil eder. İnsan, nefsinin, şehvetlerinin, makamın, paranın veya başka dünyevî şeylerin kölesi olmamalıdır. Gerçek otorite yalnızca Allah’tır; her şey O’na muhtaçtır.
Bu kelimeyi kabul eden kişi, hayatını yalnızca Allah’ın rızasına uygun şekilde şekillendirmeye çalışır. Kendi istek ve tutkularını değil, Allah’ın koyduğu ölçüleri merkeze alır. Kulluk bilinciyle yaşar ve bu bilinç, hayatının her alanına yön verir.
İslam’da en büyük günah olan şirk (Allah’a ortak koşmak), bu kelimeyle reddedilir. İnsan, başka ilahlara tapmamalı; hiçbir şeyi Allah’tan daha önemli, daha üstün ve daha önde görmemelidir.
“Allah’tan başka ilah yoktur” demek, sadece dil ile söylenen bir söz değil; bir hayat tarzıdır. İnsan yalnızca Allah’a güvenmeli, yalnızca O’ndan yardım istemelidir. Bütün ibadetler, dualar ve bağlılıklar sadece Allah’a yöneltilmelidir.
Allah birdir ve O’ndan başka ilah yoktur. İman eden insanlar, hayatlarını bu temel gerçek üzerine kurarlar. Ancak birçok insan, canlı cansız her şeyin gerçek mutlak varlık olduğunu, Allah’ın ise soyut bir varlık olduğunu zanneder. Hâlbuki Rabbimiz, gerçek mutlak varlıktır ve O’nun dışındaki her şey sadece O’nun yarattığıdır.
Kâinatta hiçbir şey yokken Allah vardı. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Maddeyi, zamanı ve mekânı yaratan Rabbimiz, her şeyi “Ol!” emriyle yaratmıştır.
Yaratmıştır ve an be an yaratmaya devam etmektedir. Bazı insanların zannettiği gibi, tüm bunları yarattıktan sonra göklere çekilip –Allah’ı tenzih ederiz, yüceltiriz– olan biteni izlemez. Her şey O’nun kontrolündedir; bütün işleri evirip çeviren O’dur. Kur’ân’da, “Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler), sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde, 5) buyrularak tüm olayların Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiği bildirilir.
Evrendeki ve canlılardaki eşsiz tasarımın, muhteşem düzen ve dengenin tek sahibi vardır: Yüce Allah! İnsan sadece kendi yaratılışını bile düşünse, Allah’tan başka güç olmadığını anlayabilir. Tek bir sperm ve yarım tuz tanesi büyüklüğündeki yumurta hücresinin birleşmesiyle embriyo olarak anne rahmine düşen insanın, doğumuna kadar geçen her süreci büyük bir mucizedir.
Önce tek bir hücre, ardından iki, dört derken; her hücre topluluğu adeta bilinçli bir şekilde, kimi kalbi, kimi kasları, kimi sinir hücrelerini oluşturur. Her hücre, oluşturacağı organın özelliklerini kendi DNA’sında yazılı bilgiye göre şekillendirir. Ve her hücre, örneksiz yaratan Allah’ın ilhamıyla yapacağı işi mükemmel bir şekilde, hatasız yapar.
Elbette, bilinçsiz ve şuursuz hücrelerin, tesadüfen bu kadar mükemmel bir canlıyı oluşturması imkânsızdır. Ancak insan, kâinattaki her bir detayın Allah’ın dilemesiyle ve yalnızca “Ol!” demesiyle oluştuğunu unuttuğu gibi, bu her aşaması mucize olan yaratılış sürecini de düşünmeden Rabbini unutabilmektedir.
Said Nursî, Allah’ın birliği anlamındaki “Vahdehu” kelimesinin, insanın kalbini ve ruhunu keşmekeşten ve perişanlıktan nasıl kurtardığını şöyle ifade eder:
“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip (yaltaklanıp) boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir; her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu (istediğini) buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Ancak birçok insan bu gerçeği kavrayamaz, imanı tanıyamaz. Her şeyin, bir yaratıcı olmaksızın, kendiliğinden ve tesadüfler sonucunda oluştuğuna inanmak, Allah’a şirk koşmaktır. Bu ise Allah’ın asla bağışlamayacağını bildirdiği bir suçtur:
“Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, büyük bir günah uydurmuş olur.” (Nisa, 48)
Biz inananlar, Allah’ın tek Yaratıcı olduğuna, bütün işleri O’nun düzenlediğine, planın ve iradenin yalnızca Allah’a ait olduğuna; O’nun her olayı kader dahilinde ve bizim için hayır ve hikmetle yarattığına iman ederiz.
Nefsin bencil tutkuları, insanı kendine kul etmek ister. Biz ise “Hayır” deriz. “İşittim, itaat ettim; ama itaatim sana değil, Rabbime” deriz. Ve Allah’tan başkasını –O’ndan başka ilah, tanrı, kutsal veya otorite olarak gösterilen ne varsa– en büyük reddiyeyle reddederiz. Bu, yalnızca bir söz değil; bizim için bir hayat felsefesidir.
Lâ ilâhe illallah!
Mayıs 2025, sayfa no: 6-7
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak